Ana içeriğe atla

Hz. Hatice’nin evi üzerine

Bir önceki yüzyılda, Suudiler iki büyük kötülük yaptılar. Birincisi büyük bir kültür mirasının tarihi izlerini tamamen yok edip ortadan kaldırdılar, ikinci ve daha önemlisi, özellikle 19. Ve 20. Yüzyılda ortaya çıkan arkeolojinin imkanlarından yararlanmayı tümden yasaklayıp güya kutsalı koruma bahanesinin arkasına sığınarak hem kutsal şehri mahvettiler hem de ceplerini doldurdular.

Son dönemde büyük bir şamatayla duyurulan bir kitabın yayınlanması bağlamında bu kötü izlenimi ortadan kaldırmaya çalıştıkları anlaşılıyor. Söz konusu kitap, Hz. Hatice’nin ve dolayısıyla nübüvvetin en önemli tanıklıklarından biri olan evin hikayesi. Kitabın yayınlanma gerekçesi ve içeriği ise Mekke’de yapılan bir arkeolojik kazının ürünü olması.

2014 yılında yayınlanan kitabın adı The House of Khadijah bint Huwaylid. İngilizce ve Arapça olarak iki dilde basılan ve piyasaya sürülen kitabın üzerinde yazar olarak görünen isim A. Zeki Yamani imzasını taşıyor.

Önce kitabın yazarından başlayalım. Kimdir Zeki Yamani?

Aynı zamanda kitabın sponsoru da olduğu söylenen Yamani ilginç bir isim. 1962-1980 yılları arasında oldukça uzun sayılabilecek bir dönem, yaklaşık çeyrek asır Suudluların petrol bakanı olarak görev yaptı. Eğitimini Amerika’da, New York ve Harvard üniversitelerini bitirdi. Sonra ülkesi Suudi Arabistan’a dönerek, özellikle 1973 senesinde dünyada fırtınalar koparan ünlü petrol ambargosu uygulandığında (güya) Avrupa’yı dize getirmiş efsanevi bir isim. 1975 yılında Viyana'da yapılan bir toplantıdan sonra Filistin davası nedeniyle ünlü Çakal Carlos tarafından kaçırılmış, infaz edilmekle tehdit edilmiş ama sonra nedense bir şekilde serbest bırakılmış biri. Hem bu olay hem Petrol krizindeki tutumu üzerindeki şüpheler ve tereddütler hala açıklığa kavuşmuş değil. Amerikan üniversitelerini bitirip, İsrail nedeniyle Amerika’ya posta koymak pek ikna edici görünmediği gibi bugünkü Müslüman yöneticilerin İsrail politikalarını da hatırlatmaktadır. Dahası 2005 yılında kızını yine bir Arapla kendi ülkesinde değil de İstanbul’da, Çırağan sarayında büyük bir şatafatla evlendiren Yamani’nin ne denli girift ve stratejik ilişkilerin adamı olduğu düğün davetiyesinde yer alan şu ifadelerden anlaşılabilir: “nur ve iman beldesi Mekke tepelerinden, Osman oğlu tepelerinde sevincimizi sizinle paylaşmaya geldik.” Bu satırlar, karşımızda hem zeki (kurnaz) hem de yaman (!) bir politikacı olduğunu gösteriyor. Yamani, uzun yıllar yaşadığı Londra’da, geçtiğimiz yıllarda 90 yaşında öldü ve nedense kendi ülkesine değil de İngiltere’de defnedildi.

İşte bu Yamani’ye ait olan söz konusu kitap, haklı olarak bir kitaptan çok daha fazlasını ima ediyor. Kitabın yakın zamanda Türk okuyucusu ile buluşacağı bilgisini sosyal medya hesabından duyuran ve yayın hakkıyla ilgilendiği anlaşılan Hasan Mert Kaya, bu duyuruyu şöyle paylaşmış: “1989 senesinde Mekke’de ender görülen istisnai bir arkeolojik kazı.” Kaya’nın verdiği bu bilgiye inanmak için söz konusu arkeolojik kazının bilimsel bir çaba olduğuna, elde edilen donelerin analizine dair somut veriler olmalı; oysa ortada böyle bir durum yok. 

Gelelim kitabın içeriğine. Kitap beş bölümden oluşuyor: Birinci bölüm Hz. Peygamber ve ailesine dair bilgileri, ikinci bölüm, Hz. Hatice’nin evinin yeri ve etrafında neler olduğu, üçüncü bölüm tarihi gelişimi, dördüncü bölüm evi gezip gören seyyahların ve oryantalistlerin izlenimleri, beşinci ve son bölüm ise 1989 yılında gerçekleştirilen arkeolojik kazıyı konu ediniyor.

Kitapta, “Hz. Hatice’nin evi” üst başlığının hemen altında yer alan “A historical study of its location, building and architecture” ifadesini doğrulayacak doyurucu bilgiler bulunmadığı gibi bilinenleri tekrar etmekten öteye de geçmiyor. Klasik ve modern kaynaklarından aktarılan malumat, Adnan Oktar tarzı kitapları hatırlatırcasına, bol görselli, süslü bir resim albümü kıvamında sadece dolgu malzemesi olarak kullanılmış. 

Kitabın yayınlanmasına gerekçe gösterilen arkeolojik kazılara dair öncelikle birkaç noktanın altının çizilmesi gerekiyor. Bu kazılar niçin daha önce ya da daha sonra değil de 1989 yılında yapılmıştır? Dahası niçin bir defalığına yapılmıştır? Bu tarihten önce niçin izin verilmemiştir? Sonrasında niçin devamı getirilmemiştir? Eğer amaç Hz. Peygamber’in yaşamının en karanlık yıllarını oluşturan Mekke dönemine dair bilgilerimizi artırmak, genişletmek ve yeni bulgulara ulaşmak ise ve Hz. Hatice’nin evi sırf bu nedenle seçildiyse niçin başka alanlarda bu kazılar sürdürülmemiştir?

Soruları çoğaltmanın hiçbir anlamı yok. Zira Suudluların yukarıdaki soruların hiçbirinin cevabıyla ilgilendikleri ve umurlarında olduğunu sanmıyoruz. Kazının yapıldığı dönem tahtta oturan Suud kralı Fahd b. Abdülaziz’in izni olmaksızın Zeki Yamani böyle bir kazıya asla eşlik edemezdi. Peki kral bu kazıya niçin izin vermiş olabilir? Avrupa ülkelerinde lüks bir yaşam süren, içki ve kumar müptelası olduğu bilinen, 100 milyon dolarlık özel yatlarında İspanya sahillerinde gününü gün eden kralın böyle bir derdi olduğunu da sanmıyoruz.

Bu kazının olsa olsa tek bir nedeni olabilir: Daha öncesi olmakla birlikte özellikle 1980’lerde başlayan süreçte dünya genelinde İslamcılığın politik mevzi alışıyla, Hac ve umre mevsimlerinde Müslümanların akın akın Mekke’ye ziyareti olağanüstü rakamlara ulaşmıştı, öyle ki şehir mevcut kapasitesini kaldıramaz hale gelmişti. 1960’lara kadar yüz-iki yüz bin civarında olan hacı sayısı 70'lerin sonu ve 80'lerde patlama yapmış, 1983 yılında bir anda 3 milyona birden çıkmıştı. Bu rakamın ne denli büyük bir rakam olduğunu anlamak için özellikle son yıllardaki rakamlara bakmak yeterlidir: 2021’de 58 bin, 2022’de 900 bin, 2023’de 1.83 milyon, 2024’de ise 1.84 milyon. Son yıllardaki düşüşü yorumlamak için analist olmaya gerek yok.

İşte, Mekke ve Kabe etrafında yeni düzenlemelerin kaçınılmaz olarak zorunlu hale geldiği bir dönemde, söz konusu arkeolojik kazı, araya sıkıştırılmış göstermelik bir fotoğraftan başka bir anlam ifade etmemektedir.

Bunu tahmini bir öngörü olarak söylemediğimizi bir uzmanın tanıklığıyla daha açık kılabiliriz. 1982-1987 yıllarında, yani kazının yaptırıldığı döneme doğru, Mekke evleri üzerine bir çalışma yapmak için Mekke’ye davet edilen, burada yaptığı çalışmalar ile yıkılan tarihî yapıların, mimari dönüşümün neredeyse tek arşiv kaydını oluşturan ve bunun bir kısmını yıllar sonra Geleneksel Mekke Evleri (Yem Yayınları, 2022) adıyla yayınlayan mimar Bülent Uluengin, Yeni Şafak gazetesine verdiği bir röportajda, eşi mimar hanımefendi ile birlikte yürüttükleri çalışmaların sonucunda Mekke evlerine ait 4-5 binlik görseli teslim ettikleri kayıtları Suud hükümetinin kaybettiğini büyük bir üzüntü ile anlatmaktadır:

·       “Kitapta rölövelerin ancak 14-15 tanesine yer verebildik. Elimde 104 yapıya ait yaklaşık 550 adet pafta ve 4 bin 200 görsel var. Arşivlemeye çok önem verdiğimden bu belgelerin hepsini arşivledim, (…) O dönemde elbette çalışmaların tümü orada da arşivlendi. Üstelik hepsini imza alarak teslim ettik. Ancak maalesef, Hac Araştırma Merkezi Cidde’den Mekke’ye, Ümmü’l-kura Üniversitesi’ne taşındı ve herhâlde bu taşınma sırasında bu arşiv kayboldu.” (Yeni Şafak, 7/04/2024 Pazar)

Uluengin, Mekke’ye 1991 senesinde tekrar gittiğinde gördüğü manzarayı şöyle anlatır: “Şehrin biraz uzağında, Kral Abdülaziz’in saray olarak kullanmış olduğu konutlar grubu dışında Mekke’de hiç geleneksel yapı kalmadı.”

Şimdi tekrar 1989 yılında yapılan bu arkeolojik  kazıya geri dönelim. Yukarıdaki fotoğraf aslında göstermelik ve “dostlar alışverişte görsün” resmidir. Çünkü ortada Hz. Hatice’nin evi diye gösterilen yer onun içinde yaşadığı ev değildir. Özellikle Osmanlı padişahlarının zaman içinde onun aziz hatırasını ayakta tutmak için yaptırdıkları ek ve ilavelerle, 1900’lü yılların başına kadar gelen, bu yapıyı, 18. Yüzyıldan itibaren bölgeye hakim olan Vehhabilerin iktidara gelmesiyle yıkılıp yok edilen ve üstü örtülen müştemilatın fotoğrafıdır.

İktidara gelen Vehhabiler, bu süreçte Mekke’yi yıkıp yok ettiklerinde sadece mezarları (cennetü’l-mualla) değil, özellikle buradaki üç evin izlerini silmek için büyük bir gayret gösterdikleri anlaşılıyor. Bu evler; Hz. Peygamberin doğduğu söylenen ev, Ebu Talib’in evi ve Hz. Hatice’nin eviydi. Söz konusu büyük tahribattan nasibini alan yerlerden biri de Kanuni Sultan Süleyman tarafından Hz. Hatice için yaptırılan o güzelim türbedir.

 
Kanuni'nin yaptırdığı, Suudların yok ettiği Hz. Hatice türbesi.

Dolayısıyla Yamani ve kitabını ciddiye almak zorunda değiliz. Ancak kitabın konusu olan Hz. Hatice’nin evi ciddiye alınmak zorundadır. Zira burası İslam tarihinin Mekke dönemi açısından hayati değer taşıyan istisnai bir yerdir.

İslam’ın ortaya çıkışı ve gelişimi bu evde şekillendi. Hz. Hatice bu evde doğdu, bu evde Müslüman oldu, Peygamberle bu evde yaşadı, bu evde öldü. (Fakıhi, Ahbar-u Mekke, 4/7) Kur’an Hira’dan sonra ilk bu evde nazil olmaya başladı. Müddessir ve Müzzemmil surelerinde geçen “örtüye bürünme” bu evde gerçekleşti. Vahyin gelmesi karşısında ürkmesi ve korkması ile Hatice onu bu evde teselli etti. Çocukları bu evde doğdu: Kasım, Abdullah, Rukiye, Zeynep, Ümmi Gülsüm ve Fatıma bu evin sakinleriydi. Dahası yeğeni Hz. Ali’yi himayesine aldığında o da burada kalmaya başladı. Hicret esnasında peygamber önden gidince -rivayetler sahihse- Hz. Ali onun buradaki yatağında yattı. Köleleri Meysere ve Zeyd b. Harise de bu evde kalıyordu. Kısaca Mekke dönemi açısından daha onlarca hadiseye bizzat tanıklık eden bu evin icra ettiği fonksiyon sanılandan çok büyüktür.

Bu nedenle önce evin kısa bir hikayesini özetleyecek sonra da gerek Yamani’nin kitabında gerekse diğer kaynaklarda yazılanları gözden geçireceğiz.

Hz. Hatice’nin evi kaynaklarda az da olsa kendine yer bulmakla beraber bu daha çok evin mescide çevrilmesi dolayımında geçmekte ve mimari yapısı, iç dizaynı ve biçimi hakkında dişe dokunur fazla bilgi bulunmamaktadır. Belki el yordamıyla ve akli çıkarımlarla ancak bir kısım tahminlerde bulunabilmekteyiz. Aslında erken dönem kaynaklara nazaran özellikle son dönemde evin tarihi hakkında daha fazla bilgi bulunmakta, ancak bu bilgilerin büyük bir kısmı Hz. Hatice’nin öldüğünde bıraktığı evden ziyade sonraki dönemde ki durumu hakkındadır. Anlatılanların çoğu asırlar içinde değişime ve dönüşüme uğramış ve belli bir süre sonra asli kimliği tamamen yok olmuş tahmini bir evi betimlemektedir. Mesela seyyahların eserlerinde verdiği bilgiler bu tür bilgilerdir. İbn Batuta yaşadığı kendi döneminde evi şöyle betimlemektedir:

  • "Mabet'in çevresinde bulunan kutlu yerlerden biri de Vahiy Kubbesi ve Hadîce validemizin evidir. Peygamber Kapısı civarında olan müminlerin anası Yüce Hadîce'nin evinin ortasında küçük bir kubbe vardır ki Hz. Fâtıma orada doğmuştur.” (İbn Battuta, 2000, s. 206).

Evliya Çelebi (ö. 1095/1684) ise Hz. Hatice’nin Cennetü’l-Mualla kabristanında bulunan türbesi için, Sultan Süleyman’ın bu türbenin üzerine hicri 959 (m. 1551) senesinde büyük bir kubbe yapıp bir de türbedar yerleştirildiğini söylemektedir. Türbenin kapısının doğuya açıldığını ve bu kubbenin nurlu olup beyaz kireç ile boyalı olduğunu da aktarmaktadır. Çelebi, ayrıca kubbenin iç yüzünün kenarlarında celi hat ile yazılmış şu ayetten söz etmektedir:

  • “Tarafımızdan kendilerine güzel akıbet takdir edilmiş olanlara gelince, işte bunlar cehennemden uzak tutulurlar.” (Evliyâ Çelebi, 9/960).

Müslüman görünerek Mekke’yi ziyaret ettiği anlaşılan Hollandalı oryantalist Christiaan Snouck Hurgronje (ö. 1936), 1885 yılında gerçekleştirdiği ziyarette hem Hatice’nin evinin hem de Peygamber’in doğduğu evi yer seviyesinin altında olduğunu ve o dönemde evi ziyaret edenlerden belli bir ücret alındığını kaydetmektedir. Benzer şekilde mezarının da ziyaretçiler tarafından akına uğradığını ve buradaki türbedarın da para aldığını nakletmektedir. (Mekka in the latter part of the 19th. Century, s. 64)

Bu tür bilgiler, asli kimliğiyle eve dair pek bir şey söylememektedir. O nedenle erken dönem kaynaklara müracaat etmekten başka seçenek yoktur.

Hz. Hatice vefat ettikten sonra üç yıl boyunca burada kalmaya devam eden Hz. Peygamber, Medine’ye hicret edince burasını Hz. Ali’nin abisi olan Akil’e bırakmış ya da Akil burayı sahiplenmiştir. Zaten yıllar sonra Peygamberin Mekkenin fethinde kendisine nerede kalacağı sorulduğunda “Akil bize ev mi bıraktı?” demesine bakılırsa söz konusu evin içinde yaşanılır bir yer olmaktan çıktığı varsayılabilir. Kaynaklarda farklı lafızlarla geçen iki tür rivayet yer almaktadır. Bunlardan biri “Akil bize ev mi bıraktı?” (هل ترك لنا عقيل منزلا؟) diğeri ise “gölgelik mi bıraktı” (هل ترك لنا عقيل بمكة من ظل؟) şeklindedir ve her halükarda evin hor kullanıldığı ve harabeye dönüştüğüne işaret etmektedir. (Ezraki s. 484) (Fakihi, 3/261)

Bazı kaynaklarda Hz. Peygamberin bu evin parasını Hz. Hatice’ye ödeyip satın aldığı yönündeki teyide muhtaç bazı bilgiler varsa da bunlar ciddiye alınabilir olmaktan uzaktır. Evin içi hakkında kaynaklarda yer alan tek ayrıntılı bilgi şöyledir; evin duvarında yassı ve düz bir taşın varlığından hareketle onun ön tarafının mescit edinildiği, altında bir adamın oturacağı kadar, yerden yükseklikte olduğu ve ebadının bir arşın kadar olduğu, ravinin bu taşın neden konulduğunu sorduğunda verilen bilgiler, Yamani ve benzerlerinin iddia ettiğinin aksine evin öyle saray yavrusu gibi bir yer olmadığını göstermektedir.

  • “Mekkeliler evlerinde taştan bazı raflar edinirlerdi ki bu raflar kiler vazifesini de görür, evdeki sini, tencere gibi eşyalarını bu taşların üzerine koyarlardı. Bu rafların bulunmadığı evler azdı. Dedem şöyle demiştir: "Ben bazı Mekkelilerin, içinde bu tür raf bulunan eski evlerine yetiştim; bu taş rafların üzerine ev eşyasını koyarlardı. İşte Hz. Hatice'nin evindeki o taş da diğer evlerde kullanılan bu raflardandı."
  •  (ان اهل مكة كانوا يتخذون في بيوتهم صفائح من حجارة، تكون شبه الرفاف، توضع عليها المتاع، والشيء من الصيني، والداجن يكون في البيت، فقل بيت يخلوا من تلك الرفيف. قال جدي انا ادركت بعض بيوت المكيين (القديمة) فيها رفاف من حجارة يكون عليها بعض متاع البيت. قال: فيقولون ان تلك الفيحة التي في بيت خديجة من ذالك. ). (Ahbaru Mekke, 813-814)

Görüldüğü üzere evin mimari açıdan konumu hakkında bilgi veren bu satırlara göre Hz. Hatice’nin evinde mutfak olmadığı çok açıktır. Hz. Hatice’nin konum olarak Mekke’nin ileri gelenlerinden biri olması nedeniyle evi aynı zamanda Mekke evlerinin genel durumu hakkında da bilgi vermektedir.

İkinci olarak vereceğimiz kaynak Fakihi (ö. 278/891) ise evin, kendi yaşadığı döneme kadar geldiğini söylemektedir.

·       “O ev bugüne kadar gelmiştir.” (فهو فيها قائم الي اليوم). (Fakıhi, 4/8).

Fakıhi’den yaklaşık 30 yıl sonra vefat eden Taberi (ö. 310/923) de bu tanıklığı onaylamakta ve ek başka bazı bilgiler de vermektedir:

·     “O gün Hadice'nin evi bugün de Hadice'nin evi, diye bilinen yerdir. Nitekim Muaviye bu evi satın alarak, insanların namaz kıldıkları bir mescide dönüştürdü ve bugüne kadar Muaviye'nin düzenlediği gibi muhafaza edilmiş, değişmemiştir. Eve girerken kapının solunda kalan taş, Ebu Leheb'in evi ile Adi b. Hamra es-Sekafi'nin evinden kendisine atılan cisimlerden korunmak için Peygamberin arkasında durduğu taş olup uzunluğu bir arşın bir karış, eni ise bir arşın olan bir taştır. (Taberi, Tarih, 2/288. /Türkçesi).

·       (وكان منزل خديخة يومئذ المنزل الذي يعرف بها اليوم، فيقال: منزل خديجة فاشتراه معاوية ّ فيما ذكر فجعله مسجدا يصلي فيه الناس، وبناه علي الذي هو عليه اليوم لم يغير. واما الحجر الذي علي باب البيت عن يسار من يدخل البيت فان رسول الله صعلم كان يجلس تحته يستتر به من الرمي اذا جاءه من دار ابي لهب، ودار عدي بن حمراء الثقفي خلف دار ابن علقمة، والحجر ذراع وشبر في ذراع.) (Taberi, 2/282).

Görüldüğü üzere eve dair verilen en önemli bilgi bir taş parçasıdır. Mekke’de bazı evlerin kapısının önünde, altında oturup güneş ışığından korunmak için kullanılan taşlar olduğu biliniyor. Hz. Hatice’nin evi önünde de böyle bir taş olduğu söylenmektedir. (C. Ali, Mufassal, 4/52). Taberi’nin evin Muaviye döneminden kendi dönemine kadar değişmeden geldiğini söylemesi zımnen Muaviye döneminde köklü bir değişime uğradığını göstermektedir. 

Ancak rivayetlerde bir kısım karışıklıklar olduğu ya da birbirinden alıntı yapılması nedeniyle tutarsızlıklar olduğu anlaşılıyor. Mesela Fakıhi ve Taberi tarafından dile getirilen "O gün Hadice'nin evi bugün de Hadice'nin evi diye bilinen yerdir" ifadesi aynı kelimelerle (وكان منزل خديجة يومئذ المنزل الذي يعرف بها اليوم) (Kamil, 1/569)  çok daha geç dönem kaynaklarından, İbn-i Esir (ö. 630/1233) tarafından tekrar edilmektedir.. Hz. Hatice'nin evinin İbn-i Esir'in yaşadığı döneme kadar aynen kalmasının ihtimali pek mümkün görünmemektedir. 

Ayrıca evin tarihi hakkındaki malumattan özellikle Muaviye ve öncesi döneme ait de bir kısım karışıklıklar olduğu anlaşılıyor. Çünkü Ezraki (ö. 250/864), kitabında bir yerde hicretten sonra, Akil’in Hz. Peygamberin doğduğu evi sattığını söylerken (s. 520) bir başka yerde Hz. Hatice’nin evini sattığını söylemektedir. (s. 521).  Yine bir yerde Akil’in peygamberin doğduğu evi Muaviye’ye sattığını söylerken, bir başka yerde Hz. Hatice’nin evini Ebu Leheb’in oğlu Mut’ab’a sattığını söylemektedir. (s. 564). Benzer şekilde “Akil bize ev mi bıraktı” cümlesinin bir yerde Mekke fethinde söylendiğini ifade etmekte başka bir yerde ise bundan bir süre sonra gerçekleşen Veda haccında (s. 486) söylediğini nakletmektedir. Benzer karışıklıklar Fakıhi’de de görülmektedir.  

Kaynaklarda yer alan bilgilerde bir kısım karışıklıklar olması anlaşılabilir bir durumdur. Zira müellifler kendi yaşadıkları dönemde etraftan duydukları bilgileri eserlerine almaktadırlar. Yazılı bir kaynak olmadığından nakiller arasında tearuzun olması da gayet doğaldır.

Evin Muaviye’ye satıldığı makul görünmektedir. Zira onun Mekke’de stratejik gördüğü daha pek çok ev satın aldığı, halifeliğe giden yolda bunu siyasi geleceği adına kullanmak için özel bir çaba sarf ettiği biliniyor. Mesela Mekke’nin en stratejik yeri olan Darunnedve’yi satın aldığı gibi daha pek çok yer de satın almıştır. Bu nedenle Muaviye’nin evi satın almasından sonra bir kısım siyasi emellerle, önce babası Ebu Süfyan’ın evine çok yakın olan yerden buraya bir kapı açtırmış ve muhtemelen halife olduğu dönemde ise evi mescid-i harama katarak aslında Haşim oğulları ile Ümeyye oğulları arasındaki akrabalığa vurgu yapmak istemiş olmalıdır.

Aslında Emeviler döneminin başlamasıyla Hz. Hatice’nin evi asli kimliğinden tamamen uzaklaşmış olmalıdır. Muaviye dönemi sonrasında ev ile ilgili Emevi halifesi Velid döneminde de mescidin genişletilmesi bağlamında müdahaleler yapılmış, sonrasında sırasıyla Abbasiler, Eyyubiler, Memlüklüler ve nihayet Osmanlı sultanları ile devam etmiştir. Asli kimliğini muhafaza edemeyen bu eve gerekli ihtimam ve özen gösterilerek pek çok müdahaleler ile 20. Yüzyıla kadar gelmiştir. Ancak neredeyse her sene yaşanan sel felaketlerinin Mekke evlerini ne hale getireceği unutulmamalıdır. 

Özellikle Osmanlı padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman’dan başlamak üzere, II. Selim, 4. Mehmet, 3. Ahmet ve Abdulhamit’e kadar pek çok padişah eve ilgi göstermiş ve buraya dair bir kısım eklemelerde bulunduğu, Osmanlı arşiv belgelerine de geçen kayıtlardan anlaşılıyor. 1633-1634 senesine ait bir belgede evin tamire ihtiyaç duyan kısımlarının yenilendiği bildirilmekte; 1776 senesine ait bir belgede; evin Mekke’nin en önemli sorunlarından biri olan sık sık meydana gelen sel felaketleri ile harap olduğu bu nedenle de temizlenmesi yetkililerden istenmektedir. Cidde valisine o bölgenin bina eminleri vasıtasıyla masraflarının devlet hazinesinden alınıp eksiklerin tamamlanması ve defterdara bildirilmesi, tutulan masraf defterinin de padişaha gönderilmesi talep edilmektedir. Bir başka belgede ise mescide dönüştürülen evin tamiri hakkında Padişah 4. Mehmet’in hanımının kethüdası tarafından yaptırılan tamirden söz edilmektedir. 1870’lerde Mekke’de bulunan ve Mir’atü’l-Haremeyn adlı eserinde Mekke hakkında bilgiler veren Eyüp Sabri Paşa, mimari anlamda evin birkaç tamirden geçtikten sonra Kânun Sultan Süleyman tarafından 1528 senesinde bir kubbe ile kaplanıp içine de iki mihrap yaptırıldığı bilgisini aktarmaktadır. (E. Sabri Paşa, 2/1208-1210).

Son dönem Osmanlı ulemasının özellikle hatırat türü eserlerinde de evden bahsedilmekte; ancak bu bilgilerden bir kısmında ciddi sorunlar bulunmaktadır. Mesela Yamani’nin kitabında yer verdiği bir krokide Hz. Hatice’nin ev planı şöyledir:

 
Bu plana göre sol tarafta yer alan eve gelen delegasyonu (!) karşılayacak resepsiyon (!) bölümü için söyleyecek söz bulamıyoruz; zira tek eksiği resepsiyon görevlileri. İşin dahası bu, yeni bir kroki de değildir. Özellikle 20. Yüzyılın hemen başında yapılmış bir krokinin tıpatıp kopyasıdır. Bir Osmanlı paşası olan İbrahim Rıfat Paşa 
(ö. 1935), sol tarafta yer alan delegasyon (!) için ayrılan bölüme gelen heyetleri karşılayan yeri ifade için vüfud demektedir. Buna göre krokinin orijinali şöyledir:

İ. Rifat Paşa’ya göre evin tahmini planı.

İbrahim Rıfat Paşa, evin girişi hakkında kısa bir malûmat da vermektedir. Buna göre yol, evden yükselmiş olduğundan basamaklarla eve inilir ve bir koridora ulaşılır (İ. Rıfat Paşa, s. 137). Ancak Paşa’nın krokisinde doğru bir tanımlama ile yer verdiği vüfud ifadesi Mekke döneminden daha çok Medine dönemi için kullanılabilecek bir ifadedir. Çünkü Hz. Peygamberin kaldığı bu evde yani Mekke döneminde öyle kabilelerin kendisini ziyaret edeceği bir ortam hiç olmamıştır.

İbrahim Rıfat Paşa ile aynı dönemde ziyaret ettikleri anlaşılan bir başka Osmanlı alimi Hüseyin Vassaf Efendi’ye ait bir kroki daha var ki onunki daha farklıdır. Buna göre onun çizimi İbrahim Rıfat Paşa’nın çiziminden temel olarak benzerlikler taşısa da adlandırmalarda ciddi farklılıklar vardır ve bu farklılıklar ev hakkında şüpheler uyandırmaktadır. Zira İbrahim Paşa’nın ticarethane olarak belirttiği yere Vassaf Efendi, Hz. Hatice’nin özel odası demektedir. Sağ tarafta İbrahim Paşa üç oda gösterirken Vassaf Efendi iki oda göstermektedir.

Krokide önemli bir başka ayrıntı ise kuşkusuz sol tarafta yer alan mutfak (matbah) ve ğusulhane olarak nitelenen bölmedir. Zira Hz. Peygamber dönemi Mekke evlerinde mutfak ve gusülhane bulunmamaktadır. Bu bilgi evin çok sonraları yapılan takviyelere ait muhtemel ve tahmini öngörülerdir. Sağ alt köşedeki odanın Hz. Hasan ve Hüseyin’e ait olduğu bilgisi ise gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Çünkü gerek Hasan gerekse Hüseyin, ikisi de Mekke’de değil Medine’de doğmuştur.

 

Hüseyin Vassaf’a göre evin tahmini planı (Akkuş, s. 130).

Buraya kadar dile getirilenlerden hareketle, Hz. Hatice’nin evi olarak gösterilen yer, Peygamber dönemini yansıtmaktan ziyade çok sonraları İslam halifelerinin buraya dair yaptıkları ilave, ekleme ve düzenlemelerden sonraki tahmini bir mekanın tasviridir. Evinin yakın zamanlara kadar durduğunu söyleyen başka bazı modern dönem müellifler olsa da (Seyyid Hüseyin Nasr, Mecca the Blessed Medina the Radiant: The Holiest Cities of Islam, 2013) bunu ispat edecek ciddi hiçbir kanıt ileri sürülememektedir. Ayrıca gerek yapılan kazı gerekse Osmanlı alimlerinin evin planı hakkında verdiği bilgiler erken dönem kaynaklarıyla de örtüşmemektedir. Zira krokinin görüldüğü üzere ev kare planındadır. Oysa Mekkelilerin Kabe’ye hürmeten evlerini kare planda değil daire planında yaptıkları bilinmektedir.  Modern çalışmaların neredeyse tamamında görülen anakronik yaklaşım Hz. Hatice’nin evini üzerine yapılan az sayıdaki akademik araştırmalarda da görülmekte; delegasyon, resepsiyon gibi komik ifadelerle nitelenen Hz. Hatice’nin evine “home ofis” bile denilmektedir:

  • “Anlaşılacağı üzere hanımların evlerinin bir bölümünü günümüz modern sayılan “home officeşeklinde kullandıkları anlaşılmaktadır. Kervanlar vasıtasıyla Hz. Hatice’nin yaptığı ticaretin mahiyeti buranın bir depo satış ofisi mi yoksa sadece muhasebe-satış ofisi olarak kullanıldığı hakkında malûmat verebilecektir. (Bk. S. Topçu- İ. Numan, “Hz. Hatice'nin Evinin Dönüşümleri Hakkında”, bāb Journal of Architecture and Design, s.132)

Bu tanımlamaların ve betimlemelerin hepsi sorunludur ve gerçeklikle bir ilgisi bulunmamaktadır.

Son bir hususa dikkat çekerek bitirmek istiyoruz: İslam dünyasında tarihi aşırı yüceltmeden, olduğu gibi kabul eden gerçek bir tarih bilinci belki de hiç olmadı. Zira yapılması gereken onlarca şey olmasına rağmen, ortaya konanlar hep bir kandırmacadan ve avuntudan ibaret oldu. Mesela sadece şu örnek bile meselenin ne denli can yakıcı olduğunu göstermektedir: Ataerkil bir toplumda bir erkeğin (Hz. Peygamber’in) bir kadının evinde (Hz. Hatice) kalması (sığınması)nın psikolojik ve sosyolojik nedenleri üzerinde yazılmış ciddiye alınabilecek tek bir satır bulunmazken, böylesine süslü albümlerle havanda su dövmek çok daha kolay ve getirisi olan bir durumdur. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kuran’da “zenim” kelimesinin anlamı üzerine

Kur’an’da 23 sene Velid bin Mugire aşağı As bin Vail yukarı deyip bütün kadrajını Hicaz-Taif-Medine’ye sıkıştırmış ve insanlığa son söyleyeceği sözün çapı oradaki 3-5 lavuk müşrik. Ve o müşrike Kur’an’da öyle küfürler var ki. Bir tanesini okuyayım mı size Kalem Suresi… Hem kel hem fodul ve üstüne üstük piç… Ama tabii meale öyle yazamazsınız. ‘Soysuz’ yazacaksınız. Aç. Adres de vereyim. Ferrâ’nın ‘Meâni’l-Kur’ân’ını aç, İbn-i Kuteybe’yi aç, nereyi açarsan aç. Nesebi bilinmeyen, onun bunun çocuğuna ‘zenîm’ denir Arapça‘da. İlahiyatçı yazar, Prof. Dr. Mustafa Öztürk tarafından ilk kez 2020 yılında bir konuşmada dile getirilen bu ifadeler geçtiğimiz günlerde bir kısım farklı muhatapların konuya dahil olmasıyla tartışmayı daha da alevlendirmiş ve bu tartışmalar boyunca Kuran sadece bir dolgu malzemesi olarak kullanılmaktan başka bir işe yaramamıştır. Tartışmanın odak noktası, Kalem suresi 13. Ayette geçen zenim ifadesinin piç anlamına gelip gelmemesidir. Öncelikle Öztürk gibi velut b...

Mekke'nin karanlık yılları

İslam ve Kuran’ın Mekke dönemi hem dinin ve kutsal metnin oluşum ve inşa evresinin hem de her ikisini tebliğ eden Hz. Peygamberin yaşamının çok büyük bir bölümünün geçtiği en uzun dönem olmasına rağmen hala bilinmeyenlerinin bilinenlerden çok olduğu bir  dönemdir. Bunu anlamanın en kestirme iki yolu vardır: biri Mekke kronolojisine bakmak, diğeri de Medine dönemi ile karşılaştırmaktadır.  Önce Mekke kronolojisini yansıtan şu tabloya bakalım: Sene MEKKE DÖNEMI KRONOLOJİSİ 570 Hz. Peygamberin doğumu ve Süt anneye verilmesi 571   572   573   574 Annesi Amine’ye iade edilmesi 575 Amine’nin ölümü ve Dedesinin himayesine verilmesi 576   577 Dedesinin ölümü 578 Ebu Talib ile Şama gidiş 579   580 ...

Büyük İskender’in Kuran’da ne işi var?

Başlıktaki ifadeden, meseleyi egzajere etmek ya da kutsal kitabımızı sorgulamak için kullanılmadığı sadece onu anlamak ve açıklamak gibi bir halis niyet taşıdığından emin olunmalı ve konuya yaklaşımımız belli bir müsamaha ile hoş görülmelidir. Aslında başlıktaki sorunun cevabı hiç de zor değildir. Zira Kuran’ın zamansal olarak tarihi şahsiyetlerden bahsetmesine ilişkin yakın ve uzak pek çok örnek bulunmaktadır. Örneğin Kuran’dan 30 yıl önce yaşamış Ebrehe’den bahsedilmesi, daha önce ashab-ı uhdut ’tan ya da 6 asır önce Hz. İsa’dan bahsetmesi nasıl mümkünse 9 asır önce MÖ. 356-325 yılları arasında yaşamış dünya tarihinin en istisnai isimlerinden İskender’den bahsetmesi de ilkesel olarak pekâlâ mümkündür. Ancak konumuz tarihi bir şahsiyet olarak Büyük İskender’in bizatihi kendisi olmadığından, özellikle Kuran’da anlatılan Zülkarneyn’in kimliği bağlamında ondan dolayısıyla bahsedilecektir. Kehf suresinde 83-98 ayetleri arasında adı üç defa geçen Zülkarneyn’den doğuya ve batıya seferle...

Kur'an ve İranlılar -VIII-

Kur’an’a özgü yalın ifadelerden biri olan esatirü’l-evvelin  ilginç bir kullanım olduğu kadar aynı zamanda bir izlek olarak Kuran ve İranlılar ilişkisini kısmen de olsa deşifre edici özellikler taşımaktadır. Usture kelimesinin kökeni Yunanca, Aramice ve Süryanice dillerine dayanıyor. “Tarih” anlamına gelen  historia  ya da  storia ’ dan Arapça geçmiş ve Kur’an’da da kullanılmıştır. Evvelin ifadesi ise “geçmiş milletler”, “ilkel topluluklar” anlamıyla bir terkip halinde daha çok “eskilere ait efsane ve masallar" anlamında olumsuz bir çağrışıma sahiptir. Bu ifadenin geçtiği 9 farklı yerde ikili bir anlam konseptinde kullanılmıştır: Biri öldükten sonra tekrar dirilmeye inanmayan Mekkeli paganların bunu eskilerin masalları olarak nitelemeleri (Mü’minun 23/81-89; el-Furkan 25/5), diğeri ise Kuran’da büyük bir yer tutan kıssaların benzerlerini kendilerinin de uydurabileceklerini söyleyenlere karşı bir meydan okuma bağlamında geçmektedir: ·     ...