"Kur’an'da Devlet" ya da "Kur’an'a Göre Devlet" şeklinde başlayan tüm ifadelendirme biçimleri daha başlangıçta bir varsayımdan hareket ederler; buna göre Kur’an’dan bir siyasal rejim çıkarılabileceği gibi ondan bir devlet modeli de çıkarılabilir.
Aslında bu tür teşebbüsler içeriği boş bir hevesten öte aynı
zamanda modernizmin getirdiği marazi bir tutumdur da. Modern dönemde sıklıkla
görülen "Kur'an'a göre…." diye
başlayan hazır paketlerin içeriği fark etmiyor; dönem dönem değişkenlik
gösterebiliyor: Kadın, faiz, tesettür, bilim vb. şeklinde çok geniş bir alana
yayılan ve belli bir ideolojik bakış açısının ürünü bu tür tez, kitap,
makalelerin en önemli sorunu ahlaki bir zaaf içermesi değil; aynı zamanda bilgi
yetersizliği ve ona eşlik eden analiz yeteneğinden mahrumiyettir. Kur’an’da
olmayan bir şeye okuyucuyu ikna etmeye dönük bu tür çabalar sadece ideolojik bir
tutumun ürünüdür.
Bu nedenle biz, başlığı "ve" bağlacı ile özellikle
ayırmak suretiyle konuya ideolojik bakmadığımızı, ontolojik olarak iki farklı
şeyden bahsettiğimizi özellikle belirtmek istedik.
Aslında Kur’an ve Devlet ilişkisini sorgulamak
en genel ifadesiyle Din ve Devlet ilişkisini ve gelişimini sorgulamak demektir.
Zira tarih boyunca Din ve devlet birlikte, kol kola yürümüş; Devlet denen aygıt
savaşlar ve fetihler yapmış, Din ise bunun haklı gerekçelerini üretmiştir.
Devlet modern bir tanım olsa da tarihi
kökenleri 3000 yıl öncesine, Sümerlere kadar gitmekte ve uygarlığın başlamasına
koşut olarak ilerlediği söylenebilir.
Bu nedenle Kur’an'ın nazil olduğu döneme kadar
geçen sürede Devlet olgusunun gelişim seyri içinde, Hz. Peygamberin ve daha genel anlamda Arapların konumunu tayin ve tespit etmek gerekmektedir.
Önce genel bir durum tespiti yapmak
gerekiyor:
Modern antropologlar insanlık tarihinde Devlet
aygıtının ortaya çıkışında çeşitli tezler ileri sürmekte ve en genel anlamda dörtlü
bir ayırıma gitmektedirler. Buna göre tüm toplumlar yönetim biçimi olarak
kabaca dört gurupta ele alınabilir.
1. Oba
2. Kabile
3. Şeflik
4. Devlet
Oba, idari bir yönetim biçimi
olarak en küçük birimdir. İnsanlar en azından 40 bin yıl öncesine kadar obalar
halinde yaşıyorlardı ve bu durum MÖ. on binlere kadar devam etmişti. Göçebe halinde
yaşıyor bu insanlar az sayıda kişiden oluşuyordu. Akrabalık bağı esastı,
eşitlikçiydiler, yiyecek üretimleri yoktu, avcı ve toplamacıydılar. İş bölümü
değil iş birliği yapıyorlardı. Ticaret henüz yoktu, değiş tokuş yapıyorlardı.
Toprağın denetimi guruptaydı. Kölelik yoktu, kaymak tabaka (aristokratlar)
yoktu, bina yoktu, yazı yoktu.
Kabile,
bir sonraki aşama olarak ortaya çıktı ve obada geçerli olanların birkaçı
dışında büyük çoğunluğu burada da geçerliydi. Sadece oba yüz kişiden az iken
kabile sistemi yüzden çok ama binden az insanı içeriyordu. Burada obadan farklı
olarak ilk kez köy ortaya çıktı. Yerleşim yeri olarak köy'ün ortaya çıkmasıyla
buna bir de “ulu kişi” eşlik etti.
Şeflik, kabile sisteminin daha
gelişmiş şekliydi. Yerleşim yeri yine köydü ama kabile sisteminden farklı
olarak artık birden fazla köy vardı. Nüfus ise binlerle ifade ediliyordu.
Akrabalık ilişkileri devam etse de ilk kez küçük sınıflar ortaya çıktı. İdari
yapılanmada babadan oğula geçen bir sisteme geçildi. Anlaşmazlıklar
merkezileşti. Yiyecek üretimi başladı. Küçük iş bölümleri görülüyordu. Toprağın
denetimi şefin elindeydi ve şeflikler genelde en iyi toprakları kontrol
ediyorlardı. Kölelik ve aristokrasi ilk kez burada görülmeye başladı. Kurumsal
dinin ortaya çıkmaya başladığı evre de burasıydı. Dolayısıyla tapınak (mabed)
da bu dönemin ürünüydü. Bazen tanrısallığı kendisinde topladığını iddia eden
şef bazen de bunu şaman, rahip ve din adamları üzerinden yapıyordu.
Devlet, insanlığın yüzbinlerce yıl
içinde geliştirdiği en yetkin haliyle uygarlığın başlamasının tetikleyicisi
oldu. Bu dönemin en önemli farklılıklarından biri ilk kez şehrin ortaya çıkmasıydı.
Ve bu şehirlerin sayısı da bir çoktu. Bunlardan biri daha önce hiç görülmemiş
bir şekilde yönetimin merkezi olarak başkentti. 50 bin ve üstü toplulukların
yaşadığı yerlerdi. İlk kez merkezi yönetim vardı. Anlaşmazlıklar merkezden
çözülüyordu. Yasa ilk kez bu evrede göründü ve onu uygulayacak bürokrasi ortaya
çıktı. Yönetim tamamen iş bölümüyle gerçekleşmeye başladı. Yoğun bir yiyecek
üretimi meydana geldi. Değiş tokuş ekonomisi alışverişe ekonomisine döndü,
doğal olarak ilk kez vergi ortaya çıktı. Toplum tek olmaktan çıktı, karmaşık
hale geldi. Yazılı okur yazarlık ilk kez burada görüldü. Aristokrasi ile
birlikte, karşıtı kölelik yaygınlaştı. Kamu binaları vardı artık. Siyaset bilimciler,
dünyanın farklı coğrafyalarında devletin ortaya çıkışını; Mezopotamya
bölgesinde 3500'lerde, Çin ve Güney Asya'da İslam'dan 700 sene önce, Orta
Amerika'da MÖ. 300'lerde, Batı Afrika'da İslam'dan 500 sene sonraya
tarihlendirdiler. (Ayrıntılı bilgi için bk. J. Diamond; Tüfek, Mikrop ve Çelik, 314-347)
Bu tabloda yönetimsel olarak izaha muhtaç
birkaç ayırım üzerinde durmak gerekir: Öncelikle tarihsel bir döngü olarak tüm
obalar bir süre sonra kabileye, kabileler büyüdükçe şefliğe, şeflikler de
büyüdükçe devlete ve devletler de daha büyük yapılara, imparatorluğa
dönüşmüşlerdir. Bugün insanlık farklı bir dönem yaşasa da insanlık tarihi
boyunca yönetimsel şema değişmemiştir. Devlet olma sınırına gelmemiş obalar,
kabileler ve şeflik yönetimlerinin hiçbirinde şehir ve yazı yoktur. Yine
Devlette tek bir kökene ve tek bir dile bağlılık bulunmamaktadır. Pek çok köken
ve pek çok dil söz konusudur. Devlet ve din ilişkisinin görünür kılındığı
alanlardan biri olan, savaşlar diğerlerinde de vardı ancak devletin selameti
için fedayı can etmek hiçbirinde yoktur.
Devletin ortaya çıkışında gerekçe olarak ileri
sürülen görüşler arasında ikisi hayli öne çıkar; biri artan nüfus hacminin
büyümesi diğeri ise Mezopotamya, Kuzey Çin, Meksika ve Mısır'da geniş çaplı
sulama sistemlerinin devletlerin ortaya çıktığı bir zamanda inşa edilmesiydi.
Obadan kabileye, kabileden şefliğe geçişte ve nihayet şeflikten devlete geçişte
en önemli belirlenim büyüyen nüfus hacmiydi. Ayrıca kabile ve şeflik arasındaki
geçişkenlik de izaha muhtaçtır. Kabile yönetiminin şefliğe dönüşmesinin nedeni,
topluluk büyüdükçe yabancılar arasındaki anlaşmazlıkları çözüme kavuşturma
ihtiyacıdır. Kabile sisteminde herkes herkesle ya kan bağı ile ya da evlilik
ile hısım akrabadır. Şeflik anlaşmazlıkları çözmede bu sisteme göre bir adım
daha ileridir ve kısmi bir merkezileşme söz konusudur.
Şimdi bu tablo/tasnif içinde 7. Yüzyıl Arapları (Kureyş) nerede durmaktadır? Bunun tespiti doğru yapılırsa başlıkta ifade edilen Kur’an ve Devlet ilişkisi hakkında dile getirilecekler bir anlam dizgesine sahip olacaktır. Konunun daha sağlam ve doğru bir zeminde tartışılması mümkün hale gelebilecektir..
Bir defa Kureyş ve Arapların 6. Yüzyıla kadar
ki pozisyonları onları ikinci gurup (kabile) içinde mütalaa
etmeyi gerektirmektedir. Ancak Hz. Peygamberin vefat ettiği 7. Yüzyılın ilk çeyreğini biraz
geçe, önemli bir gelişme kaydettiği muhakkaktır. Zira en azından Arabistan
bölgesinde tüm kabilelerin birliği sağlanmış, Ebu Bekir döneminde bir kısım dinden dönme (irtidat) teşebbüsleri vuku bulmuş olsa da kısa sürede bunlar kontrol altına
alınmıştı. Dolayısıyla Senetül-vüfud denilen hicri 9 sene bu açıdan büyük önem taşır. Mekke döneminin sonuna kadar tam bir kabilesel yönetim egemen
olsa da Medine döneminin özellikle sonlarına doğru artık bir kabilesel
yönetimden değil bir şeflikten söz edilebilir. Babalarının feci ölümü üzerine önce Hasan sonra Hüseyin’in, onların karşısında da önce Ebu
Süfyan’ın oğlu Muaviye’nin ve ardından onun oğlu Yezid’in başkanlık (riyaset) için ısrarlı
olmaları ve kan dökmeleri bu anlamda kayda değerdir. Hz. Peygamberin vefatına yakın ümmet
olgusunun belirginleşmesi ve sonrasında ilk büyük tartışmanın hilafetin
Kureyşiliği olması da hatırlanmalıdır. Ancak yine de ortada bir
devletten bahsetmek hayli zordur.
Doğrusu Müslüman toplumun devlet mekanizması
ile ilk yakın teması Kur'an nüzulünün tamamlanmasından sonra ortaya çıkmıştır. Bu
bağlamda özellikle üç dönem ve üç isimden söz edilebilir: Hz. Ömer (634-644), Muaviye (661-680) ve
Halife Abdülmelik (685-705).
Bu üç ismin arasındaki dönemsel farklılıklar dikkate alındığında; siyasal ve toplumsal olayların uzun analizlerini gerektiren bu evrenin tek bir belirleyicisi yoktur. Eğer illa ki bir devlet organizasyonundan söz edilecekse Hz. Ömer ve Muaviye ilkel de olsa bir başlangıç olarak görülebilir. Ancak bu iki isim döneminde de ortada hala kurumları oturmuş bir devlet yapılanmasından söz edilemez. Bunun için 8. yüzyılın başlarına doğru, belki Halife Abdülmelik'i beklemek gerekecektir. Onunla birlikte, doğal bir gelişimin sonucu olarak, Hicaz Arapları tarihte ilk Devlet tecrübesiyle yüz yüze geleceklerdir.
Kuşkusuz kabaca verdiğimiz bu taslak için daha derinlikli analizlere ihtiyacın olduğu açıktır, ancak yazıyı uzatmamak için (şimdilik) son bir noktaya temas edip konunun Kuran ile bağlantısına kısa ve özetle temas edilecektir.
Modern dönem düşünür ve yazarları tarafından çok sık olarak; Mekke site devleti ya da Medine site devleti tanımlamaları yapılmaktadır. Bunlar arasında siyer ve Kur'an üzerine derinlikli çalışmaları ile haklı bir üne sahip olan Montgomery Watt (ö. 2006) ve Muhammed Hamidullah (ö. 2002) özellikle zikredilmelidir. Ancak ne var ki gerek bu iki değerli ilim adamının dile getirdikleri gerekse akademik camiada yazılanların hiçbiri iddialarını destekleyecek güçlü kanıtlar ileri sürememektedirler. Dolayısıyla dile getirilenler ikna edici olmaktan çok, retorik seviyesini aşamamış iddialardır.
....
Kur’an ve siyasal erk ya da Devlet arasında bir korelasyon kurulacaksa iki öncülü daima hatırda tutmak gerekmektedir: Birincisi, devlet kelimesi başta olmak üzere Kur’an'daki siyasal içerikli kavramların hiçbiri bugün bilinen ve kullanılan anlama gelmemektedir. Bu tıpkı, Kur'an'da geçen şia terimi ile bugün bilinen anlamdaki şiiliğin lafzi benzerlik dışında bir ilişkisi bulunmaması gibidir. İkinci olarak ise Kur'an'da siyasal ve toplumsal kavramların semantik alanı belirlenirken İslam'ın bir din olarak "devletsiz bir toplum"da ortaya çıktığı daima hatırda tutulmalıdır.
İslam dünyasında "İnsanın fıtraten toplumsal bir canlı" (الانسان مدني بالطبع) oluşu temelde Aristotalyen anlamda onun "siyasal bir canlı" (zoon politikon) ifadesinin karşılığı olarak kullanılsa da aslında toplumsal olan ile siyasal olan arasında ince bir ayırım gözetilir. Bu temel yaklaşıma uygun olarak Kur'an'da, kesin çizgilerle bir ayırım olmasa da siyasal olan ile toplumsal olan arasında yine de bir ayırım varsayılabilir.
Buna göre, Kur'an'da siyasal içerikli kavramlar ile toplumsal içerikli kavramlar iki ayrı alan olarak görülebilir. Siyasal içerimli kavramları; hilafet, imam, emr, sultan, şeriat, şura, ulü'l-emr, icma, adalet, mülk, hüküm, hakimiyet olarak belirlemek mümkün iken toplumsal içerimli kavramları ise ümmet, millet, kavm, kabile, asabe, aşiret, cibill, fasile, fırka, fevç, fietü, hizb, raht, sıbt/subat, şia, taife şeklinde sınıflandırmak mümkündür.
Ancak bu ikinci dereceden bir ayırımdır. Birincisi, ikinciye göre daha özseldir. Ancak bu ayırımın zamana bağlı olarak siyasal ve toplumsal bir gelişim seyri izlendiği daima hatırlanmalıdır.
Özellikle nüzul çağında din, devlet ve toplum şeklindeki üçlü saç ayağı (the three circles) ve bu üçlünün gelişim seyri dikkate alınmadan yapılan yorumlar eksik kalacaktır. Kur'an açısından bu üç kurumsal yapıdan en belirleyici olan kuşkusuz Din'dir. Dolayısıyla Hz. Peygamber dönemi için din ve toplum büyük bir değişim ve dönüşüme uğrarken, Devlet denen organizasyon peygamberi hemen takip eden dönemden itibaren küçük ölçekli değişim ve dönüşümlere uğramış, daha köklü bir değişim ise oldukça sonraki dönemde gerçekleşebilmiştir.
Devlet sözcüğü, Kur'an'da isim formunda bir yerde Duleten (دولة) şeklinde, fiil formunda ise yine bir yerde (نداول) şeklinde geçmekte (59/7, 3/140), fakat her iki kullanımda da bilinen anlamda devleti ifade etmemektedir. Bazı modern dönem yorumcuları, özellikle Haşr suresinde geçen (59/7) ifadeyi, bugün bilinen devlet anlamına yorumlamışlarsa da klasik dönem müfessirleri için hiç de böyle değildir. Dolayısıyla söz konusu her iki kullanım da o zamanki devlet kavramı ile bile doğrudan bir ilgisi bulunmadığına göre, Devlet kelimesinin bir terim olarak Kur'an'da geçmediği rahatlıkla söylenebilir. Hatta idari birimler anlamında devleti karşılayacak bir kelimenin değil Kur’an’da, Arap dilinde olup olmadığı tartışılmıştır. (Crone, Medieval İslamic Political Thought, 4)
Özetle söylemek gerekirse; Kur’an ve Devlet konusu, çok boyutlu yönleriyle; ondaki toplumsal ve siyasal içerimli kavramların yapı sökümü yapılmadan, ayrıca Hz. Peygamberin yaşadığı dönemin reel-politiği ile ilişkilendirilmeden, iki yönlü bu ilişkinin sosyal, kültürel, ekonomik, siyasal ve toplumsal dinamikleri ortaya konulmadan anlaşılamaz. Bu anlama faaliyeti için devam edeceğiz.
Yorumlar
Yorum Gönder