Dikkat edilirse Kur'an ve Devlet, Kur'an ve Şehir gibi başlıklar özenle bir ayırım yapmayı gerektirip, ontolojik farklılığı belirtmek ve kesin çizgilerle ayırmak için bir "ve" bağlacı özellikle kullanılırken başlıkta görüldüğü üzere, "Kur'an'da Ticaret" demekle onda hem kavramsal hem de olgusal olarak ticaretin varlığını olumlamış oluyoruz. Ancak yine de Kur'an'dan ekonomik bir model çıkarma teşebbüsünün pek olası olmadığı özellikle belirtilmelidir; zira günümüzün yaygın ifadesiyle "nass ekonomisi" salt siyasi bir söylem olmanın yanında, dini ve akademik çevreler tarafından da bilimsel (!) içerikli yorumlar ile beslenmektedir.
Kur'an ve ticaret
ilişkisi oldukça girifttir. Bu ilişkinin tüm yönleriyle açığa çıkarılması,
çözümlenmesi ve analiz edilmesi uzun tetkiklerin konusu olduğundan biz (şimdilik) bir giriş mesabesinde bu yazıda bazı hususlara dikkat çekmekle yetineceğiz. Konunun önemli olduğunun altını özellikle çizerken, Müslümanların hem ticaret ve ekonomi konusundaki öngörülerinin sağlıklı ve tutarlı olabilmesi hem de kutsal metin anlayışlarının yeniden gözden geçirilmesi biraz da bu konuyla ilgilidir.
Öncelikle Kur'an, her ne kadar çöle nazil olduysa da çöl ortamında değil Mekke'nin ticari atmosferinde zuhur etti. Dolayısıyla Kur'an ayetlerine yansıyan pek çok ifade, Mekke'nin ticari gelişmişliği ile doğrudan ilgilidir. Onda ticarete ilişkin onlarca ifade kullanılmakta, ticaret olumlu ve övücü bir tarzda anlatılmaktadır. Dahası bizzat Allah'ın kendisi bir tüccar gibi nitelenmekte, müminlerle bir nevi ticaret ilişkisini anımsatır bir dil kullanılmaktadır.
Peki bunun anlamı nedir ve Kur'an ile Ticaret arasında nasıl bir ilişki vardır?
Doğrusu Kur'an ve ticaret ilişkisi, 7. Yüzyıl Mekke'nin ticari atmosferi bilinmeden, Kureyş suresinde dile getirilen "yaz ve kış ticari seyahatler" ifadesinin Kur'an'ın bütününe nasıl nüfuz ettiği gösterilmeden ve bunların Hz. Peygamberin ticari geçmişiyle irtibatlandırmadan kolay anlaşılabilir görünmüyor.
Kur'an, Hz. Peygamberi bir tüccar olarak nitelemez. Kırk yaşına kadar böyle bir geçmişi olsa da Kur'an açısından O sadece bir elçidir (resul/nebi). Ancak ayetlerin bütünü dikkate alındığında ve kırk yıllık ticari geçmişin vahye yansımadığını söylemek zordur. Kısaca Kur'an'ın dili biraz da elçinin dilidir aynı zamanda. O nedenle onda ticarete ilişkin büyük bir kavramsallaşmanın varlığı hiç de şaşırtıcı değildir.
Müstakil olarak Kureyş suresinde ticarete yapılan vurgu ondan hemen önce gelen Fil suresiyle yakından ilgilidir ve klasik dönem müfessirlerince ikisinin tek bir sure gibi yorumlanması boşuna değildir. Bunun başlıca nedeni Kabe'nin kutsallığıdır. Gerek Mekke gerekse Kureyş'in güç aldığı, sırtını dayadığı Kabe'nin kutsallığı, sadece Kureyş'e değil hem Mekke'ye hem orada yaşayanlar üzerindeki etkisi ve çok tabii olarak Hz. Peygamber'in de bir Kureyşli ve Mekkeli olması, en temelde farklı surelerde anlatılan Hz. İbrahim ve oğlu İsmail ile ilişkilendirilmesi de bu nedenledir. Kur'an'ın kurduğu bu kutsallık ilişkisi hem şehri (Mekke) hem de şehirde yaşayanları (Kureyş) önemli ve ayrıcalıklı kılıyordu.
Aslında Mekke, Kureyş ve Kabe üçlüsü bir arada düşünüldüğünde, ticaret bir dördüncü unsur olarak bunlara eşlik etmektedir. Dört ayaklı sağlam bu piramidin en tepesine bir süre sonra Kur'an yerleşecektir. Ancak Kur'an'a geçmeden önce bu dört saç ayağının birbiriyle nasıl bir kopmaz bağ oluşturduğuna kısa da olsa temas etmek gerekiyor:
Bu dörtlü saç ayağının (Mekke-Kabe-Kureyş-Ticaret) kurulmasında iki isim büyük önem taşır. Bunlardan biri Hz. Peygamberin atalarından beşinci nesil dedesi Kusay b. Kilab (ö. 480) diğeri ise yine Hz. Peygamberin büyük dedesi Haşim (ö. 524)'dir. Kusay, özellikle Mekke'nin önemli bir yerleşim alanı olmasında, Kureyş'in şehirdeki pozisyonunun güçlenmesinde, Kabe'nin bakım ve görümü noktasında hiçbir isim onun kadar etkili olmuş değildir. Kabe'nin merkezde olduğu bir toplumsal dokunun inşasında bir şehir olarak Mekke ve o şehrin sakinleri olarak Kureyş, Kusay'a çok şey borçludur. Ancak Kusay'ın inşa ettiği yapı üçlüdür ve bir ayağı eksiktir. Ticaret ayağının bu üçlü yapıya eklenmesi ise kendisinden iki nesil sonra gelecek torunu Haşim ile tamamlanmıştır. Haşim, Mekke'nin ticari olarak dışa açılmasını sağlamış, Yemen-Suriye ve Habeşistan gibi ülkelerle ticari antlaşmalar yapmış, bu sayede dışa kapalı Mekke’yi bir anlamda dışa açmıştır. Kureyşli tüccarlar bundan sonra Şam ve Yemen başta olmak üzere civar bölgelere sıklıkla ticari seferler düzenlemiş ve gelirlerine gelir katmışlardır.
Nihayet Hz. Peygamber ve vahyin başlamasıyla Kur'an bu piramidin en görkemlisi olarak tepeye yerleşmiştir ki bu piramidin her bir parçasının Kur'an'da çok önemli yapısal özelliklere sahip olduğu, birbiriyle kopmaz bağlar oluşturduğu ilerleyen yazılarda gösterilmeye çalışılacaktır.
Ticari deneyimin Hz. Peygamberin yaşamında çok önemli kazanımlar elde ettiğine kuşku yoktur. İlk eşi Hz. Hatice ile olan evliliği en temelde bir ticari birlikteliktir aynı zamanda. Ancak bundan başka Mekke döneminde ticaret ortağı edindiği bazı arkadaşlarından (Saib adında biri bunlardandır) söz edilmektedir. Hem Hicaz bölgesinde hem daha geniş bir coğrafyada farklı inanç, duygu ve düşünceye sahip insanlarla karşılaşması onu çok yönlü olarak bilgi ve görgüsünü geliştirdiğine dair pek çok kayıt vardır.
Peygamberlik sonrası yaşamında özellikle Medine döneminde önceki ticari deneyimlerinin etkisinin olduğu çok bellidir. Medine'de ticaret Yahudilerin tekelindeydi, Peygamber Medine'ye gelince yaptığı icraatlardan biri orada bir pazaryeri (es-Sûk) kurdu ve başka bir icraat daha yaptı: Medine'de trampa denen takas yerine paraya, nakde dayalı bir alış-veriş yapmayı teşvik etti. Bu Araplar için yeni bir şeydi ve bir anlamda değiş-tokuşun, alış-verişe evrildiği yeni bir dönemdi. Aynı şekilde Medine döneminde ihtikar yapan, malını stoklayıp değerinin artmasını beklemek yani onu alış-verişe sokmamak konusunda kaynaklarda pek çok kayıt bulunmaktadır.
Bir şehir kimliği ile Mekke'nin sık sık beled, ümmül-kura, bekke isimleri ile anılması, Kabe'nin beyt, beytül atik, beytül-haram, meşaril-haram, mescidül-haram şeklindeki isimlendirmeler yanında hac ve menasikine yönelik onlarca kelimeden (müzdelife, mina, makam-ı İbrahim, arafat vb.) çok geniş bir semantik alan oluştururlar. Kureyş ise bu bağlamda müstakil bir sureye konu olması yanında yine pek çok ayette kendine atıflar yapılmaktadır. Ve nihayet ticaret konusunda onlarca farklı kelimenin farklı türevleriyle birlikte yüzlerce kez kullanılması yanında ticari ürünler, ticari ilişkiler, ticari ahlak vb. pek çok olgusal örnekler bu piramidin parçalarını oluştururlar.
Kur'an'da büyük bir yekûn tutan Hac ve Umre ibadeti yanında "barış ve huzur ayları" anlamına gelen haram aylar ya da nesi uygulaması (9:36-37), en temelde tüm Arap kabilelerini Mekke'ye çekmek, orayı yağma, baskın ve talan gibi çölün güvensiz ortamında en azından senenin önemli bir bölümünü güvenli hale getirmek ve ticari faaliyetlerini daha sağlam bir zeminde yapmalarını sağlıyordu. Zaten Ukaz, Zulmecaz, Mecenne panayırları söz konusu haram aylarda kurulurdu. Cahiliye Araplarının ticarî amaçlarla icra ettikleri bu uygulama, Kur'an ve Hz. Peygamber tarafından onaylanarak devam ettirilmiştir. Bedir öncesinde, bir Kureyş kervanına düzenlenen saldırının bu aylara rastlaması, müşriklerin "Muhammed haram aylarda adam öldürmeyi helal kıldı" algısı nedeniyle Kur'an vahyine yansıdığı (Bakara 217) bilinmektedir. Kureyş haram aylarda elde ettikleri karı ikiye katlıyordu. Ayrıca besl uygulaması denen, dört haram aya dört ay daha ekleyerek ticaretlerini daha rahat ve güvenli bir ortamda yapmaları din ve ticaret ilişkisinin Orta çağ dünyasına özgü tipik bir göstergesidir.
Öte yandan Mekke'de "erdemliler hareketi" anlamına gelen hılfü'l-füdul, genel kanının aksin, her türlü haksızlığa bir karşı koyuştan ziyade en temelde Mekke'nin ticaretine ket vuran olaylar karşısında bir tavır alıştı. Humus ehli (Ahmesilik) ise daha özele iner ve Kureyşlilerin diğer kabilelere karşı Kabe merkezli üstünlüklerini ifade ederken onları (ticari) rakipleri karşısında bir adım öne çıkarıyordu. Humus ehli uygulamasının özellikle Ebrehe'nin Kabe'yi ortadan kaldırma teşebbüsünün sonuçsuz kalması sonrasına denk gelmesi tesadüf olmamalıdır. Kureyşliler bunu fırsata dönüştürmeyi hemen becerdiler; kendilerini ehlullah olarak görüp, bu ayrıcalığı ticari çıkara tahvil ettiler. Hac ve kutsallıktan yararlanarak ticari faaliyetlerini genişletmek ve daha da büyütmek zaten en büyük amaçlarıydı. Hac ve ticaret böylece bir araya gelmesi mümkün oldu. Hılfü'l-füdul ve humus ehli gibi oluşumlar Mekke'nin iç ticari yapılanmasına yönelik bir önlemdi; bir de merkezin dışına doğru önlemler alınmalıydı. Bunların en hayati olanı ise çölün güvenliksiz yollarında pusu kuran, ticari kervanların korkulu rüyası olan korsan kabilelerdi. Bunların bir kısmını Kabe'nin kutsallığı durdursa da çoğu barbar bu kabileleri hiçbir şey engelleyemiyor, önlerine çıkan her şeyi yakıp yıkıyor ve talan ediyorlardı. İşte bunlara da Mekkelilerin yaptığı ticaretten belli oranlarda kar payı verilerek kontrol altına alınıyorlardı.
Panayırların kurulduğu mevsimlerde ise Mekke'ye gelenlerin aynı zamanda putları ziyaret etme, onları tavaf etme uygulaması ticari faaliyetlerin dini boyutuyla yakından ilişkiliydi. İslam öncesinde Ka'be'de bulunan putların ekonomik canlılığa katkıları dikkate alındığında, Kur'an'a yansıyan pek çok put adından Lat, Menat, Uzza, Hubel, Bahire, Saibe, Vasile, Hami'nin Kur'an'da sıkça zikredilmeleri olgusal/bağlamsal olmasa da kavramsal düzeyde ticaretin semantik alanına bir şekilde dahildirler. Pagan kültürünün hakim olduğu Mekke'de, her kabilenin kendi putunu ziyaret için oraya gelişinin ekonomik katkısı dikkate alındığında; 360 adet puta takdim edilen hediyeler, kesilen kurbanlar ve adanan adaklar belli bir ekonomik canlılık sağlıyordu. Bu putların yanına, elbise, kılıç, altın ve gümüş bırakılması ticari sirkülasyonun boyutlarını gösterir. Mekke'de putların ticaretinin yapılmasına dair kayıtlar arasında önemli Kureyşlilerin adı geçmektedir. Bu ise ne kadar çok put o kadar çok gelir demektir. Kur'an'da geçen ezlam kelimesinin, ticari bir sefere çıkmadan fal oklarına verilen isim olması bu meyanda hatırlanmalıdır.
Aslında denilmek istenen, Kur'an'da ticaret ile ilgili onlarca sayıda kelimenin varlığı dikkate alındığında meselenin Kur'an morfolojisini ne denli etkilediği hemen fark edilecektir. Kur'an'ın en önemli dört ana hedefinden birinin ahiret olduğu düşünülürse mesela ticaretin vazgeçilmez kavramlarından biri olarak tartmak, ölçmek-biçmek, tartı aleti anlamına gelen mizan kelimesinin ahireti betimleyen en başat kavramlardan biri haline dönüşmesi bunun örneklerindendir. "Mizanda amellerin hafif gelenlerin hüsrana uğrayıp ebedi olarak cehenneme gitmesi"nden söz eden ayette (23/103) hüsran ifadesinin ticari yönden kayıp anlamına gelmesi de böyledir. Türkçede tutumluluk anlamını çağrıştıran ve "hesap-kitap" dendiğinde kastedilen şeyin paraya gönderimde bulunan hesab kavramı “hesap günü” (yevmü’l-hesap) anlamıyla aynı zamanda ahiret demektir.
Kazanma ve kaybetme bir risk olarak olmazsa olmaz iken, Kur'an açısından ahiret söz konusu olduğunda, kaybetme riski hiç bulunmayan; kazananların yüzde yüz kazançlı, kaybedenlerin ise yüzde yüz kaybedici yönü üzerinde özellikle durulur. Bu önemli bir ayrıcalıktır ve Kur'an bu ayrıcalığı bir adım daha ileri götürür, kazananın ticaretini onu "cehennem azabından da kurtaran" bir olgu olduğuna bilhassa vurgu yapar.
Kur'an'ın en uzun ayeti kabul edilen müdayene ayetinin "borç ayeti" anlamına gelmesi boşuna değildir. Kur'an'da ticaret kelimesi sıklıkla geçer ancak ilgili kelimelerin semantik alanı sanıldığından çok daha büyük olduğuna şimdilik sadece işaret edip burada özellikle iki kavrama dikkat çekmekle yetineceğiz: Bunlardan biri cihat diğeri de rıhle terimidir. Normalde "ticaret ile “cihat etme" arasında bir ilişki olmamalıdır. Kabaca “yol” anlamına gelen rıhle terimi için de.
Ancak Kur'an'ın ticari kavramları dini ve manevi anlamlara gelecek şekilde büyük bir dönüşüme uğrattığı o denli yaygındır ki savaşa giden kimsenin tüm masraflarını kendisi karşılamak zorunda olması dikkate alındığında "canları ve malları" ifadesinin ayette zikredilmesi bir yana terimin insana Ahirette mükafatı verilecek en büyük ödüllerden biri olması nedeniyle iştera (satın aldı) kelimesinin şümulüne dahil edilmesi ticari bir ödülü hatırlatmaktadır.
"Yola çıkmak, yolda olmak" anlamlarına gelen rıhle terimi de böyledir. Her ne kadar Kureyş suresinde ticari yolculuk bağlamında kullanılsa da kelimenin bize göre merkezi bir terime dönüşmesi özellikle "gidilen yol" anlamına gelen sırat, sebil, tarik kelimelerinin onlarca defa tekrar edilmesinin anlamını bir yönüyle ifşa etmekte bir yönüyle de Kur'an’ın en önemli semantik alanlarından birini oluşturmaktadır.
Aslında Mekke'deki sörkılın, dinlerin ve peygamberlerin ortaya çıkış süreciyle uyumlu olduğu rahatlıkla söylenebilir. Zira ticaret ve din ilişkisi sanıldığının aksine çok daha derin bağlar ile birbirine bağlıdır. Pek çok dinin ortaya çıkışında panayır ve pazar yerlerinin merkezi bir konumda olduğu bilinmektedir. Hinduizm, Budizm ve Taoizm pazar yerlerinde doğmuştu. Antik İsrail peygamberleri, İsrailoğulları göçebe hayatı arkalarında bırakırken şehir merkezlerinde vaazlarını yaymışlardı. Yunan'da ticari kolonilerin agora ile olan ilişkisi de Hz. İsa'nın Batıya doğru açılması da benzer süreçlerin sonucuydu. Kısaca dinlerin hemen hemen hepsi, şehir hayatının ticari atmosferinde, tüccarların bir zamanlar sadece krallar, aristokratlar ve rahipler sınıfının elinde bulunan güçleri kullanmaya başladığı dönemde gelişmiş; zengin ile fakir arasındaki uçurum ve dolayısıyla sosyal adalet konusunda büyük problemler doğmasının ardından, doğal bir izlek ile ortaya çıkmıştı. Bu nedenle Kur'an'ın ilk muhataplarının zihinlerinde meydana getirdiği çağrışım Mekke'nin ekonomi politiği dikkate alınmadan, salt dini gerekçelerle anlaşılamaz.
Bu yönüyle, Kur'an'da ki ticaretin kavramsal ve olgusal varlığı, İslam'ı bir imparatorluğun tetikleyici unsuru olarak dikkate değer özellikler taşıdığına kuşku yoktur. Kabile sistemine dayalı Arapların ticaretle kazandığı en temel yeti, bireyselliğin kazanılması ve geçen zaman içinde öne çıkmasıdır. Yeni zenginler ve servet terakümü geleneksel kabile adetlerini darmadağın edecek ve bir süre sonra yazının da gelişmesiyle dönemin uygar dünyasına entegre olmada çok önemli hale gelecekti.
Kur'an ile olan ilişkisi bağlamında Hz. Peygamberin ticari geçmişi özel bir anlam ifade etmektedir. Aslında onun için kullanılan resulullah (Allah'ın elçisi) ifadesinden sonra dile getirilen tüm nitelemeler sorunludur ve gerçeği tam olarak resmetmekten uzaktır: Mesela "büyük devlet adamı", "askeri bir komutan", "politik bir lider" gibi tanımlamaların hiçbiri onu kuşatmamakta belki sadece onun bir "tüccar" olarak nitelenmesi gerçeğe yakın durmaktadır. İşte onun bu kimliğinin Kur'an vahyine yansımalarının görülmesi bununla da ilgili olmalıdır. Araplar arasında daha önce bir peygamber ve bir dinin çıkmamış olması, ya da Medine, Taif veya başka bir yerden değil de Mekke'den bir peygamber çıkması da.
Ticaret, Arapların en önemli özelliği olan göçebelikten yerleşik hayata geçişte bir dönüm noktasını oluşturur. Göçebeler değiş-tokuş yaparlar, takas onların yaşam biçimidir; mesela süt verip elbise alırlar, deri verip farklı yiyecekler alırlar, oysa yerleşik toplumlarda değiş-tokuş ve takas'ın yerini alış-veriş alır. Takas ticaretin en ilkel şekli olsa da bilinen anlamda alış-verişe geçmeden bir ticaretten bahsetmek zordur. Faiz ve riba'nın göçebe toplumlarından ziyade yerleşiklerde olduğu dikkate alındığında özellikle aynı cins ve miktardaki malların birbiriyle değiştirilmesinden alınan fazlalık anlamıyla riba'nın Kur'an'a yansıması bu anlamda kayda değerdir. 7. yüzyıl Mekke'sinde Arapların ticareti çok parlak bir dönem yaşasa da hala para denen metadan haberdar olduğu kuşkuludur. Oysa para'nın keşfi Hicaz bölgesi dışında, uygar bölgelerde çoktandır dolaşımdaydı ve pek çok devlet kendi paralarını bastırıyorlardı. Bu nedenle para kelimesini karşılayan dirhem ve dinar kelimelerinin Kur'an'a yansıması hem ilgi çekicidir hem de bu iki kelimenin Arapçaya sonradan girmiş olması konunun daha farklı yönlerini ima etmektedir. Kısaca paranın nominal bir değer olarak iç piyasada sürümü toplumsal ve siyasal dengeleri yerinden edecektir.
Özetle demek istediğimiz; Kur'an ve Ticaret konusu, ondaki kavramların yapı sökümü yapılmadan, ayrıca Hz. Peygamberin yaşadığı dönemin reel-politiği ile ilişkilendirilmeden, iki yönlü bu ilişkinin sosyal, siyasal, kültürel ve psikolojik çözümlemesi yapılmadan anlaşılması pek mümkün görünmemektedir.
Yorumlar
Yorum Gönder