Ana içeriğe atla

Şehir Üzerine Bilimsel (!) Bir Makale

Şehir konusuna geosentrik yaklaşımın ne olduğunu merak ediyorsanız, siz de benim gibi şu başlıklı makaleyi görünce ilgisiz kalamazsınız: "Evrilme ve Aklıyla Buluşma Açısından "Akıllı Şehirler" Kavramı: Şehirler Nasıl Akıllı Olur? Geosantrik Yaklaşım". Nasıl kalabilirsiniz ki makalenin yayınlandığı derginin adı bile okutur: Journal of Urban Academy. Üstelik makale bir değil tam dört akademisyen tarafından hazırlanmışsa.   

Şehir konusuna ilgim nedeniyle başlığı görünce merakım daha da arttı. Giriş kısmında "Bu makale, medeniyetimizin ontolojik anlayışına uygun şehir ve şehre ilişkin kavramları öncelemek, irdelemek ve medeniyet perspektifimiz ile gerçekleştirilecek uygulamalara imkân sağlayacak bir yol haritası çizmeyi amaçlamaktadır."  (s. 266) cümlelerini okuyunca olabilir deyip okumaya devam ettim. Ancak okumam bir kabusa dönüşmek üzereydi; zira makalede şehir dışında her şeyden bahsediyordu.. Okuma deneyimim tam bir faciaya dönüşmek üzereydi: Zira makaleyi hazırlayan dört genç akademisyen sanki mühendis değil, ilahiyat formasyonuna sahip, Tefsir kürsüsü öğretim üyeleriymiş gibi bir intiba uyandırıyorlardı. Kuran'da geçen lüb (akıl) kavramının semantik analizine bile teşebbüs etmişlerdi:

      • "bir düzen sergileyen akıl "lüb" aklıdır ama bilimsel bakış onu tam tanıyamamıştır. Bu kapsamda aklın mekân tuttuğu yer bile tartışılmaktadır. Örneğin "lüb" aklının yeri beyin değil kalptir." (s.266)

Aslında ilgi alanım olması nedeniyle farklı disiplinlerden birilerini yazdıklarından istifade ederim düşüncesi ile daha bir dikkatle okuduğum makalede ümidim fazla sürmedi; zira her geçen cümle bir sonraki cümle hakkında hayal kırıklığımı daha da derinleştiriyordu. Makale sahipleri kendi alanlarını bilmedikleri gibi -muhtemelen dindar olduklarından- Kuran'ı ve dini de bilmiyorlardı. Zira gelişi güzel alıntı yaptıkları ayetlerin hiçbirine vakıf olmadıkları gibi pek çok kavramı da yanlış kullanıyorlardı:

      • "Literatür niteliğindeki ayetlerden anlıyoruz ki, bizim cansız, şuursuz olarak algıladığımız taş, toprak, eşya hissiz, şuursuz şeyler olmadıkları gibi, her biri hisseden şuurlu, kendine özgü akla sahip varlıklardır. “Yedi semâ, arz ve onların içindekiler O'nu tespih eder, Hiçbir şey yok ki, O'nun Hamdı olarak tespih etmesin. Fakat siz onların işlevini anlamıyorsunuz” (İsra suresi/44). (s. 269).

"Literatür niteliğindeki ayetler" ne demektir? Söz konusu yazıyı hazırlayanlar arasında Edebiyat fakültesinden biri olmalı deyip geçmek mümkün ama o da değil. Hepsi mühendis. Ancak bu mühendislerimiz, dışarıdan din eğitimi almış olabilirler yönündeki beklentimizi de boşa çıkarıyorlardı; zira kurulabilecek en abes ve içeriği boş cümleleri kurmakta bir an tereddüt etmiyorlardı: "ayet ve hadislerdeki bilgi enformasyonu ve epistemolojisi." (s. 269) cümlesine denk geldiğimde artık patlamak üzereydim. Neymiş? Ayet ve hadislerin epistemolojisi(ymiş)! Ayet ve hadis kelimeleri ile hiçbir anlam yakınlığı bulunmayan "bilgi enformasyonu" ya da epistemoloji kelimelerini bir araya getirmek ve fakat neticede hiçbir şey söylememek için nasıl bir eğitim aldıklarını düşündüm Yazı ilerledikçe asabım fena halde bozulmuştu. Zira neredeyse her satır ve her cümle yanlışlarla doluydu.  Üstelik yanlışlar sadece anlam ile ilgili değil, teknik terimlerin kullanımı, ayetlerin açıklamaları, cümle bozuklukları ve yorum diye ileri sürülen saçma-sapan ifadelere katlanmak adeta bir işkence halini almıştı. İşte o ifadelerden bazıları: 

      • "Kuran ve Sünnet prensiplerine uygun bir şehir inşası" (s. 272).
      • "bu anlamda en iyi mekân algısı Hz. Âdem'dedir denilebilir. Çünkü Hz. Adem dünyaya Cennet'i görerek gelmiştir." (s. 267).
      • "Bu misyonları nedeniyle şehirler Nebilerin, Resullerin ve velilerin ayak izlerini taşırlar." (s. 267).
      • Kur'ani anlayışta Allah’ın dışı yoktur: "Ehad olan Allah" bunu ifade eder ki bu gerçeklikten bakışta, Allah kelimesi ile ifade edilen mana, her şeyi kuşatan bir varlık olarak algılanır. (s. 267).
      • "Tevhide ulaşmış idrakin koordine ettiği her düşünce ve idrakte bağımsız bireylerin beraberliğine dayalı cemaatleşmeyle, tüketen değil, değerlendiren, üreten ve paylaşan yaşam merkezleri oluşturmaktır ki, bunun çok ileri örnekleri Asr-ı Saadet Medine'si, Osmanlı şehirleri ve Endülüs gibi birçok fotoğrafta mevcuttur." (s. 267)
      • "Bu anlamda müttaki olmak aslında “akıllı" olmaktır." (s. 269).
      • "Allah adına üstlendiği yetkiyle, yeryüzünü imar eden insanın ortaya koyduğu en önemli sanat eserlerinden biri şehirlerdir…. (s. 270)
      • "…geotasarım kavramı şehirleri “akıllıya” dönüştürmede kullanılabilecek etkin bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır. Sünnetullah bilgileri doğrultusundaki gerçek mekânın elde edilmesi…." (s. 270).
      • "Kur'ani anlayışta Allah’ın dışı yoktur: "Ehad olan Allah" bunu ifade eder….". (s. 267)
      • "Geotasarım kavramı Kur’ani bir temele dayanmakta ve ontolojik anlamda da ilk olarak Âdem (AS)’da ortaya çıkmaktadır" (s. 271)
      • "Şehirleri ümran anlayışıyla inşa edecek algı, halife olarak yüklenilen emaneti yaşayan, bunun gereği davranışları (salih amelleri) ortaya koyanların algısıdır ki bu zihin dünyasında şehir güzeldir." (s. 268)
      • "bu tablo insan eliyle bozulmuş din anlayışının doğal bir sonucudur...." (s. 268)
      • "Gerçek din algısıyla yaşayan insanın sahip olduğu öz akıl hata yapmaz..." (s. 268)
      • "Güzel şehirleri fiziki imkanlardan çok, vahiyden destek alan..." (s. 268)
      • "tüm mekânlara mescit hassasiyeti ile yaklaşma..." (s. 268).

Daha neler neler!...

Aslında bu makale, bir örnek olarak, ülkemizin akademik seviyesini göstermesi bakımından ibretliktir. Akademisyen olmak, kimseye hesabı verilmemiş birtakım bilgiler nakledip anlamsız ve saçma yorumlarla gaybı taşlamak hakkı vermez. Makalenin sayın yazarları, inandıkları gibi yaşamaya ve kişisel dünyalarında Kuran'dan akıllı bir şehir (!) modeli çıkarmak konusunda mazur olabilirler, ancak bilimsel bir dergide bunların birer hakikatmiş gibi sunmaya ve bilmedikleri bir alanda ahkam kesmeye hakları yoktur. Dile getirdikleri konuların hiçbir ilmi değeri bulunmadığı gibi ciddi anlamda ahlaki sorunları da bulunmaktadır. Önüne gelen ayeti gelişigüzel keyfine göre kullanmak adamlık da değildir. Peki bu makaleyi okuyan hakemlere ne demeli?.

Hasılı kelam hiçbir bilgi birikimine sahip olmaksızın, Kuran adına konuşmanın hiç de hoş olmayan neticeler doğuracağı, bu örnekte olduğu gibi anlamsız ve saçma bir hal alacağı düşünülmeden serd-i kelam etmenin en somut halini görmüş bulunuyoruz. Dolayısıyla çalakalem yapılmış çalışmalara sıkça rastlanan bu ülkede, hataların önüne geçebilmenin öncelikli şartı, çalışma sahiplerinin yazacağı konuda gerekli performansa sahip olmasıdır; hiç değilse eğer makaleyi hazırlayanlar tarafından bu performans gösterilmemişse ya da gösterilememişse, dergi yöneticilerinin kendi yazarlarını kontrol ederek hataların önüne geçmek konusundaki iradelerini kullanmasıdır. Daha üzücü olan ise sadece Mühendislik fakültelerinin değil tüm diğer fen bilimleri alanında eğitim veren kurumların giderek tek tipleştiği, İlahiyat fakültesine dönüşme eğilimi göstermesidir. Bizi burada ilgilendiren; makale sahiplerinden başlayarak, makaleye olur veren hakemleri, makaleyi yayınlayan dergiyi ve bu makaleyi bilimsel çalışma olarak kabul eden YÖK'ün nasıl olur da yüz kızartıcı bu hataya ortak olmalarıdır. Makaleye olur veren hakemler, yazıyı yayınlayan dergi sahipleri, en az yazarlar kadar sorumlu ve sorunludurlar. Zira kısa yoldan akademik unvan almanın bu kadar ucuz olduğu bir ülkede, kimse dini ve o dinin kutsal metnini bu denli eğip bükmeye hakkı yoktur, olmamalıdır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hz. Hatice’nin evi üzerine

Bir önceki yüzyılda, Suudiler iki büyük kötülük yaptılar. Birincisi büyük bir kültür mirasının tarihi izlerini tamamen yok edip ortadan kaldırdılar, ikinci ve daha önemlisi, özellikle 19. Ve 20. Yüzyılda ortaya çıkan arkeolojinin imkanlarından yararlanmayı tümden yasaklayıp güya kutsalı koruma bahanesinin arkasına sığınarak hem kutsal şehri mahvettiler hem de ceplerini doldurdular. Son dönemde büyük bir şamatayla duyurulan bir kitabın yayınlanması bağlamında bu kötü izlenimi ortadan kaldırmaya çalıştıkları anlaşılıyor. Söz konusu kitap, Hz. Hatice’nin ve dolayısıyla nübüvvetin en önemli tanıklıklarından biri olan evin hikayesi. Kitabın yayınlanma gerekçesi ve içeriği ise Mekke’de yapılan bir arkeolojik kazının ürünü olması. 2014 yılında yayınlanan kitabın adı The House of Khadijah bint Huwaylid. İngilizce ve Arapça olarak iki dilde basılan ve piyasaya sürülen kitabın üzerinde yazar olarak görünen isim A. Zeki Yamani imzasını taşıyor. Önce kitabın yazarından başlayalım. Kimdir Ze...

Kuran’da “zenim” kelimesinin anlamı üzerine

Kur’an’da 23 sene Velid bin Mugire aşağı As bin Vail yukarı deyip bütün kadrajını Hicaz-Taif-Medine’ye sıkıştırmış ve insanlığa son söyleyeceği sözün çapı oradaki 3-5 lavuk müşrik. Ve o müşrike Kur’an’da öyle küfürler var ki. Bir tanesini okuyayım mı size Kalem Suresi… Hem kel hem fodul ve üstüne üstük piç… Ama tabii meale öyle yazamazsınız. ‘Soysuz’ yazacaksınız. Aç. Adres de vereyim. Ferrâ’nın ‘Meâni’l-Kur’ân’ını aç, İbn-i Kuteybe’yi aç, nereyi açarsan aç. Nesebi bilinmeyen, onun bunun çocuğuna ‘zenîm’ denir Arapça‘da. İlahiyatçı yazar, Prof. Dr. Mustafa Öztürk tarafından ilk kez 2020 yılında bir konuşmada dile getirilen bu ifadeler geçtiğimiz günlerde bir kısım farklı muhatapların konuya dahil olmasıyla tartışmayı daha da alevlendirmiş ve bu tartışmalar boyunca Kuran sadece bir dolgu malzemesi olarak kullanılmaktan başka bir işe yaramamıştır. Tartışmanın odak noktası, Kalem suresi 13. Ayette geçen zenim ifadesinin piç anlamına gelip gelmemesidir. Öncelikle Öztürk gibi velut b...

Mekke'nin karanlık yılları

İslam ve Kuran’ın Mekke dönemi hem dinin ve kutsal metnin oluşum ve inşa evresinin hem de her ikisini tebliğ eden Hz. Peygamberin yaşamının çok büyük bir bölümünün geçtiği en uzun dönem olmasına rağmen hala bilinmeyenlerinin bilinenlerden çok olduğu bir  dönemdir. Bunu anlamanın en kestirme iki yolu vardır: biri Mekke kronolojisine bakmak, diğeri de Medine dönemi ile karşılaştırmaktadır.  Önce Mekke kronolojisini yansıtan şu tabloya bakalım: Sene MEKKE DÖNEMI KRONOLOJİSİ 570 Hz. Peygamberin doğumu ve Süt anneye verilmesi 571   572   573   574 Annesi Amine’ye iade edilmesi 575 Amine’nin ölümü ve Dedesinin himayesine verilmesi 576   577 Dedesinin ölümü 578 Ebu Talib ile Şama gidiş 579   580 ...

Büyük İskender’in Kuran’da ne işi var?

Başlıktaki ifadeden, meseleyi egzajere etmek ya da kutsal kitabımızı sorgulamak için kullanılmadığı sadece onu anlamak ve açıklamak gibi bir halis niyet taşıdığından emin olunmalı ve konuya yaklaşımımız belli bir müsamaha ile hoş görülmelidir. Aslında başlıktaki sorunun cevabı hiç de zor değildir. Zira Kuran’ın zamansal olarak tarihi şahsiyetlerden bahsetmesine ilişkin yakın ve uzak pek çok örnek bulunmaktadır. Örneğin Kuran’dan 30 yıl önce yaşamış Ebrehe’den bahsedilmesi, daha önce ashab-ı uhdut ’tan ya da 6 asır önce Hz. İsa’dan bahsetmesi nasıl mümkünse 9 asır önce MÖ. 356-325 yılları arasında yaşamış dünya tarihinin en istisnai isimlerinden İskender’den bahsetmesi de ilkesel olarak pekâlâ mümkündür. Ancak konumuz tarihi bir şahsiyet olarak Büyük İskender’in bizatihi kendisi olmadığından, özellikle Kuran’da anlatılan Zülkarneyn’in kimliği bağlamında ondan dolayısıyla bahsedilecektir. Kehf suresinde 83-98 ayetleri arasında adı üç defa geçen Zülkarneyn’den doğuya ve batıya seferle...

Kur'an ve İranlılar -VIII-

Kur’an’a özgü yalın ifadelerden biri olan esatirü’l-evvelin  ilginç bir kullanım olduğu kadar aynı zamanda bir izlek olarak Kuran ve İranlılar ilişkisini kısmen de olsa deşifre edici özellikler taşımaktadır. Usture kelimesinin kökeni Yunanca, Aramice ve Süryanice dillerine dayanıyor. “Tarih” anlamına gelen  historia  ya da  storia ’ dan Arapça geçmiş ve Kur’an’da da kullanılmıştır. Evvelin ifadesi ise “geçmiş milletler”, “ilkel topluluklar” anlamıyla bir terkip halinde daha çok “eskilere ait efsane ve masallar" anlamında olumsuz bir çağrışıma sahiptir. Bu ifadenin geçtiği 9 farklı yerde ikili bir anlam konseptinde kullanılmıştır: Biri öldükten sonra tekrar dirilmeye inanmayan Mekkeli paganların bunu eskilerin masalları olarak nitelemeleri (Mü’minun 23/81-89; el-Furkan 25/5), diğeri ise Kuran’da büyük bir yer tutan kıssaların benzerlerini kendilerinin de uydurabileceklerini söyleyenlere karşı bir meydan okuma bağlamında geçmektedir: ·     ...