Ana içeriğe atla

Kur’an’da Yemen Bölgesi

Yemen, Hz. Peygamber’in içinde yaşadığı coğrafyaya çok büyük etkide bulunduğu gibi bu etkinin Kur’an’a aynı ölçüde yansıdığında da hiç kuşku yoktur. Ancak ne yazık ki ilahiyat çevrelerinde akademik çalışma yapanların konunun önemini kavradıklarına dair bir belirti görülmemektedir. Bu konuda yapılan çalışmalar ne yazık ki özellikle ülkemizde yetersiz olduğundan gerçek resim tam olarak ortaya çıkmamaktadır. Oysa Batı’da yapılan arkeolojik kazıların ortaya çıkardığı veriler oldukça zengindir. En azından dil bilen akademisyenler bu veriler üzerinde durmalıdırlar. 

Aslında bu isteksizliğin ardında Müslümanların arkeolojiye örtük bir ilgisizliği yatmaktadır. 

Biz bu yazıda ayetlerden hareketle Yemen’e ilişkin temalara sadece işaret edecek, bölgesinin önemine (şimdilik) dikkat çekmekle yetineceğiz. Böylece arkeoloji, sosyoloji, antropoloji, etnoloji ve etimoloji bilimlerinin verileriyle karşılaştırmalı ele alınması gereken bu konunun Kur’an’ın anlaşılmasında ne denli yardımcı olacağı gösterilmeye çalışılacaktır.

  

***

Kur’an’da Yemen’e ilişkin temaların önemi; Sebe, Neml, Ahkaf, Fil gibi surelerin adlarının menşeinin doğrudan Yemen ile ilgili olmasından da anlaşılabilir. Ayrıca bunların haricinde muhtelif surelerde onlarca ayetle yapılan atıflar dikkate alındığında konunun ne denli geniş bir alana yayıldığı kolaylıkla görülür.

Kur’an kıssaları içinde en bilinen ve belki de en dikkat çekici olan Ashâbü’l-fîl, Ashâbü’l-uhdûd ile doğrudan Yemen bölgesinde yaşanan büyük bir felaketin muhatabı olan iki toplulukdan söz edilmektedir. Fil Suresinde şöyle denilmektedir:

“Rabbinin, Fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi? Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı? Üzerlerine sürü sürü kuşlar gönderdi, Onlara çamurdan sertleşmiş taşlar atan (kuşlar). Nihayet onları, kurt yeniği ekin yaprağı gibi yaptı.” (Fil, 105/1-5).

Surede anlatılan ve Ashâbü’l-fîl olarak nitelenenler, Yemen’de yaşayan ve 570 yılında ölen Ebrehe adlı bir komutanın ordusundaki askerlerdir. Hz. Peygamberin bu senede doğması nedeniyle müfessirler tarafından ittifakla bunların Yemenliler olduğu söylenmektedir.. 

İkinci kıssa sahipleri ise Ashâbü’l-uhdûd’dur. Burûc sûresinde şöyle denilmektedir:

Kahrolsun o hendeğin adamları! O yakıt doldurulup tutuşturulmuş ateş (hendeğinin adamları)! Onlar, o(ateş hendeği)nin başında oturmuşlardı. Ve onlar, müminlere yaptıklarını seyrediyorlardı. Müminler sırf aziz, övgüye layık Allah'a inandıkları için o (zalim)ler onlardan öç aldılar. O (Allah) ki göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Allah, her şeye tanıktır. İnanmış erkek ve kadınlara işkence edip sonra (yaptıklarına) tövbe etmeyenler (yok mu), onlar için cehennem azabı vardır ve onlar için yangın azabı vardır.” (Buruc, 85/4-10).

Görüldüğü üzere ayetlerde olayın geçtiği zaman ve bölge hakkında bilgi yoktur. Ancak müfessirler bu olayın geçtiği mekanın olmasa bile olaya sebebiyet verenlerin Yemenli olduklarını ittifakla dile getirmektedirler. Surede; MÖ. 115 ile MS. 525 yılları arasında Yemen’de hüküm süren Himyerî devletinin son hükümdarı olan Zûnüvâs (ö. 525)’ın kendi dininden olmayan kimselere yaptığı acımasız bir katliam anlatılmaktadır. Zünüvas, Yahudiliği kabul etmiş, 523’te Necran’ı ele geçirerek Hristiyanlardan Yahudiliğe geçmelerini istemiş, kabul etmeyenleri ateş dolu çukurlara attırarak yaktırmıştır. Rivayetler, Zûnüvâs'ın 120.000 kişi ile Necran’ı kuşattığı, binlerce kişiyi bir kiliseye doldurarak ateşe verdiğini, bu yetmezmiş gibi kazdırdığı büyük hendeklere odun doldurtarak tutuşturulduğu ve sonra da Hristiyanları içine atarak yaktırdığını söylemektedir. İslam kaynakları öldürülen Hristiyanların sayısını korkunç rakamlara ulaştığını belirtmektedirler.

***

Kur’an’da geçen Sebe suresi, adını Yemen’de Himyerilerden önce yaşayan Sebe Devletinden almıştır. Elmalılı’ya göre Sebe isminin Yemenlilerin atası kabul edilen Kahtan’ın oğullarından olduğu ve fakat Sebe suresindeki  (لَقَدْ كَانَ لِسَبَاٍ ف۪ي مَسْكَنِهِمْ) ifadesinden hareketle bunun bir kişi adı değil topluluk adı olduğunu söylemektedir. (Elmalılı, 4/598)

Sebe suresinde bölgenin hem doğal yapısına hem kültürel dokusuna yönelik bolca atıf yapılmaktadır. 15. ayette şöyle denilmektedir:

“Andolsun (Kahtan oğlu, Ya'rub oğlu...) Sebe (oğulların)ın oturdukları yerlerde de bir ibret vardır: (O meskenler) Sağdan, soldan iki bahçe (جَنَّتَانِ عَنْ يَم۪ينٍ وَشِمَالٍۜ)(ile çevrili idi. Onlara): "Rabbinizin rızkından yeyin de O'na şükredin! Hoş (bir) ülke (بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ ), çok bağışlayan Rab!" (denilmişti).” (Sebe 34/15)

Dikkat edilirse ayette geçen kelimelerden biri cennetan (iki cennet) diğeri de belde-i tayyibe (temiz şehir) ifadeleridir. Her ikisi de Yemen’i nitelemektedir. Ne var ki belde-i tayyibe ifadesi Türkler tarafından genelde kelimenin ebced değeri karşılığında İstanbul’a yorumlanmıştır; oysa ayetin bağlamı (contex) buna izin vermemektedir. Zira ayette geçen “güzel belde” bizzat aynı cümle içinde kullanılan Sebe ifadesinden de Yemen’e hasredildiği çok açıktır.

***

Yeşili ile bilinen Yemen’in özellikle Himyeri devleti döneminde sulama kanallarının varlığı bilinmektedir. Yine aynı surede, bu kanallardan ya da bentlerden biri olan Me’rib barajına telmihte bulunulmaktadır. Bu ayette hem doğal hem doğal olmayan, insan emeğinin ürünlerine işaret etmektedir:

“Ama (şükürden) yüz çevirdiler; bu yüzden üzerlerine Arim selini (سَيْلَ الْعَرِمِ ) gönderdik; onların iki bahçesini buruk yemişli, acı meyvalı ve içinde biraz da sedir ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik.” (Sebe’ 34/16)

Aslında Yemen'in o görkemli dönemlerinin sonu olarak da gösterilen Me'rib Seddi'nin yıkılışı, Kur’an’a Arim Seli olarak yansımıştır. Arap tarihçilerine göre Yemen Arapları, Arim Selinin gerçekleşmesine ve Me'rib Seddi adıyla bilinen barajın yıkılmasına kadar Yemen ve Hadramut bölgelerinde ikamet etmişlerdi. Fakat seddin yıkılacağını görünce, büyük bir selin gerçekleşmesinden ve kıtlıktan korkarak yurtlarını terk etmiş ve çeşitli memleketlere dağılmışlardır. Özellikle bölgenin etnik yapısına ilişkin eldeki veriler çok geniş bir alana yayılmıştır. Mesela Suriye bölgesindeki Gatafan devleti, Irak bölgesinde kurulan Lahmi devletinin yanında, Medinedeki Evs ve Hazrec kabileleri ya da Mekke’deki Huzaa kabilesinin de bu selden sonra meydana gelen göçler ile bu bölgelere yerleşmişlerdir.

Müfessirler arasında arim seli bağlamında bir kısım farklılıklar vardır. Mesela Zemahşeri ve Alusi söz konusu seddi Belkıs ile ilişkilendirmektedirler. (Zemahşeri 3/576: Alusi, 11/301).

***

Yemen hükümdarlarından olduğu söylenen Sebe kraliçesi Belkıs ise Sebe suresinde değil Neml suresinde 20-44 ayetleri arasında uzun bir bölüm halinde anlatılmaktadır. Kıssanın kurgusal örgüsünde onlarca detay verilmektedir. Mesela bunlardan biri Belkıs ile Hz. Süleyman arasında iletişimi sağlayan Hüdhüd kuşudur.

·       “Çok geçmeden (hüdhüd) geldi: "Ben, dedi, senin görmediğin bir şey gördüm ve Sebe'dan sana gerçek bir haber getirdim. Ben onlara hükümdarlık eden bir kadın buldum, kendisine her şey verilmiş ve büyük bir tahtı var.” (Neml 27/22-26)

Surede Sebe melikesinin Hz. Süleymanʼı ziyaret ettiği ve onunla görüştükten sonra peygamberliğini kabul ettiği anlatılmaktadır. Kurʼan, Sebe melikesinin ismine yer vermediği halde tefsir ve tarih kaynakları başta olmak üzere pek çok eserde isim, “Belkıs” olarak geçmektedir.

Neml suresinde doğrudan ele alınan Belkıs, Sebe suresinde ise 10-21. ayetleri arasında Belkıs’ı doğrudan ele almaz, sadece Sebe Krallığı bağlamında meseleye temas eder. İlgili kısımda rüzgârın ve cinlerin Hz. Süleyman’ın emrine verilmesine, fakat bu fâni nimetlerin ölümle son bulduğuna değinilip, ardından Sebe halkının yaşam düzeyinin yüksekliğine işaret edilir.

Kıssanın Kurʼanʼdaki ayrıntıları ile Ahd-i Atîk anlatımında bazı farklılıklar vardır. Mesela Sebe melikesinin bir anda Hz. Süleymanʼın huzuruna getirilen tahtını görüp hak dini benimsemesi ve saraya girerken zeminin su ile kaplı olduğunu düşünüp eteklerini toplaması motifleri Ahd-i Atîkʼte bulunmamaktadır. Başka farklılıklar da vardır. Ama öz aynıdır.

Sebe melikesi kıssasının Ahd-i Atikte ve Ahd-i Cedit’de anlatılmasından çok daha önemli olan ise kıssanın Habeşistanın kutsal metinlerinde (Kebra Nagast) geçiyor olmasıdır. Bu çok çok önemlidir. Zira Yemen ve Habeş arasındaki tarihi ve coğrafi ilişkiler göz önüne alındığında bu ayrı bir değerdedir.

Habeşli Tamrin, bilge ve zengin bir tüccardır. Hz. Süleyman Kudüs’e tapınak inşa etmek istediğinde gerekli altın ve gümüş için bütün tüccarlara mesaj göndermiş; Tamrin’den de talepte bulunmuş o da gelip Belkıs'a olup bitenleri anlatmıştır. Kısaca temas edilen bu anlatım Habeş kutsal metninde daha detaylı ele alınmaktadır.

Habeşlilerin kutsal metni Kebra Nagast (Kralların Zaferleri)'da 21-95 arası chapterlarda Sebe Melikesi ile oğlu Menelek ayrıntılı olarak ele alınmaktadır. (Kebra Nagast : The Queen of Sheba and Her Only Son Menyelek, Cambridge). Bu metinde anlatılan temel farklılık ise Hz. Süleyman’ın Belkıs ile evlendiği ve ondan Menelik adında bir oğlu olduğudur. Tevrat ve Habeşistan kutsal metni Kebra Nagast’ta anlatılanlar, büyük ölçüde örtüşmektedir.

Ayrıca Habeşistan ve Yemen arasında çok derin ticari ilişkiler olmasının tabi bir yansıması bu kıssanın anlatımında müellifler tarafından sıklıkla vurgulanmaktadır: Belkıs ile Hz. Süleyman arasındaki güzergahta ticari bir sirkülasyon söz konusudur. Örneğin Eski Ahit’te Belkıs’ın çeşitli baharatlar, çok miktarda altın ve değerli taşlarla Hz. Süleyman’ı ziyaret etmesinden söz edilmektedir ki Yemen’in en önemli ticaret kaynağı buhur, sadece Arabistan’ın güney kıyılarıyla Doğu Afrika’nın genellikle Sebe’ hükümdarlığındaki bölgeden yetişmektedir.

Burada Yemen ve Habeşistan arasındaki ilişkinin ne denli önem taşıdığı, Habeş kelimesinin, Yemen’deki Hubeyş vadisinden geldiği, Sebe kitabelerindeki “Habeşet” lafzının da bu ilişkiyi gösterdiği hatırlanmalıdır. Arkeolojik kazılar da bu görüşü desteklemektedir. Habeşistan’daki Becâ bölgesinde keşfedilen MÖ VI. asra ait bir kitabe, Yemen’den Habeşistan’a göç edenler tarafından yazıldığını göstermektedir. Bu nedenle, Habeşistan’ın kuruluşu Babü’l-mendeb yoluyla gelen Yemenlilere atfedilmesi, Kur'an'da Fil suresinde anlatılan Ebrehe’nin konumu, Habeşistan Yemen hattı dikkate alınmadan anlaşılamaz.

Burada son bir hususa daha işaret edilmelidir: Modern Arkeoloji biliminin ortaya koyduğu bulguların, Sebe Melikesi ve Süleyman kıssasında anlatılanların gerçekliğini doğrulayıp doğrulamaması bizim açımızdan (şimdilik) ikinci bir meseledir. (Pritchard, Solomon and Sheba, 1974). Aynı durum İrem şehri için de söylenebilir. Coğrafi olarak bölgenin üç büyük dinin kutsal metinleri (Kur’an, Tevrat, İncil) yanında Habeşistan’ın kutsal metni Kebra Nagast’da da söz konusu kıssanın genel hatları ile benzeşmesi ve Yemen’e yapılan vurgu çok daha birincil ve önemlidir.

Sebe Melikesi’nin tarihî kimliğini eldeki verilerle tespit etmek pek mümkün görünmese de arkeolojik kazılarda Yemen bölgesinde pek çok Melike’nin olması ve Asur yazıtlarında Arap melikelerinden bahsedilmesi, o dönemlerde yönetici kadınların yaygınlığını göstermesi açısından dikkate değerdir ve en azından bugün Yemen’de bir kadın idarecinin olanaksızlığı karşısında, Kur’an’da bir kadın yönetici olarak Belkıs’a yapılan atıf çok önemlidir.

 ***

İrem şehri de Yemen’e ilişkin Kur’an’da en önemli atıflardan biridir. Kur’an’da şehre ilişkin en somut anlatımlardan biri olması nedeniyle dikkat çekici bir kullanımdır. İlgili ayette şöyle denilmektedir.

Görmedin mi Rabbin ne yaptı 'Ad(kavmin)e? Sütunlu İrem'e?” (اِرَمَ ذَاتِ الْعِمَادِۖ ) (Fecr 89/6-7)

Tefsircilerin çoğu, İrem’i Ad kavmi ile ve onların yaşadıkları büyük bir şehir ile ilişkilendirmekte ve “zati’l-imad” ifadesindeki yüksek sütunların ne anlama geldiği üzerinden konuya yaklaşmaktadır. Yemen’in ortasında bulunan Aden sahrasında dillere destan ve cenneti andıran böyle bir şehir var mıdır, varsa neresidir gibi sorular (şimdilik) ikincil bir önemdedir. Birincil olan İrem’in Yemen ile ilişkilendirilmesidir ve bunda hiçbir tereddüt bulunmamaktadır.

Öte yandan yine Kur’an’da İrem şehrinin yaşadığı söylenen halkın sakinlerinin Ad kavmi olduğu, Hz. Hud peygamberin de nebi olarak gönderildiği, bölgenin de Yemen olduğu müfessirler tarafından belirtilmektedir.  Yemen’in Hadramut bölgesidir. Onlarca ayette Ad kavminin taşkınlıklarına ve Hud peygambere yapılan atıflara, onlarca ayete, tek tek yer vermeyecek, bunlardan sadece birkaçına işaret etmekle yetineceğiz. Mesela bunlardan birinde;

“O, Ad kavmini helak etti”. (53/50) (وَاَنَّهُٓ اَهْلَكَ عَادًاۨ الْاُو۫لٰىۙ)

Bir başka ayette ise Ad kavmi, Hz. Hud ile ilişkilendirilir ve bölgenin adı bile verilir:

“Ad'ın kardeşini (Hud'u) an: Ahkaf'taki kavmini uyarmıştı. Onun önünden ve ardından nice uyarıcılar da gelip geçti (demişti ki): "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin; ben sizin, büyük bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum”. (46/21).

Müfessirler, Ad kavmini ula (önce) ve uhra (sonra) olmak üzere ikiye ayırmışlardır. Onların çoğuna göre, Kur’an’da anlatılan Ad kavmi, Yemen bölgesinde yaşayan bu Ad-i Ula’dır. Zemahşeri buna işaret eder ve özellikle İrem şehri üzerinden bağlantı kurar.

Ad kavminin yaşadığı bölgenin Yemen olduğu, farklı ayetlerde bölgenin coğrafi özelliğine yapılan vurgudan da anlaşılmaktadır. Zira mesela Şuara suresinde (26/134) “bağ ve bahçelere” (وَجَنَّاتٍ وَعُيُونٍۚ) sahip oldukları özellikle belirtilmektedir.

Muhtelif ayetlerde yine bölgesel bir mahrumiyete vurgu yapılmakta ve önce yağmurların kesildiği bu sebeple kuraklık meydana geldiği, doğanın güzelliklerini kasıp kavuran rüzgarların İrem bağlarını kurutmasıyla cezalandırıldığı vurgulanmaktadır. Bu anlatımlarda dikkat çekici olan, doğaya dönük bu cezanın özellikle bölgeye ilişkin (مَسَاكِنُهُمْۜ) (مَكَّنَّاهُم) (حَوْلَكُمْ مِنَ الْقُرٰى) gibi mekana vurgu yapan ifadelerle anlatılmasıdır. (Ahkaf 46/25-26-27).

Kur’an’da yer alan peygamberler içinde Hz. İsa, Hz. Musa gibi daha pek çok peygamberin Araplara değil, İsrailoğullarına gönderilern peygamberler oldukları biliniyor. Hz. Muhammed'den önce istisnai olarak iki peygamberden biri olan Hz. Hud’un Arap olması ve  bilhassa Yemen bölgesine gönderilmesi sadece müfessirlerin değil pek çok siyer ve tarih kaynakları tarafından da doğrulanmaktadır. Şu ayetler Hud peygamberin kavmine atıfta bulunulan ayetlerden sadece bir kaçıdır: Fussılet 41/16; el-Kamer 54/19; el-Hâkka 69/6).

Hz. Hud, Kur’an’a göre Ahkaf bölgesine gönderilen bir peygamberdir. Ahkaf bölgesi ise kaynaklara göre tartışmasız Yemen’dir. Zaten kelimenin anlamı bu yönüyle mekânsal bir belirlenime işaret eder: Ahkaf “uzun, meyilli ve yüksekçe kum yığını” anlamına gelir. Bu nedenle müfessirler, bölgenin Yemen’in özellikle Uman ile Hadramut arasında kalan geniş kum çölü ile ilişki kurarlar.

 

                            Berehût vadisinde Hz. Hûd’a nisbet edilen türbe – Yemen

Kur’an’da Hz. Hud gibi Araplara gönderilen ve dolayısıyla Arap yarımadasının Yemen bölgesi ile ilişkilendirilen bir diğer peygamber de Hz. Salih’dir. Kur’an’da Semud ve Ashabu’l-hıcr diye nitelenen kimseler, İslam kaynaklarında genelde yarımadanın kuzeybatısında Medine ile Şam arasındaki Vâdilkurâ denilen, günümüzde Medâin-ü Sâlih olarak geçse de Hz. Salih'in Arap olması nedeniyle  Yemen ile de ilişkilendirilmektedir. Semûd kavminin sadece Hicr’de yaşamadığı, zamanla Arap yarımadasının diğer bölgelerine yayılmış olabileceği üzerinde durulur.

Bu nedenle İslami kaynaklarda Âd kavminin bakiyesi olduklarından ikinci Âd (Âd-ı uhrâ) olarak da nitelenmektedirler. Semud’un, Arab-ı Aribe’den  (saf Arap) olduğu ve Kahtan ile irtibatlandırılırlar.

Semud kavminin yaşadığı bölge, Kur’an’da Ad kavmi için anlatılanlara benzer niteliktedir. Yani bölge Hicaz bölgesine pek uymamaktadır. Yeşili ve suyu bol olan bir bölgedir. Bölgenin bağ ve bahçelerin, pınarların (ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ) ekinlik ve hurmalıkların bulunduğu (وَزُرُوعٍ وَنَخْلٍ طَلْعُهَا هَض۪يمٌۚ) bir yerleşime sahip olduğu dile getirilmektedir. (26/147-148),

Aslında gerek Ad kavmi ve Hz. Hud gerekse Semud kavmi ve Hz. Salih peygamberlerin kıssalarının Kitab-ı Mukaddeste geçmemesi ve sadece Kur’an tarafından dile getirilmesi zamansal olmanın yanında etnik olarak da Arap olmalarıyla ilgili olmalıdır.

Kur’an’da yirmi bir surede Semûd kavminden ve kendilerine gönderilen Sâlih peygamberin mücadelesinden bahsedilmekte, Hıcr suresinde bu kavmin (ashâbü’l-Hicr) durumu anlatılmaktadır. Dağlarda kayaları yontarak yaptıkları evler ve düzlüklere kurdukları saraylar, Hicaz bölgesinin yerleşim alanlarına hiç benzememektedir. (7/74; 15/82; 26/149; 89/9).

Diğer peygamber kıssalarında pek görülmeyen atıflar, Ad kavmi ve Semud kavminin yaşadığı bölge söz konusu olduğunda farklılaşmaktadır. Mesela Semudluların mekânsal alanları, yaptıkları evler ve saraylara özellikle vurgu yapılmaktadır.

“Düşünün ki (Allah), Ad'dan sonra sizi hükümdarlar yaptı ve yeryüzünde sizi yerleştirdi: Onun düzlüklerinde saraylar (قُصُورًا) ediniyorsunuz, dağlarını yontup evler ( بُيُوتًاۚ) yapıyorsunuz, artık Allah'ın ni'metlerini hatırlayın da yeryüzünde bozgunculuk yapıp karışıklık çıkarmayın.” (A‘râf 7/74)

Söz konusu bu saray ve evlerin nitelikleri başka ayetlerde biraz daha ayrıntılandırılır. Mesela Hıcr suresinde (15/82) bu evlerin korunaklı ve güvenlikli (بُيُوتًا اٰمِن۪ينَ) oluşu dile getirilmekte, Şuara suresinde (26/149) ise aynı ifade bu evlerin “ustalık eseri ve ferah” olduğu (بُيُوتًا فَارِه۪ينَۚ) söylenmektedir. Bir başka ayette(89/9) ise bu yapılar biraz daha farklı bir tonla şöyle dile getirilmektedir:

“Ve (yine) vadilerde kayaları oyup yontarak (sağlam meskenler kuran) Semud’a?

***

Kur'an’da Yemen’e ilişkin iki kelimeye daha dikkat çekerek konuyu (şimdilik) bitirelim.

Kur’an’da iki yerde geçen Tubba kavramı (çoğulu tebabia) aslında Yemen hükümdarları için kullanılan bir ünvandır. Buna göre, İslam gelmeden hemen önce Yemendeki Himyeri Devleti iki döneme ayrılmış ve MS. 300’lere kadar devleti yönetenlere Kral, bu tarihten sonra yönetenlere ise Tubba denilmektedir. Dikkat edilirse yönetimsel bir ünvanın kullanılmasıyla bölgedeki belki de tek devlet yapılanmasına böylece işaret edilmektedir:

“Onlar mı hayırlı, yoksa Tubba kavmi (قَوْمُ تُبَّعٍۙ) ve onlardan önce gelen(kavim)ler mi? Suç işledikleri için biz onların hepsini helak ettik”. (Duhân 44/37).

Yine başka bir ayette, Kaf 50/14, şöyle denilmektedir.

“Eyke halkı ve Tubba kavmi (وَقَوْمُ تُبَّعٍۜ ). Bunların hepsi elçileri yalanlayıp, uyardığım(azab)ı hak ettiler”. (Kāf 50/14), 

Son kelimemiz; sarim ifadesi de yine doğal güzelliklerden meyvesi alabildiğine bol bağ ve bahçeleri vuran kıran anlamına gelmektedir.

“Fakat onlar uyurlarken hemen (gönderilen) dolaşıcı bir bela, onu sardı da, bahçe simsiyah kesiliverdi.” (68/19-20)

Müfessirler Sarim ifadesinin geçtiği ayeti de (فَاَصْبَحَتْ كَالصَّر۪يمِ) Yemen ile ilişkilendirmektedirler. (Taberi, Tefsir, 23/175). Suyuti ise söz konusu bahçeyi Yemen bölgesinde ilişkilendirmektedir. (Suyuti, İtkan, 2/182).

Kur'an ve Yemen ilişkisi üzerinde durmaya devam edeceğiz. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hz. Hatice’nin evi üzerine

Bir önceki yüzyılda, Suudiler iki büyük kötülük yaptılar. Birincisi büyük bir kültür mirasının tarihi izlerini tamamen yok edip ortadan kaldırdılar, ikinci ve daha önemlisi, özellikle 19. Ve 20. Yüzyılda ortaya çıkan arkeolojinin imkanlarından yararlanmayı tümden yasaklayıp güya kutsalı koruma bahanesinin arkasına sığınarak hem kutsal şehri mahvettiler hem de ceplerini doldurdular. Son dönemde büyük bir şamatayla duyurulan bir kitabın yayınlanması bağlamında bu kötü izlenimi ortadan kaldırmaya çalıştıkları anlaşılıyor. Söz konusu kitap, Hz. Hatice’nin ve dolayısıyla nübüvvetin en önemli tanıklıklarından biri olan evin hikayesi. Kitabın yayınlanma gerekçesi ve içeriği ise Mekke’de yapılan bir arkeolojik kazının ürünü olması. 2014 yılında yayınlanan kitabın adı The House of Khadijah bint Huwaylid. İngilizce ve Arapça olarak iki dilde basılan ve piyasaya sürülen kitabın üzerinde yazar olarak görünen isim A. Zeki Yamani imzasını taşıyor. Önce kitabın yazarından başlayalım. Kimdir Ze...

Kuran’da “zenim” kelimesinin anlamı üzerine

Kur’an’da 23 sene Velid bin Mugire aşağı As bin Vail yukarı deyip bütün kadrajını Hicaz-Taif-Medine’ye sıkıştırmış ve insanlığa son söyleyeceği sözün çapı oradaki 3-5 lavuk müşrik. Ve o müşrike Kur’an’da öyle küfürler var ki. Bir tanesini okuyayım mı size Kalem Suresi… Hem kel hem fodul ve üstüne üstük piç… Ama tabii meale öyle yazamazsınız. ‘Soysuz’ yazacaksınız. Aç. Adres de vereyim. Ferrâ’nın ‘Meâni’l-Kur’ân’ını aç, İbn-i Kuteybe’yi aç, nereyi açarsan aç. Nesebi bilinmeyen, onun bunun çocuğuna ‘zenîm’ denir Arapça‘da. İlahiyatçı yazar, Prof. Dr. Mustafa Öztürk tarafından ilk kez 2020 yılında bir konuşmada dile getirilen bu ifadeler geçtiğimiz günlerde bir kısım farklı muhatapların konuya dahil olmasıyla tartışmayı daha da alevlendirmiş ve bu tartışmalar boyunca Kuran sadece bir dolgu malzemesi olarak kullanılmaktan başka bir işe yaramamıştır. Tartışmanın odak noktası, Kalem suresi 13. Ayette geçen zenim ifadesinin piç anlamına gelip gelmemesidir. Öncelikle Öztürk gibi velut b...

Mekke'nin karanlık yılları

İslam ve Kuran’ın Mekke dönemi hem dinin ve kutsal metnin oluşum ve inşa evresinin hem de her ikisini tebliğ eden Hz. Peygamberin yaşamının çok büyük bir bölümünün geçtiği en uzun dönem olmasına rağmen hala bilinmeyenlerinin bilinenlerden çok olduğu bir  dönemdir. Bunu anlamanın en kestirme iki yolu vardır: biri Mekke kronolojisine bakmak, diğeri de Medine dönemi ile karşılaştırmaktadır.  Önce Mekke kronolojisini yansıtan şu tabloya bakalım: Sene MEKKE DÖNEMI KRONOLOJİSİ 570 Hz. Peygamberin doğumu ve Süt anneye verilmesi 571   572   573   574 Annesi Amine’ye iade edilmesi 575 Amine’nin ölümü ve Dedesinin himayesine verilmesi 576   577 Dedesinin ölümü 578 Ebu Talib ile Şama gidiş 579   580 ...

Büyük İskender’in Kuran’da ne işi var?

Başlıktaki ifadeden, meseleyi egzajere etmek ya da kutsal kitabımızı sorgulamak için kullanılmadığı sadece onu anlamak ve açıklamak gibi bir halis niyet taşıdığından emin olunmalı ve konuya yaklaşımımız belli bir müsamaha ile hoş görülmelidir. Aslında başlıktaki sorunun cevabı hiç de zor değildir. Zira Kuran’ın zamansal olarak tarihi şahsiyetlerden bahsetmesine ilişkin yakın ve uzak pek çok örnek bulunmaktadır. Örneğin Kuran’dan 30 yıl önce yaşamış Ebrehe’den bahsedilmesi, daha önce ashab-ı uhdut ’tan ya da 6 asır önce Hz. İsa’dan bahsetmesi nasıl mümkünse 9 asır önce MÖ. 356-325 yılları arasında yaşamış dünya tarihinin en istisnai isimlerinden İskender’den bahsetmesi de ilkesel olarak pekâlâ mümkündür. Ancak konumuz tarihi bir şahsiyet olarak Büyük İskender’in bizatihi kendisi olmadığından, özellikle Kuran’da anlatılan Zülkarneyn’in kimliği bağlamında ondan dolayısıyla bahsedilecektir. Kehf suresinde 83-98 ayetleri arasında adı üç defa geçen Zülkarneyn’den doğuya ve batıya seferle...

Kur'an ve İranlılar -VIII-

Kur’an’a özgü yalın ifadelerden biri olan esatirü’l-evvelin  ilginç bir kullanım olduğu kadar aynı zamanda bir izlek olarak Kuran ve İranlılar ilişkisini kısmen de olsa deşifre edici özellikler taşımaktadır. Usture kelimesinin kökeni Yunanca, Aramice ve Süryanice dillerine dayanıyor. “Tarih” anlamına gelen  historia  ya da  storia ’ dan Arapça geçmiş ve Kur’an’da da kullanılmıştır. Evvelin ifadesi ise “geçmiş milletler”, “ilkel topluluklar” anlamıyla bir terkip halinde daha çok “eskilere ait efsane ve masallar" anlamında olumsuz bir çağrışıma sahiptir. Bu ifadenin geçtiği 9 farklı yerde ikili bir anlam konseptinde kullanılmıştır: Biri öldükten sonra tekrar dirilmeye inanmayan Mekkeli paganların bunu eskilerin masalları olarak nitelemeleri (Mü’minun 23/81-89; el-Furkan 25/5), diğeri ise Kuran’da büyük bir yer tutan kıssaların benzerlerini kendilerinin de uydurabileceklerini söyleyenlere karşı bir meydan okuma bağlamında geçmektedir: ·     ...