Ana içeriğe atla

Kur'an ve İranlılar -VIII-

Kur’an’a özgü yalın ifadelerden biri olan esatirü’l-evvelin ilginç bir kullanım olduğu kadar aynı zamanda bir izlek olarak Kuran ve İranlılar ilişkisini kısmen de olsa deşifre edici özellikler taşımaktadır. Usture kelimesinin kökeni Yunanca, Aramice ve Süryanice dillerine dayanıyor. “Tarih” anlamına gelen historia ya da storiadan Arapça geçmiş ve Kur’an’da da kullanılmıştır. Evvelin ifadesi ise “geçmiş milletler”, “ilkel topluluklar” anlamıyla bir terkip halinde daha çok “eskilere ait efsane ve masallar" anlamında olumsuz bir çağrışıma sahiptir.

Bu ifadenin geçtiği 9 farklı yerde ikili bir anlam konseptinde kullanılmıştır: Biri öldükten sonra tekrar dirilmeye inanmayan Mekkeli paganların bunu eskilerin masalları olarak nitelemeleri (Mü’minun 23/81-89; el-Furkan 25/5), diğeri ise Kuran’da büyük bir yer tutan kıssaların benzerlerini kendilerinin de uydurabileceklerini söyleyenlere karşı bir meydan okuma bağlamında geçmektedir:

·       “(o kafirler:) "Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir" derler.” (يَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ) (6/25).

·       “İstesek, biz de bunun gibisini söyleriz. Bu, evvelkilerin masallarından başka bir şey değildir!". (لَقُلْنَا مِثْلَ هٰذَٓاۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ) (8/31).

·       “Onlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiği zaman, "Evvelkilerin masalları!" derler.” (وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ مَاذَٓا اَنْزَلَ رَبُّكُمْۙ قَالُٓوا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَۙ) (16/24)

·       “Andolsun bu tehdid bize de bizden önce atalarımıza da yapıldı. Bu, evvelkilerin masallarından başka bir şey değildir.” (لَقَدْ وُعِدْنَا نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا هٰذَا مِنْ قَبْلُ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ) (23/83)

·       “Dediler: Evvelkilerin masalları, onları yazmış, sabah akşam onlar kendisine yazdırılıyor." (وَقَالُٓوا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ اكْتَتَبَهَا فَهِيَ تُمْلٰى عَلَيْهِ بُكْرَةً وَاَص۪يلًا) (25/5).

·       “Bu tehdid, bize de; önceden atalarımıza da yapıldı. Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir.” (لَقَدْ وُعِدْنَا هٰذَا نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ) (27/68).

·       “Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir." der.” (فَيَقُولُ مَا هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ) (46/17).

·       “Ona ayetlerimiz okunduğu zaman: "Eskilerin masalları" der.” (اِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِ اٰيَاتُنَا قَالَ اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَۜ) (83/13)

·       Kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman: "Eskilerin masalları" der. (اِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِ اٰيَاتُنَا قَالَ اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ) (68/15)

Dikkat edilirse bu ayetler birbirine benzer diyalektik bir formda dile getirilmiş, özellikle dedi/dediler (kale, kile, kalu, yekulu, kulna) kalıbı ile kullanılmıştır. Sadece iki yerde (16/24 ve 25/5) çoğul olarak kullanılmış yedi farklı yerde ise tekil formda (müfred) gelmiştir.

İlk bakışta kavl fiilinin faili Mekkeliler gibi görünse de ayetlerin geneline bakıldığında tek bir kişinin ağzından çıkmış bir söz olduğu hemen fark edilmektedir. Peki o zaman bu kişi yani bu sözün muhatabı kimdir?  Önce tefsirlere bakalım:

·       “Bu kişi Nadr b. Haris’dir.” (وذلك أن النضر ابن الحارث) (Mukatil, Tefsir, 3/432)

·       “Ayet Nadr b. Haris hakkında inmiştir.” (وقيل إن هذه الآية نزلت في النضر بن الحارث بن كلدة) (Maverdi, Nüket, 2/313).

·       “Nadr b. Haris hakkında inmiştir” (نزلت في ‌النضر بن الحرث) (Zemahşeri, Keşşaf, 3/143)

·       “O Nadr idi”. (وكان النضر) (Ebu Hayyan, Bahr, 4/102)

·       “Ayetin sebebi, Nadr b. Haris’dir.” (ويقال إن سبب الآية كان ‌النضر بن الحارث) (İbn Atıyye, Muharrer, 3/387).

·       “Müfessirler bu sözün sahibinin Nadr b. Haris olduğunu söyler.” (قال المفسرون: المراد ما قاله ‌النضر بن الحرث) (Razi, Mefatih, 13/67)

·       “Bunu söyleyen Nadr b. Haris’dir.” (قَائِلُ هَذَا هُوَ ‌النَّضْرُ بْنُ الْحَارِثِ) (Kurtubi, el-Cami, 7/398).

·       “Nadr b. Haris hakkında inmiştir.” (نزلت في ‌النضر بن الحرث) (Beydavi, Envar, 4/64)

·       “Müfessirler, Nadr derler.” (قال المفسرون: يعني قول النضر) (Vahidi, Tefsiru basit, 16/408)

Görüldüğü üzere esatirül evvelin ifadesinin Nadr b. Haris tarafından kullanıldığında pek bir kuşku yoktur. Dahası İbn İshak (ö. 151/768) ve İbn Hişam (ö. 218/833) gibi erken dönem siyer kaynakları, "Kur'an'ın içinde esatir ifadesinin geçtiği tüm ayetler Nadr hakkında nazil olmuştur." (وكل ما ذكر فيه من الاساطير من القران) demektedirler. (İbn İshak, 239; İbn Hişam, 1/328). Peki bu durumda Kur’an niçin Müşrik bir Mekkelinin sözünü ciddiye almakta ve  kullanmaktadır? Bu sorunun cevabı Nadr b. Haris’in biyografisinde gizlidir.

Nadr b. Haris kimdir?

Nadr, Kureyş’in önde gelenlerindendi. Cahiliye döneminde bölgede tek hekim olarak adı geçen ve İran’da aldığı eğitimden sonra Mekke’ye gelen Halid b. Kelede’nin oğlu olduğu, babasının yanında yetiştiği, şifa dağıttığı yönünde kayıtlar bulunmaktadır. (İbn Usaybiya, Uyunul-enba, s. 167) Konuştuğunda etrafındaki insanları etkileyen, hitabet gücü yüksek bir hatipti. Dönemin yaygın kullanımıyla o tam bir kıssacıydı. Anlattığı kıssaların çoğu İran menşeliydi. İran’ın milli kahramanları Rüstem ve İsfendiyar’ın kahramanlık hikayeleri ise adeta ihtisas alanıydı. Kültür düzeyi Mekke ortalamasının hayli üzerindeydi. Bu nedenle olmalıdır ki kaynaklarda onun hakkında kullanılan “Kureyş’in şeytanlarındandı” (وكان النضر من شياطين قريش) (İbn İshak, Sire, 238) ifadesi aslında bir hakaret anlamı taşımaktan çok onun entelektüel donanımına işaret ediyor olmalıdır. Hacc suresi 3. Ayetinde geçen “her azgın Şeytan’ın peşine düşer” (وَيَتَّبِعُ كُلَّ شَيْطَانٍ مَر۪يدٍۙ) ifadesi de onunla ilintili olarak yorumlanmıştır. (Taberi, Tefsir, 16/459).

Nadr b. Haris, gerek Kuran’da gerek 7. Yüzyıl Mekke’sinde İranlıların ne denli derin etkiler bıraktığını göstermesi bakımından sanılandan çok daha önemli bir figürdür. Kaynaklarda onun hakkında Sasanilerin yaşadığı İran coğrafyasına, özellikle Hire’ye sık sık gidip geldiği; bu seyahatler sırasında İran tarihi ve edebiyatına dair çok sayıda anlatı duyup öğrendiği ve bunları Mekke’ye taşıdığı; İranlıların sanat ve kültürüyle de ilgilendiği, ud çalmayı ve şarkı söylemeyi öğrendiği hatta İran’dan Mekke’ye şarkıcı cariyeler bile getirdiği nakledilmektedir.

Nadr b. Hâris, Kur'an’ın doğrudan muhatap aldığı nadir kimselerden biriydi. Kureyşliler üzerinde çok büyük bir etkiye sahipti. Onun gerek Hz. Peygamberin konumunu gerekse getirdiği Kur’an’ın önem ve değerini kavradığı anlaşılmaktadır. Mekkelilere şöyle dediği bilinmektedir: “Ey Kureyşliler! Başınıza öyle bir iş açılmıştır ki artık siz onun üstesinden gelemezsiniz. Muhammed henüz gencecik bir delikanlı iken sözce en doğrunuz, emanetçe en emininiz idi ve en çok ondan razıydınız. Saçlarına ak düştüğü ve size bir misyonla geldiği zaman ona sihirbaz dediniz. Hayır o sihirbaz değildi; zira biz sihirbazların ne yaptıklarını biliriz. Ona kâhin dediniz. Hayır o kâhin değildi; zira onların sözlerindeki secileri biliriz. Ona şair dediniz. O şair değildir; çünkü biz şiiri ve o sanatın inceliklerini biliriz. Sonra ona mecnun dediniz. Hayır o mecnun değildir; çünkü biz mecnunları da biliriz. Onun ne karıştırması vardır ne de vesvesesi. Ey Kureyşliler, durumunuzu bir düşünün! Gerçekten başınıza büyük belada.” (İbn Hişam, Sire, 1/328). Bu sözler bir hakikatin teslim edilmesi olduğu gibi aynı zamanda Nadr’ın entelektüel kapasitesini de göstermektedir.       

Nadr, müzikten anlardı. İbn Kuteybe (ö. 276/889), Mekkelilerin ne işle meşgul olduklarını ele aldığı bölümde onun Ud çaldığını (يغني بالعود) söylemektedir. (Mearif, s. 576). Müziğe olan ilgisinin İran seyahatleriyle yakından ilgisi olmalıdır. Zira Sasaniler döneminde bilhassa II. Hüsrev (ö. 628)'in saltanatı boyunca müzik İran’da altın çağını yaşıyordu. Çok daha ilginci Kuran’da geçen “lehvel-hadis” (لَهْوَ الْحَد۪يثِ) ifadesinin muhatabı olarak tefsirlerde Nadr’ın adı geçmekte ve bu ifade müzikle ilişkilendirilmektedir. (Suyuti, Dürrü’l-Mensur, 11/617-619)

Çok donanımlı biriydi, çok kıssa biliyordu ve bu kıssaların çok büyük bir bölümü İran ve İranlılara aitti. Eyyamül-Arab denen gece konuşmalarında Mekkelilerin ondan can kulağı ile dinledikleri hikayeler ve kıssalar hep İranlılara aitti. Anlattığı kıssaların değişmez ikilisinden biri Rüstem diğeri ise İsfendiyardı. Rüstem, İran’ın milli kahramanlarından, “dünya pehlivanı” unvanına sahip biri, İsfendiyar ise Zerdüştiliğin millî bir din haline gelmesine çok büyük katkıları olan İran’ın efsanevi kahramanlarındandır.

Bir gün Mekkelilere “Muhammed size Ad ve Semud hikâyeleri anlatıyor, gelin ben size Rüstem’in, İsfendiyar’ın, Kisraların hikâyelerini anlatayım” diyerek bildiği hikâyeleri Kur’an kıssalarına alternatif olarak sunuyor ve bu durum Lokman 31/6 ayetinin nazil olmasına neden oluyordu. (Beyhaki, Şuabül-İman, 7/166). İlgili ayet şöyledir:

“İnsanlardan kimi var ki; bilgisizce (insanları) Allah'ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için boş sözü (eğlence sözünü) satın alır”. (وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْتَر۪ي لَهْوَ الْحَد۪يثِ لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍۙ وَيَتَّخِذَهَا هُزُوًاۜ).

Bir başka gün Mekkeli bir gurup, Kur’an okumakta olan Hz. Peygamber’i gizlice dinlemeye gittiklerinde Kureyşliler Nadr’a Hz. Peygamber’in ne okuduğunu sorunca, o da “Ne dediğini anlayamıyorum, fakat galiba benim size anlattığım gibi geçmiş milletlerin efsanelerinden (esâtîrü’l-evvelîn) bahsediyor” cevabını veriyordu. (Fahreddin Razi, Mefatih, 12/196).

Kuranda dokuz yerde geçen “eskilerin masalları” anlamına gelen “esâtîrü’l-evvelîn” (6/25, 8/31, 16/24, 23/83, 25/5, 27/68, 46/17, 68/15, 83/13) ifadesinin ilk defa Nadr tarafından kullanıldığına dair kaynaklar neredeyse ittifak halindedirler. Müfessirlerin çoğu bu kavrama “önceki milletlere ait rivayetler” anlamı vermiş ve bunlara kahramanlık hikâyeleriyle tarihî kıssaların dahil olduğu belirtilmiştir. Enam suresi 25. Ayetinin tefsirinde müfessir Mukâtil b. Süleyman (ö. 150/767), esâtirü’l-evvelîn ifadesini Rüstem ve İsfendiyar hikâyeleri olarak yorumlamış, âyette “inkâr edenler” olarak nitelenenin de Nadr b. el-Hâris olduğunu söylemiştir. (Mukatil, Tefsir, 1/555). 

İşte Nadr’ın bu sözleri, Kuranda geçen esâtîrü’l-evvelîn kavramının temelini oluşturmaktadır. Kur'an’da anlatılan onlarca kıssanın bir anlamda terimleşmiş hali olan bu kullanım Nadr’ın sözü olarak kutsal metne dahil olmuş görünmektedir. Ancak burada bir ayrıma dikkat edilmelidir. Zira büyük oranda İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerin kıssalarına yer verilen kutsal metinde Mecusilerin kıssalarına yer verilmemektedir. Nadr’ın anlattığı İran kıssaları ise Kur'an karşısında bir alternatif kıssa kültürünü temsil etmekte ve fakat İsrailoğulları kıssalarının bölgedeki baskınlığı nedeniyle onların seviyesine ulaşamamış görünmektedir.

Ünlü oryantalist Nöldeke (ö. 1930)’nin Kur'an’da geçen kıssalar karşısında Nadr’ın anlattığı İran kıssalarının bir karşılaştırmasını yapmakta ve Bedir savaşında esir alınanlar arasında bulunan Nadr’ın sırf bu nedenle öldürüldüğünü söylemektedir. (Bkz., Nöldeke, Sketches from Eastern History, p. 30)

Mekke’nin sıra dışı zekalarından biri olduğuna hiç kuşku olmayan Nadr’ın Kur'an ile diyalektik ilişkisi sadece esatir ifadesinin geçtiği ayetlerle de sınırlı değildir. Daha onlarca ayet bizzat onunla ilişkili olarak nazil olmuş ve bazıları da doğrudan onu muhatap almıştır. Mesela Yasin suresinde (36/78) çürümüş kemiklerin un-ufak olduktan sonra tekrar diriltilmesinden, Şuarâ suresinde (26/204) azabın acele edilmesinden, En’am suresinde (6/93-4) Lât ve Uzza’nın kıyamet günü şefaatçi olamayacaklarından, Allaha iftira edilmesinden; Meâric suresinde (70/1) semadan taş yağdırılmasından, Enfâl suresinde (8/31-32) acı veren azaptan, Neml suresinde (67-68) toprak olduktan sonra tekrar diriltilmekten, Sâd suresinde (38/16) azabın hemen verilmesinden, yine En’am suresinde (6/8) Peygambere bir melek indirilmesinin gerekliliğinden, Yunus suresinde (10/3) putların kıyamette şefaat edeceklerinden, A’râf suresinde (7/187) dünyanın ne zaman son bulacağından, Enbiyâ suresinde (21/98) Allaha ibadeti bırakanların cehennem odunu olmalarından ve yine Araf suresinde (7/185) ölümün gelmesine kafa yormayanlardan, Furkân suresi (25/5) ve Nahl suresinde (16/103) Hz. Peygambere Kuran’ı birilerinin öğrettiğinden, Fâtır suresinde (35/42) peygamberin bir “nezir” olmasından, Rad suresinde (13/31-32) peygamberle alay edenlerden ve Câsiye suresinde (45/ 7-8) ayetlere karşı duyarsız olanlardan bahsedilmesi hep Nadir b. Haris ile ilişkilendirilmektedir.

Kuranın en girift meselelerinden biri olan ve Kehf suresinin nazil olmasına konu olan, Hz. Peygamberi zor durumda bıraktığı söylenen Zülkarneyn, Ashabı-Kehf ve Ruh meselesi ile ilgili olarak Medineli Yahudilerle teması sağlayan kişi de Nadr’dır. Buna göre Kureyşli müşrikler Hz. Peygamber’in nübüvvet iddiasıyla ilgili bilgi almak üzere Nadr b. Hâris’i Medine’deki Yahudi âlimlerine göndermiş, bu âlimler de Hz. Peygamber’e Ashâb-ı Kehf, Zülkarneyn ve Ruh hakkında soru sormalarını, bu sorulara cevap verdiği takdirde ona inanıp tabi olmalarını söylemişlerdir. Hz. Peygamber bu sorulara yönelik cevabı bir gün sonra vereceğini söylemiş, fakat bunu söylerken “inşaallah” demeyi unutmuştur. Bu hadisenin ardından vahiy kesilmiş, Hz. Peygamber’in beklediği vahiy gelmeyince oldukça zor anlar yaşamıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hz. Hatice’nin evi üzerine

Bir önceki yüzyılda, Suudiler iki büyük kötülük yaptılar. Birincisi büyük bir kültür mirasının tarihi izlerini tamamen yok edip ortadan kaldırdılar, ikinci ve daha önemlisi, özellikle 19. Ve 20. Yüzyılda ortaya çıkan arkeolojinin imkanlarından yararlanmayı tümden yasaklayıp güya kutsalı koruma bahanesinin arkasına sığınarak hem kutsal şehri mahvettiler hem de ceplerini doldurdular. Son dönemde büyük bir şamatayla duyurulan bir kitabın yayınlanması bağlamında bu kötü izlenimi ortadan kaldırmaya çalıştıkları anlaşılıyor. Söz konusu kitap, Hz. Hatice’nin ve dolayısıyla nübüvvetin en önemli tanıklıklarından biri olan evin hikayesi. Kitabın yayınlanma gerekçesi ve içeriği ise Mekke’de yapılan bir arkeolojik kazının ürünü olması. 2014 yılında yayınlanan kitabın adı The House of Khadijah bint Huwaylid. İngilizce ve Arapça olarak iki dilde basılan ve piyasaya sürülen kitabın üzerinde yazar olarak görünen isim A. Zeki Yamani imzasını taşıyor. Önce kitabın yazarından başlayalım. Kimdir Ze...

Kuran’da “zenim” kelimesinin anlamı üzerine

Kur’an’da 23 sene Velid bin Mugire aşağı As bin Vail yukarı deyip bütün kadrajını Hicaz-Taif-Medine’ye sıkıştırmış ve insanlığa son söyleyeceği sözün çapı oradaki 3-5 lavuk müşrik. Ve o müşrike Kur’an’da öyle küfürler var ki. Bir tanesini okuyayım mı size Kalem Suresi… Hem kel hem fodul ve üstüne üstük piç… Ama tabii meale öyle yazamazsınız. ‘Soysuz’ yazacaksınız. Aç. Adres de vereyim. Ferrâ’nın ‘Meâni’l-Kur’ân’ını aç, İbn-i Kuteybe’yi aç, nereyi açarsan aç. Nesebi bilinmeyen, onun bunun çocuğuna ‘zenîm’ denir Arapça‘da. İlahiyatçı yazar, Prof. Dr. Mustafa Öztürk tarafından ilk kez 2020 yılında bir konuşmada dile getirilen bu ifadeler geçtiğimiz günlerde bir kısım farklı muhatapların konuya dahil olmasıyla tartışmayı daha da alevlendirmiş ve bu tartışmalar boyunca Kuran sadece bir dolgu malzemesi olarak kullanılmaktan başka bir işe yaramamıştır. Tartışmanın odak noktası, Kalem suresi 13. Ayette geçen zenim ifadesinin piç anlamına gelip gelmemesidir. Öncelikle Öztürk gibi velut b...

Mekke'nin karanlık yılları

İslam ve Kuran’ın Mekke dönemi hem dinin ve kutsal metnin oluşum ve inşa evresinin hem de her ikisini tebliğ eden Hz. Peygamberin yaşamının çok büyük bir bölümünün geçtiği en uzun dönem olmasına rağmen hala bilinmeyenlerinin bilinenlerden çok olduğu bir  dönemdir. Bunu anlamanın en kestirme iki yolu vardır: biri Mekke kronolojisine bakmak, diğeri de Medine dönemi ile karşılaştırmaktadır.  Önce Mekke kronolojisini yansıtan şu tabloya bakalım: Sene MEKKE DÖNEMI KRONOLOJİSİ 570 Hz. Peygamberin doğumu ve Süt anneye verilmesi 571   572   573   574 Annesi Amine’ye iade edilmesi 575 Amine’nin ölümü ve Dedesinin himayesine verilmesi 576   577 Dedesinin ölümü 578 Ebu Talib ile Şama gidiş 579   580 ...

Büyük İskender’in Kuran’da ne işi var?

Başlıktaki ifadeden, meseleyi egzajere etmek ya da kutsal kitabımızı sorgulamak için kullanılmadığı sadece onu anlamak ve açıklamak gibi bir halis niyet taşıdığından emin olunmalı ve konuya yaklaşımımız belli bir müsamaha ile hoş görülmelidir. Aslında başlıktaki sorunun cevabı hiç de zor değildir. Zira Kuran’ın zamansal olarak tarihi şahsiyetlerden bahsetmesine ilişkin yakın ve uzak pek çok örnek bulunmaktadır. Örneğin Kuran’dan 30 yıl önce yaşamış Ebrehe’den bahsedilmesi, daha önce ashab-ı uhdut ’tan ya da 6 asır önce Hz. İsa’dan bahsetmesi nasıl mümkünse 9 asır önce MÖ. 356-325 yılları arasında yaşamış dünya tarihinin en istisnai isimlerinden İskender’den bahsetmesi de ilkesel olarak pekâlâ mümkündür. Ancak konumuz tarihi bir şahsiyet olarak Büyük İskender’in bizatihi kendisi olmadığından, özellikle Kuran’da anlatılan Zülkarneyn’in kimliği bağlamında ondan dolayısıyla bahsedilecektir. Kehf suresinde 83-98 ayetleri arasında adı üç defa geçen Zülkarneyn’den doğuya ve batıya seferle...