Başlıktaki ifadeden, meseleyi egzajere etmek ya da kutsal kitabımızı sorgulamak için kullanılmadığı sadece onu anlamak ve açıklamak gibi bir halis niyet taşıdığından emin olunmalı ve konuya yaklaşımımız belli bir müsamaha ile hoş görülmelidir.
Aslında başlıktaki sorunun cevabı hiç de zor değildir.
Zira Kuran’ın zamansal olarak tarihi şahsiyetlerden bahsetmesine ilişkin yakın
ve uzak pek çok örnek bulunmaktadır. Örneğin Kuran’dan 30 yıl önce yaşamış Ebrehe’den bahsedilmesi, daha önce ashab-ı uhdut’tan ya da 6 asır önce Hz. İsa’dan bahsetmesi nasıl mümkünse 9 asır önce MÖ. 356-325
yılları arasında yaşamış dünya tarihinin en istisnai isimlerinden İskender’den
bahsetmesi de ilkesel olarak pekâlâ mümkündür. Ancak konumuz tarihi bir
şahsiyet olarak Büyük İskender’in bizatihi kendisi olmadığından, özellikle
Kuran’da anlatılan Zülkarneyn’in kimliği bağlamında ondan dolayısıyla
bahsedilecektir.
Kehf suresinde 83-98 ayetleri arasında adı üç defa geçen
Zülkarneyn’den doğuya ve batıya seferler düzenleyen biri olarak bahsedilmekte
ve fakat onun kim olduğu söylenmemektedir. Kaynaklarda onun mitolojik bir
efsanevi kahraman mı yoksa gerçek bir kişilik mi olduğunda bazı belirsizlikler bulunmaktadır. Ancak ismi konusunda özellikle tefsir literatürü açısından onun Makedonya imparatoru Büyük İskender olduğu
hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak denli açıklıktadır. Sadece tefsirciler de değil
ulemanın neredeyse tamamına yakını bu eğilimi taşımaktadır.
Bu yazının asıl ilgilendiği konu, böyle bir bilginin -eğer doğruysa- Kur’an’a
nasıl girmiş olabileceği üzerindeki ihtimallerdir. Çünkü bu bilgi diğer kutsal
kitaplarda; Tevrat ve İncil’de, Kuran’da geçtiği şekilde, geçmemektedir. Yahudi
kutsal kitabı Tevrat’ta adı Kiros (Cyrus) olan birinden bahsedilmekte ve fakat
bu kişi Tanrı Yehova tarafından Yahudileri Babil esaretinden kurtaran kişi olarak
anlatılmaktadır. (İşaya 45:1).[1]
Dolayısıyla Kuran’da yer alan Zülkarneyn kıssası, diğer kutsal kitaplarda
olmadığı kadar geniş ele alınmıştır.
Önce konuyla ilgili ayetlere sonra da müfessirlerin
yorumlarını gözden geçirelim: Kıssanın anlatıldığı Kehf suresinde 85-86 ve
89-90 ayetlerinde biri güneşin doğduğu yere biri de güneşin battığı yere olmak
üzere iki seferden söz edilmekte ve bu iki sefer de büyük güç, kudret ve imkân
sahibi kılınması anlamında “sebep” kelimesiyle ilişkilendirilmektedir. Güneşin
doğup battığı bir mekân bulunmadığından ilgili ayetler, mecaz anlamıyla doğu ve
batı yönündeki seferleri sırasında ulaşılabilen son nokta olarak yorumlanmalıdır,
yorumlanmıştır da. Tefsir kaynakları, bu iki noktayı -en azından- Kuranın nazil
olduğu dönemde, dünyanın bir ucundan diğer ucuna kadar olan bölge anlamında; batıda
Ege ve Atlas Okyanusu ile doğuda Hint Okyanusu ve Asya’nın doğusu olarak açıklamışlardır.
Peki Zülkarneyn kimdir? Genel görüş onun nebi olmadığı ve fakat “salih bir kul” olduğu yönünde olsa da hakkında yer alan bilgilerde bir kısım karışıklıklar bulunmaktadır. Mesela onun bin yıl yaşadığı, cin ya da melek olduğu, Hz. İbrahim ile çağdaş olduğu, ya da Hz. İsa ile Hz. Muhammed arası bir dönemde yaşadığı, Hızır’ın teyzesinin oğlu olduğu, atını Süreyya yıldızına bağlayan biri olduğu ve ab-ı hayat arayıcısı bir ermiş olduğu yönündeki görüşler öne çıkarılmaktadır. Zülkarneyn zaten adı değil lakabıdır. Kelimenin dilsel anlamı “iki boynuzlu” ya da “iki kaküllü” anlamına gelse de terim olarak “doğu ve batının hâkimi” anlamına geldiği söylenebilir. Yani Türkçede kullanılan şekliyle “cihangir”.
Zülkarneyn hakkında yukarıda
anlatılan kafa karıştırıcı bilgiler yanında onun adının tarihin gördüğü en
büyük cihangirlerden İskender olduğu yönünde genel bir kabul vardır. Kuran
müfessirlerinin neredeyse tamamına yakını ilgili ayetleri tefsir ettikleri
bölümde, bu kişinin Büyük İskender olduğunu söylemektedirler. En erken dönemden
itibaren bu yorumlarda pek bir değişiklik olmamış farklı meşreplere sahip onlarca müfessir bu isimde ittifak etmişlerdir. İşte tefsirlerde
geçen ifadelerden bazıları:
·
“Yani (o) Kral
İskenderdir.” (يعني الاسكندر قيصر) (Mukatil, Tefsir,
2/599)
·
“(O) Dünyanın kralı
İskenderdir… Rum ve Farsların kralıdır.” (هو
الاسكندر الذي ملك الدنيا... لانه ملك الروم و فارس) (Zemahşeri, Keşşaf,
3/609)
·
“Zülkarneyn: Makedon Yunan
kralı İskender’dir.” (ذوالقرنين: هو الاسكندر الملك اليوناني المقدوني.)
(İbn Atıyye, Muharrerü’l-veciz, 3-538)
·
“Adının İskender olduğu
söylenir… Yunanlıdır…. Rum ve Farsların kralıdır… Mısır’a döndü ve İskenderiye
şehrini kurmuştur... Önce Fars topraklarını sonra Hint ve Çin’i istila etmiş ve
uzak memleketlerde savaşmıştır.” (قيل اسمه
اسكندر....اليوناني... ملك فارس والروم... ثم رجع مصر وبني الاسكندرية... واستولي
علي ممالك الفرس ثم مضي الي الهند والصين وغزا الامم البعيدة) (Hazin, Lübabu’t-te’vil,
3/175-176)
·
“O, Yunanlı İskender’dir…
Rum’dur… Rum ve Farsların kralıdır… Mülkünün sınırları bu seviyeye sadece
İskender ile ulaşmıştır… İskenderiye şehrini kurmuş ve oraya adını vermiştir.” (هو الاسكندر اليوناني... هو رومي.. لانه ملك الروم وفارس... بلغ ملكه
الي هذا الحد ليس الا الاسكندر... بني الاسكندرية وسماها باسم نفسه)
(Ebu Hayyan, Bahru’l-muhit, 6/149-150)
·
“O Rum ve Farsların
kralıdır.” (لانه ملك الروم و فارس) (Sa’lebi, el-Keşf
ve’l-beyan, 6/190).
·
“O Rum ve Farsların kralıdır
(ملك الروم و فارس)”. Taberi, Camiu’l-beyan, 15/371)
·
“O Yunan-Makedonların kralı
İskender’dir. Adı ile anılan İskenderiye şehrinin banisidir. Zülkarneyn Rum
gençlerindendir. (هو الاسكندر الملك اليوناني المقدوني... وهو الذي بني الاسكندرية فنسبت اليه... ان ذا
القرنين شاب من الروم...)”
(Kurtubi, el-Câmiu, 13/365
· “O, Yunanlı Makedonyalı Filip’in oğlu İskender’dir. Yardımcısı
ünlü filozof Aristotales’tir.” (فهو اسكندر بن فيليبس
المقدوني اليوناني، وكان وزيره ارسطاطاليس الفيلسوف المشهور.) (İbn Kesir, Tefsir,
9/182)
·
“O Yunanlı Filip’in oğlu
İskender’dir (انه هو الاسكندر بن فيلبوس اليوناني)”. (Razi,
Mefatih, 21/164).
·
“O Makedonyalı Büyük
İskender’dir. (وهو الاسكندر الكبير المقدوني)”
(Kasımi, Mehasin, 11/4099).
Görüldüğü üzere Zülkarneyn’in Büyük İskender olduğunda hiçbir
şüphe bulunmamaktadır. Tefsir literatürü bu bilgilerle doludur. Sadece bu kadar
da değil, özellikle bir edebi tür olarak İslam edebiyatında ortaya çıkan
“İskendername”lerin neredeyse tamamı Zülkarneyn kimliğiyle özdeşleştirilmiştir.
Müfessirler arasında çok az sayıda isim, onun Büyük İskender
olamayacağı yönünde görüş bildirmişlerdir. Ancak bu istisnaidir ve Fahreddin Razi (ö.
606/1210) bile Kur’an’da sözü edilen Zülkarneyn’in mümin, Büyük İskender’in
müşrik olmasına dikkat çekmiş (Razi, Mefâtîh, 21/166) ancak yine de tercihini
Büyük İskender yönünde kullanmıştır. Modern dönem müfessirlerinden Kasımi (ö.
1914), Razi’nin İskender’in putperest olduğu yönündeki görüşüne itiraz ederek
İskender’in (ve hocası Aristotales’in) putperest olmadığını uzun uzadıya izah etmektedir.
(Kasımi, Mehasin, 11/4108).
Müfessirler arasında sadece İbn Kesir (ö. 774/1373), tarihte
iki farklı İskender bulunduğunu, Kur’an’da Zülkarneyn diye anılan kişinin Hz.
İsa’ya yakın bir dönemde yaşayan ikinci İskender değil Hz. İbrâhim’le aynı
çağda yaşayan birinci İskender olduğunu ve bu iki İskender arasında 2000 küsur
yıllık bir zamanın geçtiğini söylemektedir. (Tefsir, 3/100). İbn-i
Kesir’in dile getirdiği bu görüşü tarihi veriler doğrulamamaktadır. Tarihen
sabittir ki İskender’in başarısı ölçeğinde ikinci bir isim hiç olmamıştır.
Zaten İbn-i Kesir’in görüşleri bazı çağdaş müfessirler tarafından eleştirilerek
reddedilmiştir. (Bk. Tabatabai, el-Mizan, XIII, 380).
Hülasa Zülkarneyn’in Büyük İskender olduğunda pek bir şüphe bulunmamaktadır.
Ancak kıssasının Kuranda kendisine yer bulmasının anlamı en az onun kimliği
kadar önem taşımaktadır. Bazı rivayetlerde Büyük İskender’in Hicaz bölgesine
seferler düzenlediği söylenmektedir. Mesela Ezraki (ö. 250/864) Zülkarneyn’in
Mekke’ye geldiğini (Ahbaru Mekke, s. 79), Dîneverî (ö. 282/895) ise Aden
ve San‘a’nın zaptından sonra Mekke’ye gelerek Kâbe’yi tavaf ettiğini dile
getirmektedir (el-Ahbârü’t-tıvâl, s. 35). Bu tür
tarihi verilerle uyuşmayan bilgiler çok sağlıklı olmamalıdır. Yine de konunun
Kuran’a yansımasının bir kökeni olmalıdır ve biz daha ziyade bununla
ilgileniyoruz.
Kuran’da pek çok ayetin belli bir
nüzul sebebi olmadan nazil olduğu biliniyor. Sebeb-i nüzul’ü bulunan
ayetlerin de bazen birden çok farklı sebebi bulunabiliyor. Oysa konunun
anlatıldığı Kehf suresinin nazil olmasına neden olan olay esbab-ı nüzul
kitaplarında ittifakla tek bir nedene bağlanmaktadır. Olayın özü şudur:
Kureyşliler aralarında anlaşarak iki kişiyi (Nadir b. Haris ve Ukbe b. Muayt)
Hz. Peygamber’i zor durumda bırakmak için Medineli Yahudi alimlerine
göndermişler, bunlar da ona üç konuda; Ashab-ı Kehf, Zülkarneyn ve ruh
hakkında soru sormalarını böylece bilirse peygamber olabileceğini, bilmiyor ise
onun ciddiye alınamayacağını söylemişlerdir. Geri dönen Kureyşliler bunu hemen
peygambere sormuş ve fakat istedikleri cevabı kendilerine hemen değil ertesi
gün söyleneceği bildirilmiş ve fakat bunu söylerken “inşaallah” demeyi
unutmuştur. Bu olayın ardından vahiy kesilmiş, Hz. Peygamber’in beklediği vahiy
gelmeyince müşrikler ileri geri konuşmaya başlamıştır. Derken, on beş gün kadar
sonra, “Allah izin verirse demedikçe hiçbir şey için şu işi yarın yapacağım
deme” mealindeki ayet yanında Zülkarneyn kıssasını da muhtevi olan Kehf suresi
nazil olmuştur. (Taberî, Câmiu’l-Beyân,
4/174; İbn Kesîr, Tefsîr, 3/71-72).
Öyle anlaşılıyor ki vahiy gelinceye
kadar Hz. Peygamber’in Zülkarneyn hakkında bir bilgisi bulunmamaktadır. Zaten sebeb-i
nüzul rivayetleri arasında farklı bir varyantta geçen Peygamberin kendisine
Zülkarneyn hakkında sorulduğunda ilk söylediği “Benim o kişi hakkında bilgim
yok” cümlesi (İbn Ebî Hâtim, Tefsîr, 7/2382) bunu göstermektedir. Peygamberin
bilgisi olmadığı bir meselede sahabenin de bilgisi olmadığını çıkarsayabiliriz.
Peki Mekke’de konuya vakıf hiç kimse mi yoktur? Kureyşlilerin Medineli
Yahudilere müracaat etmesine bakılırsa onların da bu konuda herhangi bir
bilgilerinin olmadığı anlaşılıyor.
Bu noktada asıl sorulması gereken,
Mekke’de bilinmeyen Zülkarneyn’in Medine’de nasıl bilindiğidir? Sebeb-i
nüzul rivayetinden anlaşılan, Medine’de muhtemelen herkes değil ama az
sayıda Yahudi alimler biliyor olmalılar. Peki Medineli Yahudi alimler bu
bilgiyi nereden almış olabilirler? Akla ilk gelen Yahudi kutsal kitabı Tevrat’tır.
Ancak sorun şu ki Yahudiler onun hakkında bilgi sahibi olsalar da Tevrat’ta
Zülkarneyn hakkında açık bir bilgi geçmemektedir. Şayet Medineli Yahudilerin
İsrailoğullarının kutsal toprakları Kudüs ve civarıyla sıkı ilişkileri olsaydı
bu kanaldan beslenmeleri mümkün olabilirdi. Bu şık da elimine edildiğine göre söz
konusu bilginin Medine’ye nasıl intikal etmiş olabileceği tek bir ihtimali
düşündürmektedir: O da bu bilginin Medine’ye göre kültür seviyesi ve uygarlık
düzeyi daha yüksek olan Habeşistan ve Yemen bölgelerinden girmiş olmasıdır.
Peygamber döneminde özellikle Yemen,
Hristiyanlığın hakimiyeti altında olmasına rağmen Yahudilik açısından hala çok
önemli bir din ve kültür merkezidir. Dolayısıyla pek çok konuda olduğu gibi
Zülkarneyn konusundaki bilgilerin Hicaz bölgesine ve özellikle Medine’ye bu
kanal üzerinden girmiş olması çok muhtemeldir. Kaynaklarda Zülkarneyn ile
ilgili bilgilerin çok büyük bir kısmını nakleden, Müslüman olmadan önce Tevrat
ve diğer Yahudi kutsal metinlerini okuduğu bilinen tabiin neslinden Vehb b. Münebbih (ö. 114/732)’in
Yemenli olması tesadüf olmamalıdır. Vehb Zülkarneyn’i Büyük İskender olarak
nitelemektedir.
Bu görüşü destekleyen çok sayıda başka
veri bulunmaktadır. Bunlardan biri Büyük İskender’in aslen Himyer krallarından
biri ya da birileri olduğu yönündeki görüştür. Bu görüşün tarihi realitelerle
uyuşup uyuşmaması bir yana Yemen’de Zülkarneyn ya da Büyük İskender efsanesinin
çok yaygın olarak bilindiğinin açık bir göstergesidir. Erken dönem Müslüman
yorumcu ve tarihçiler Zülkarneyn’in Yemen’de Himyeri krallarından olduğunu
özellikle belirtme ihtiyacı hissetmektedirler. Onun Akad kralı, Fars kralı,
Mısır kralı ve hatta Türk hükümdarı Oğuz Kağan olduğuna yönelik az sayıda
farklı görüş olsa da genelde şu üç ihtimal üzerinde durulmaktadır: 1.
Zülkarneyn Büyük İskender’dir. 2. Yemenli Himyer krallarındandır. 3. Hz.
İbrahim döneminde yaşamış biridir. Son şık zayıf bir görüştür, bu nedenle ana
eksen Büyük İskender ve Yemenli bir kral şşeklindedir.
Literatürde kendisine bu konuda sıklıkla
müracaat edilen, büyük İslam bilgini Biruni (ö. 453/1061’nin Zülkarneyn ve
Büyük İskender hakkında söyledikleri, tefsirler dahil İslami kaynakların
tamamında geçmektedir. Bunun bir nedeni olmalıdır, niçin bir başkası değil de
Biruni? Önce ne dediğine bakalım: Ona göre, Zülkarneyn, Yemen’de hüküm süren Sa‘b
b. Hâris el-Himyerî veya Ebû Kerib Şemmer el-Himyerî adlı bir
kraldır. Biruni ayrıca Yemen’deki kralların “zûnüvâs, zûruayn, zûyezen,
zûceden” gibi lakaplarla anılması nedeniyle Zülkarneyn’in de Yemen’deki Himyer
krallarından biri olduğunu gösterdiğini söylemektedir. (Bîrûnî, Âsâru’l-bâkıye,
s. 46-47).
Kaynaklar niçin başkasını değil de
Biruni’nin görüşlerini refere etmektedirler sorusu biraz da onun yaşadığı
coğrafya ile ilişkisi nedeniyle olmalıdır. Zira 11. Yüzyıl İslam tarihinin en
ünlü isimlerinden Biruni’nin Harezm bölgesinde yaşadığı ve özellikle Gazneliler
döneminde Hindistan gibi uzak coğrafyayla çok sıkı ilişkileri dikkate
alındığında bölgedeki İskender efsanelerinin hala canlılığını sürdürdüğü, onun
da buna bizzat tanık olduğu öngörülebilir. Zamanın Hint ulemasıyla kendi
dilleriyle (Sanskritçe) konuşacak denli vakıf olan Biruni’nin Hindistanı konu
alan müstakil bir eser (Tahkiku mâ li’l-Hind) telif etmesi tesadüf
olmamalıdır.
Biruni’nin dile getirdiği bu görüş
en azından Yemen’de bu konuda önemli bir anlatının varlığını göstermektedir.
Ayrıca Büyük İskender’in Himyeri olduğunun vurgulanması bu noktada büyük bir
önem taşımaz. Yemenlilerin önemli bir güç merkezi olduğundan dolayı İskender’i
sahiplenmeleri hiç de şaşırtıcı olmamalıdır. Dahası yine Kuranda kendisine
atıfta bulunulan Merib seddi Yemen bölgesindedir ve bazı alimleri bu seddi
Zülkarneyn ile ilişkilendirmektedirler.
İskender’in Yemen ile
ilişkilendirilmesi sadece Biruni ile sınırlı değildir. Bu konuda pek çok kaynak
aynı şeyi söylemektedirler. Biz sadece ikisine işaret etmekle yetineceğiz. Siyer
alimi İbn Hişâm, Yemen kralları hakkında yazdığı müstakil kitapta Zülkarneyn’i
Yemen krallarından biri olarak zikretmektedir (İbn Hişam, Kitabu’t-tican fi
müluki’l-Hımyer, s. 91). Yine erken dönem kaynaklarından İbn Habib, Muhabber’de
Zülkarneyn’i Himyer kralları arasında, Tubba olarak nakletmektedir (Muhabber,
s. 365).
Hülasa, Yemen’de Kur’an’ın
Zülkarneyn dediği (eğer bu Büyük İskender ise) uygun düşen bir kralın hüküm
sürdüğüne dair bir delilin bulunup bulunmaması pek fazla bir önem taşımaz.
Önemli olan asırlar içinde Büyük İskender efsanesinin bu bölgede çok canlı bir
anlatısının varlığıdır ve Hicaz bölgesine bu bilginin ulaşmasının bu kanaldan
olmuş olabileceğidir. Merhum Elmalılı H. Yazır (ö. 1942)’ın konu hakkında
ilgili ayetin tefsirinde söyledikleri bizim de iştirak ettiğimiz bir görüştür.
O şöyle demektedir:
· “Gerçi Kuran’ın birkaç yerinde şa’şa-i maziyesi ihtar edilen Sebe medeniyetinin cihanda misli yaratılmamış olduğu ihtar olunan “ireme zati’l-imad” cennetinin sahipleri olan ve Semud kavmini Yemen’den tard u ihraç eden Himyer ve Tebabi’a Devleti’nin Şeddad’a mukabil Lokman ve Zulkarneyn’e de mehd-i zuhur olması akreb-i ihtimaldir.” (Elmalılı, Hak Dini Kuran Dili, 4/63).
[1] Tanah’ın
Danyal kitabında Peygamber Danyal şöyle demektedir: “Gördüğün o iki boynuzlu
koç, Medyalılar ile Farislilerin krallarıdır. Öteki Yunan kralı olup, gözleri
arasında olan büyük boynuz, birinci kraldır." (Danyal, 8/20-21) Medya ve
Acem krallarını iki, Yunan kralını bir boynuz ile gösterilmektedir.
Yorumlar
Yorum Gönder