Ana içeriğe atla

Büyük İskender’in Kuran’da ne işi var?

Başlıktaki ifadeden, meseleyi egzajere etmek ya da kutsal kitabımızı sorgulamak için kullanılmadığı sadece onu anlamak ve açıklamak gibi bir halis niyet taşıdığından emin olunmalı ve konuya yaklaşımımız belli bir müsamaha ile hoş görülmelidir.

Aslında başlıktaki sorunun cevabı hiç de zor değildir. Zira Kuran’ın zamansal olarak tarihi şahsiyetlerden bahsetmesine ilişkin yakın ve uzak pek çok örnek bulunmaktadır. Örneğin Kuran’dan 30 yıl önce yaşamış Ebrehe’den bahsedilmesi, daha önce ashab-ı uhdut’tan ya da 6 asır önce Hz. İsa’dan bahsetmesi nasıl mümkünse 9 asır önce MÖ. 356-325 yılları arasında yaşamış dünya tarihinin en istisnai isimlerinden İskender’den bahsetmesi de ilkesel olarak pekâlâ mümkündür. Ancak konumuz tarihi bir şahsiyet olarak Büyük İskender’in bizatihi kendisi olmadığından, özellikle Kuran’da anlatılan Zülkarneyn’in kimliği bağlamında ondan dolayısıyla bahsedilecektir.

Kehf suresinde 83-98 ayetleri arasında adı üç defa geçen Zülkarneyn’den doğuya ve batıya seferler düzenleyen biri olarak bahsedilmekte ve fakat onun kim olduğu söylenmemektedir. Kaynaklarda onun mitolojik bir efsanevi kahraman mı yoksa gerçek bir kişilik mi olduğunda bazı belirsizlikler bulunmaktadır. Ancak ismi konusunda özellikle tefsir literatürü açısından onun Makedonya imparatoru Büyük İskender olduğu hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak denli açıklıktadır. Sadece tefsirciler de değil ulemanın neredeyse tamamına yakını bu eğilimi taşımaktadır.

Bu yazının asıl ilgilendiği konu, böyle bir bilginin -eğer doğruysa- Kur’an’a nasıl girmiş olabileceği üzerindeki ihtimallerdir. Çünkü bu bilgi diğer kutsal kitaplarda; Tevrat ve İncil’de, Kuran’da geçtiği şekilde, geçmemektedir. Yahudi kutsal kitabı Tevrat’ta adı Kiros (Cyrus) olan birinden bahsedilmekte ve fakat bu kişi Tanrı Yehova tarafından Yahudileri Babil esaretinden kurtaran kişi olarak anlatılmaktadır. (İşaya 45:1).[1] Dolayısıyla Kuran’da yer alan Zülkarneyn kıssası, diğer kutsal kitaplarda olmadığı kadar geniş ele alınmıştır.

Önce konuyla ilgili ayetlere sonra da müfessirlerin yorumlarını gözden geçirelim: Kıssanın anlatıldığı Kehf suresinde 85-86 ve 89-90 ayetlerinde biri güneşin doğduğu yere biri de güneşin battığı yere olmak üzere iki seferden söz edilmekte ve bu iki sefer de büyük güç, kudret ve imkân sahibi kılınması anlamında “sebep” kelimesiyle ilişkilendirilmektedir. Güneşin doğup battığı bir mekân bulunmadığından ilgili ayetler, mecaz anlamıyla doğu ve batı yönündeki seferleri sırasında ulaşılabilen son nokta olarak yorumlanmalıdır, yorumlanmıştır da. Tefsir kaynakları, bu iki noktayı -en azından- Kuranın nazil olduğu dönemde, dünyanın bir ucundan diğer ucuna kadar olan bölge anlamında; batıda Ege ve Atlas Okyanusu ile doğuda Hint Okyanusu ve Asya’nın doğusu olarak açıklamışlardır.

Peki Zülkarneyn kimdir? Genel görüş onun nebi olmadığı ve fakat “salih bir kul” olduğu yönünde olsa da hakkında yer alan bilgilerde bir kısım karışıklıklar bulunmaktadır. Mesela onun bin yıl yaşadığı, cin ya da melek olduğu, Hz. İbrahim ile çağdaş olduğu, ya da Hz. İsa ile Hz. Muhammed arası bir dönemde yaşadığı, Hızır’ın teyzesinin oğlu olduğu, atını Süreyya yıldızına bağlayan biri olduğu ve ab-ı hayat arayıcısı bir ermiş olduğu yönündeki görüşler öne çıkarılmaktadır. Zülkarneyn zaten adı değil lakabıdır. Kelimenin dilsel anlamı “iki boynuzlu” ya da “iki kaküllü” anlamına gelse de terim olarak “doğu ve batının hâkimi” anlamına geldiği söylenebilir. Yani Türkçede kullanılan şekliyle “cihangir”.

Zülkarneyn hakkında yukarıda anlatılan kafa karıştırıcı bilgiler yanında onun adının tarihin gördüğü en büyük cihangirlerden İskender olduğu yönünde genel bir kabul vardır. Kuran müfessirlerinin neredeyse tamamına yakını ilgili ayetleri tefsir ettikleri bölümde, bu kişinin Büyük İskender olduğunu söylemektedirler. En erken dönemden itibaren bu yorumlarda pek bir değişiklik olmamış farklı meşreplere sahip onlarca müfessir bu isimde ittifak etmişlerdir. İşte tefsirlerde geçen ifadelerden bazıları:

·       “Yani (o) Kral İskenderdir.” (يعني الاسكندر قيصر) (Mukatil, Tefsir, 2/599)

·       “(O) Dünyanın kralı İskenderdir… Rum ve Farsların kralıdır.” (هو الاسكندر الذي ملك الدنيا... لانه ملك الروم و فارس) (Zemahşeri, Keşşaf, 3/609)

·       “Zülkarneyn: Makedon Yunan kralı İskender’dir.” (ذوالقرنين: هو الاسكندر الملك اليوناني المقدوني.) (İbn Atıyye, Muharrerü’l-veciz, 3-538)

·       “Adının İskender olduğu söylenir… Yunanlıdır…. Rum ve Farsların kralıdır… Mısır’a döndü ve İskenderiye şehrini kurmuştur... Önce Fars topraklarını sonra Hint ve Çin’i istila etmiş ve uzak memleketlerde savaşmıştır.” (قيل اسمه اسكندر....اليوناني... ملك فارس والروم... ثم رجع مصر وبني الاسكندرية... واستولي علي ممالك الفرس ثم مضي الي الهند والصين وغزا الامم البعيدة) (Hazin, Lübabu’t-te’vil, 3/175-176)

·       “O, Yunanlı İskender’dir… Rum’dur… Rum ve Farsların kralıdır… Mülkünün sınırları bu seviyeye sadece İskender ile ulaşmıştır… İskenderiye şehrini kurmuş ve oraya adını vermiştir.” (هو الاسكندر اليوناني... هو رومي.. لانه ملك الروم وفارس... بلغ ملكه الي هذا الحد ليس الا الاسكندر... بني الاسكندرية وسماها باسم نفسه) (Ebu Hayyan, Bahru’l-muhit, 6/149-150)

·       “O Rum ve Farsların kralıdır.” (لانه ملك الروم و فارس) (Sa’lebi, el-Keşf ve’l-beyan, 6/190).

·       “O Rum ve Farsların kralıdır (ملك الروم و فارس)”. Taberi, Camiu’l-beyan, 15/371)

·       “O Yunan-Makedonların kralı İskender’dir. Adı ile anılan İskenderiye şehrinin banisidir. Zülkarneyn Rum gençlerindendir. (هو الاسكندر الملك اليوناني المقدوني...  وهو الذي بني الاسكندرية فنسبت اليه... ان ذا القرنين شاب من الروم...)”  (Kurtubi, el-Câmiu, 13/365

·       “O, Yunanlı Makedonyalı Filip’in oğlu İskender’dir. Yardımcısı ünlü filozof Aristotales’tir.” (فهو اسكندر بن فيليبس المقدوني اليوناني، وكان وزيره ارسطاطاليس الفيلسوف المشهور.) (İbn Kesir, Tefsir, 9/182)

·       “O Yunanlı Filip’in oğlu İskender’dir (انه هو الاسكندر بن فيلبوس اليوناني)”. (Razi, Mefatih, 21/164).

·       “O Makedonyalı Büyük İskender’dir. (وهو الاسكندر الكبير المقدوني)” (Kasımi, Mehasin, 11/4099).

Görüldüğü üzere Zülkarneyn’in Büyük İskender olduğunda hiçbir şüphe bulunmamaktadır. Tefsir literatürü bu bilgilerle doludur. Sadece bu kadar da değil, özellikle bir edebi tür olarak İslam edebiyatında ortaya çıkan “İskendername”lerin neredeyse tamamı Zülkarneyn kimliğiyle özdeşleştirilmiştir.

Müfessirler arasında çok az sayıda isim, onun Büyük İskender olamayacağı yönünde görüş bildirmişlerdir. Ancak bu istisnaidir ve Fahreddin Razi (ö. 606/1210) bile Kur’an’da sözü edilen Zülkarneyn’in mümin, Büyük İskender’in müşrik olmasına dikkat çekmiş (Razi, Mefâtîh, 21/166) ancak yine de tercihini Büyük İskender yönünde kullanmıştır. Modern dönem müfessirlerinden Kasımi (ö. 1914), Razi’nin İskender’in putperest olduğu yönündeki görüşüne itiraz ederek İskender’in (ve hocası Aristotales’in) putperest olmadığını uzun uzadıya izah etmektedir. (Kasımi, Mehasin, 11/4108).

Müfessirler arasında sadece İbn Kesir (ö. 774/1373), tarihte iki farklı İskender bulunduğunu, Kur’an’da Zülkarneyn diye anılan kişinin Hz. İsa’ya yakın bir dönemde yaşayan ikinci İskender değil Hz. İbrâhim’le aynı çağda yaşayan birinci İskender olduğunu ve bu iki İskender arasında 2000 küsur yıllık bir zamanın geçtiğini söylemektedir. (Tefsir, 3/100). İbn-i Kesir’in dile getirdiği bu görüşü tarihi veriler doğrulamamaktadır. Tarihen sabittir ki İskender’in başarısı ölçeğinde ikinci bir isim hiç olmamıştır. Zaten İbn-i Kesir’in görüşleri bazı çağdaş müfessirler tarafından eleştirilerek reddedilmiştir. (Bk. Tabatabai, el-Mizan, XIII, 380).

Hülasa Zülkarneyn’in Büyük İskender olduğunda pek bir şüphe bulunmamaktadır. Ancak kıssasının Kuranda kendisine yer bulmasının anlamı en az onun kimliği kadar önem taşımaktadır. Bazı rivayetlerde Büyük İskender’in Hicaz bölgesine seferler düzenlediği söylenmektedir. Mesela Ezraki (ö. 250/864) Zülkarneyn’in Mekke’ye geldiğini (Ahbaru Mekke, s. 79), Dîneverî (ö. 282/895) ise Aden ve San‘a’nın zaptından sonra Mekke’ye gelerek Kâbe’yi tavaf ettiğini dile getirmektedir (el-Ahbârü’t-tıvâl, s. 35). Bu tür tarihi verilerle uyuşmayan bilgiler çok sağlıklı olmamalıdır. Yine de konunun Kuran’a yansımasının bir kökeni olmalıdır ve biz daha ziyade bununla ilgileniyoruz.

Kuran’da pek çok ayetin belli bir nüzul sebebi olmadan nazil olduğu biliniyor. Sebeb-i nüzul’ü bulunan ayetlerin de bazen birden çok farklı sebebi bulunabiliyor. Oysa konunun anlatıldığı Kehf suresinin nazil olmasına neden olan olay esbab-ı nüzul kitaplarında ittifakla tek bir nedene bağlanmaktadır. Olayın özü şudur: Kureyşliler aralarında anlaşarak iki kişiyi (Nadir b. Haris ve Ukbe b. Muayt) Hz. Peygamber’i zor durumda bırakmak için Medineli Yahudi alimlerine göndermişler, bunlar da ona üç konuda; Ashab-ı Kehf, Zülkarneyn ve ruh hakkında soru sormalarını böylece bilirse peygamber olabileceğini, bilmiyor ise onun ciddiye alınamayacağını söylemişlerdir. Geri dönen Kureyşliler bunu hemen peygambere sormuş ve fakat istedikleri cevabı kendilerine hemen değil ertesi gün söyleneceği bildirilmiş ve fakat bunu söylerken “inşaallah” demeyi unutmuştur. Bu olayın ardından vahiy kesilmiş, Hz. Peygamber’in beklediği vahiy gelmeyince müşrikler ileri geri konuşmaya başlamıştır. Derken, on beş gün kadar sonra, “Allah izin verirse demedikçe hiçbir şey için şu işi yarın yapacağım deme” mealindeki ayet yanında Zülkarneyn kıssasını da muhtevi olan Kehf suresi nazil olmuştur. (Taberî, Câmiu’l-Beyân,  4/174; İbn Kesîr, Tefsîr, 3/71-72).

Öyle anlaşılıyor ki vahiy gelinceye kadar Hz. Peygamber’in Zülkarneyn hakkında bir bilgisi bulunmamaktadır. Zaten sebeb-i nüzul rivayetleri arasında farklı bir varyantta geçen Peygamberin kendisine Zülkarneyn hakkında sorulduğunda ilk söylediği “Benim o kişi hakkında bilgim yok” cümlesi (İbn Ebî Hâtim, Tefsîr, 7/2382) bunu göstermektedir. Peygamberin bilgisi olmadığı bir meselede sahabenin de bilgisi olmadığını çıkarsayabiliriz. Peki Mekke’de konuya vakıf hiç kimse mi yoktur? Kureyşlilerin Medineli Yahudilere müracaat etmesine bakılırsa onların da bu konuda herhangi bir bilgilerinin olmadığı anlaşılıyor.

Bu noktada asıl sorulması gereken, Mekke’de bilinmeyen Zülkarneyn’in Medine’de nasıl bilindiğidir? Sebeb-i nüzul rivayetinden anlaşılan, Medine’de muhtemelen herkes değil ama az sayıda Yahudi alimler biliyor olmalılar. Peki Medineli Yahudi alimler bu bilgiyi nereden almış olabilirler? Akla ilk gelen Yahudi kutsal kitabı Tevrat’tır. Ancak sorun şu ki Yahudiler onun hakkında bilgi sahibi olsalar da Tevrat’ta Zülkarneyn hakkında açık bir bilgi geçmemektedir. Şayet Medineli Yahudilerin İsrailoğullarının kutsal toprakları Kudüs ve civarıyla sıkı ilişkileri olsaydı bu kanaldan beslenmeleri mümkün olabilirdi. Bu şık da elimine edildiğine göre söz konusu bilginin Medine’ye nasıl intikal etmiş olabileceği tek bir ihtimali düşündürmektedir: O da bu bilginin Medine’ye göre kültür seviyesi ve uygarlık düzeyi daha yüksek olan Habeşistan ve Yemen bölgelerinden girmiş olmasıdır.

Peygamber döneminde özellikle Yemen, Hristiyanlığın hakimiyeti altında olmasına rağmen Yahudilik açısından hala çok önemli bir din ve kültür merkezidir. Dolayısıyla pek çok konuda olduğu gibi Zülkarneyn konusundaki bilgilerin Hicaz bölgesine ve özellikle Medine’ye bu kanal üzerinden girmiş olması çok muhtemeldir. Kaynaklarda Zülkarneyn ile ilgili bilgilerin çok büyük bir kısmını nakleden, Müslüman olmadan önce Tevrat ve diğer Yahudi kutsal metinlerini okuduğu bilinen  tabiin neslinden Vehb b. Münebbih (ö. 114/732)’in Yemenli olması tesadüf olmamalıdır. Vehb Zülkarneyn’i Büyük İskender olarak nitelemektedir.

Bu görüşü destekleyen çok sayıda başka veri bulunmaktadır. Bunlardan biri Büyük İskender’in aslen Himyer krallarından biri ya da birileri olduğu yönündeki görüştür. Bu görüşün tarihi realitelerle uyuşup uyuşmaması bir yana Yemen’de Zülkarneyn ya da Büyük İskender efsanesinin çok yaygın olarak bilindiğinin açık bir göstergesidir. Erken dönem Müslüman yorumcu ve tarihçiler Zülkarneyn’in Yemen’de Himyeri krallarından olduğunu özellikle belirtme ihtiyacı hissetmektedirler. Onun Akad kralı, Fars kralı, Mısır kralı ve hatta Türk hükümdarı Oğuz Kağan olduğuna yönelik az sayıda farklı görüş olsa da genelde şu üç ihtimal üzerinde durulmaktadır: 1. Zülkarneyn Büyük İskender’dir. 2. Yemenli Himyer krallarındandır. 3. Hz. İbrahim döneminde yaşamış biridir. Son şık zayıf bir görüştür, bu nedenle ana eksen Büyük İskender ve Yemenli bir kral şşeklindedir. 

Literatürde kendisine bu konuda sıklıkla müracaat edilen, büyük İslam bilgini Biruni (ö. 453/1061’nin Zülkarneyn ve Büyük İskender hakkında söyledikleri, tefsirler dahil İslami kaynakların tamamında geçmektedir. Bunun bir nedeni olmalıdır, niçin bir başkası değil de Biruni? Önce ne dediğine bakalım: Ona göre, Zülkarneyn, Yemen’de hüküm süren Sa‘b b. Hâris el-Himyerî veya Ebû Kerib Şemmer el-Himyerî adlı bir kraldır. Biruni ayrıca Yemen’deki kralların “zûnüvâs, zûruayn, zûyezen, zûceden” gibi lakaplarla anılması nedeniyle Zülkarneyn’in de Yemen’deki Himyer krallarından biri olduğunu gösterdiğini söylemektedir. (Bîrûnî, Âsâru’l-bâkıye, s. 46-47).

Kaynaklar niçin başkasını değil de Biruni’nin görüşlerini refere etmektedirler sorusu biraz da onun yaşadığı coğrafya ile ilişkisi nedeniyle olmalıdır. Zira 11. Yüzyıl İslam tarihinin en ünlü isimlerinden Biruni’nin Harezm bölgesinde yaşadığı ve özellikle Gazneliler döneminde Hindistan gibi uzak coğrafyayla çok sıkı ilişkileri dikkate alındığında bölgedeki İskender efsanelerinin hala canlılığını sürdürdüğü, onun da buna bizzat tanık olduğu öngörülebilir. Zamanın Hint ulemasıyla kendi dilleriyle (Sanskritçe) konuşacak denli vakıf olan Biruni’nin Hindistanı konu alan müstakil bir eser (Tahkiku mâ li’l-Hind) telif etmesi tesadüf olmamalıdır.

Biruni’nin dile getirdiği bu görüş en azından Yemen’de bu konuda önemli bir anlatının varlığını göstermektedir. Ayrıca Büyük İskender’in Himyeri olduğunun vurgulanması bu noktada büyük bir önem taşımaz. Yemenlilerin önemli bir güç merkezi olduğundan dolayı İskender’i sahiplenmeleri hiç de şaşırtıcı olmamalıdır. Dahası yine Kuranda kendisine atıfta bulunulan Merib seddi Yemen bölgesindedir ve bazı alimleri bu seddi Zülkarneyn ile ilişkilendirmektedirler.

İskender’in Yemen ile ilişkilendirilmesi sadece Biruni ile sınırlı değildir. Bu konuda pek çok kaynak aynı şeyi söylemektedirler. Biz sadece ikisine işaret etmekle yetineceğiz. Siyer alimi İbn Hişâm, Yemen kralları hakkında yazdığı müstakil kitapta Zülkarneyn’i Yemen krallarından biri olarak zikretmektedir (İbn Hişam, Kitabu’t-tican fi müluki’l-Hımyer, s. 91). Yine erken dönem kaynaklarından İbn Habib, Muhabber’de Zülkarneyn’i Himyer kralları arasında, Tubba olarak nakletmektedir (Muhabber, s. 365).

Hülasa, Yemen’de Kur’an’ın Zülkarneyn dediği (eğer bu Büyük İskender ise) uygun düşen bir kralın hüküm sürdüğüne dair bir delilin bulunup bulunmaması pek fazla bir önem taşımaz. Önemli olan asırlar içinde Büyük İskender efsanesinin bu bölgede çok canlı bir anlatısının varlığıdır ve Hicaz bölgesine bu bilginin ulaşmasının bu kanaldan olmuş olabileceğidir. Merhum Elmalılı H. Yazır (ö. 1942)’ın konu hakkında ilgili ayetin tefsirinde söyledikleri bizim de iştirak ettiğimiz bir görüştür. O şöyle demektedir:

·       “Gerçi Kuran’ın birkaç yerinde şa’şa-i maziyesi ihtar edilen Sebe medeniyetinin cihanda misli yaratılmamış olduğu ihtar olunan “ireme zati’l-imad” cennetinin sahipleri olan ve Semud kavmini Yemen’den tard u ihraç eden Himyer ve Tebabi’a Devleti’nin Şeddad’a mukabil Lokman ve Zulkarneyn’e de mehd-i zuhur olması akreb-i ihtimaldir.” (Elmalılı, Hak Dini Kuran Dili, 4/63).


[1] Tanah’ın Danyal kitabında Peygamber Danyal şöyle demektedir: “Gördüğün o iki boynuzlu koç, Medyalılar ile Farislilerin krallarıdır. Öteki Yunan kralı olup, gözleri arasında olan büyük boynuz, birinci kraldır." (Danyal, 8/20-21) Medya ve Acem krallarını iki, Yunan kralını bir boynuz ile gösterilmektedir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hz. Hatice’nin evi üzerine

Bir önceki yüzyılda, Suudiler iki büyük kötülük yaptılar. Birincisi büyük bir kültür mirasının tarihi izlerini tamamen yok edip ortadan kaldırdılar, ikinci ve daha önemlisi, özellikle 19. Ve 20. Yüzyılda ortaya çıkan arkeolojinin imkanlarından yararlanmayı tümden yasaklayıp güya kutsalı koruma bahanesinin arkasına sığınarak hem kutsal şehri mahvettiler hem de ceplerini doldurdular. Son dönemde büyük bir şamatayla duyurulan bir kitabın yayınlanması bağlamında bu kötü izlenimi ortadan kaldırmaya çalıştıkları anlaşılıyor. Söz konusu kitap, Hz. Hatice’nin ve dolayısıyla nübüvvetin en önemli tanıklıklarından biri olan evin hikayesi. Kitabın yayınlanma gerekçesi ve içeriği ise Mekke’de yapılan bir arkeolojik kazının ürünü olması. 2014 yılında yayınlanan kitabın adı The House of Khadijah bint Huwaylid. İngilizce ve Arapça olarak iki dilde basılan ve piyasaya sürülen kitabın üzerinde yazar olarak görünen isim A. Zeki Yamani imzasını taşıyor. Önce kitabın yazarından başlayalım. Kimdir Ze...

Kuran’da “zenim” kelimesinin anlamı üzerine

Kur’an’da 23 sene Velid bin Mugire aşağı As bin Vail yukarı deyip bütün kadrajını Hicaz-Taif-Medine’ye sıkıştırmış ve insanlığa son söyleyeceği sözün çapı oradaki 3-5 lavuk müşrik. Ve o müşrike Kur’an’da öyle küfürler var ki. Bir tanesini okuyayım mı size Kalem Suresi… Hem kel hem fodul ve üstüne üstük piç… Ama tabii meale öyle yazamazsınız. ‘Soysuz’ yazacaksınız. Aç. Adres de vereyim. Ferrâ’nın ‘Meâni’l-Kur’ân’ını aç, İbn-i Kuteybe’yi aç, nereyi açarsan aç. Nesebi bilinmeyen, onun bunun çocuğuna ‘zenîm’ denir Arapça‘da. İlahiyatçı yazar, Prof. Dr. Mustafa Öztürk tarafından ilk kez 2020 yılında bir konuşmada dile getirilen bu ifadeler geçtiğimiz günlerde bir kısım farklı muhatapların konuya dahil olmasıyla tartışmayı daha da alevlendirmiş ve bu tartışmalar boyunca Kuran sadece bir dolgu malzemesi olarak kullanılmaktan başka bir işe yaramamıştır. Tartışmanın odak noktası, Kalem suresi 13. Ayette geçen zenim ifadesinin piç anlamına gelip gelmemesidir. Öncelikle Öztürk gibi velut b...

Mekke'nin karanlık yılları

İslam ve Kuran’ın Mekke dönemi hem dinin ve kutsal metnin oluşum ve inşa evresinin hem de her ikisini tebliğ eden Hz. Peygamberin yaşamının çok büyük bir bölümünün geçtiği en uzun dönem olmasına rağmen hala bilinmeyenlerinin bilinenlerden çok olduğu bir  dönemdir. Bunu anlamanın en kestirme iki yolu vardır: biri Mekke kronolojisine bakmak, diğeri de Medine dönemi ile karşılaştırmaktadır.  Önce Mekke kronolojisini yansıtan şu tabloya bakalım: Sene MEKKE DÖNEMI KRONOLOJİSİ 570 Hz. Peygamberin doğumu ve Süt anneye verilmesi 571   572   573   574 Annesi Amine’ye iade edilmesi 575 Amine’nin ölümü ve Dedesinin himayesine verilmesi 576   577 Dedesinin ölümü 578 Ebu Talib ile Şama gidiş 579   580 ...

Kur'an ve İranlılar -VIII-

Kur’an’a özgü yalın ifadelerden biri olan esatirü’l-evvelin  ilginç bir kullanım olduğu kadar aynı zamanda bir izlek olarak Kuran ve İranlılar ilişkisini kısmen de olsa deşifre edici özellikler taşımaktadır. Usture kelimesinin kökeni Yunanca, Aramice ve Süryanice dillerine dayanıyor. “Tarih” anlamına gelen  historia  ya da  storia ’ dan Arapça geçmiş ve Kur’an’da da kullanılmıştır. Evvelin ifadesi ise “geçmiş milletler”, “ilkel topluluklar” anlamıyla bir terkip halinde daha çok “eskilere ait efsane ve masallar" anlamında olumsuz bir çağrışıma sahiptir. Bu ifadenin geçtiği 9 farklı yerde ikili bir anlam konseptinde kullanılmıştır: Biri öldükten sonra tekrar dirilmeye inanmayan Mekkeli paganların bunu eskilerin masalları olarak nitelemeleri (Mü’minun 23/81-89; el-Furkan 25/5), diğeri ise Kuran’da büyük bir yer tutan kıssaların benzerlerini kendilerinin de uydurabileceklerini söyleyenlere karşı bir meydan okuma bağlamında geçmektedir: ·     ...