Bizans krallarına Kayser
Sasani krallarına Kisra
Habeş krallarına Necaşi
Mısır kralına Mukavkıs
Yemen krallarına ise Tubba, denir.
Kur’an nazil olduğunda, Hicaz bölgesindeki Araplar,
bölgenin hakim devletlerinin başındaki kişiler için bu unvanları
kullanıyorlardı.
Ancak bu unvanlardan hiç birisi Kur’an’da geçmemekte,
dolaylı olarak bile olsa imada bulunmamaktadır.
Bir tanesi hariç: Tubba.
Yemen ülkesi geçmemesine rağmen uzun bir dönem orayı
yöneten krallarına verilen Tubba unvanı Kuran’da iki yerde geçmektedir.
Peki ama niçin?
Tubba kelimesi Kuran’da iki yerde geçmekte ve bu iki kullanımda da Yemen bölgesinde bir topluluğu, bir kavmi yani Yemenlileri ima etse de bunu açık olarak topluluk üzerinden ya da coğrafya üzerinden değil oranın yöneticisinin unvanı üzerinden dile getirmektedir. Bu iki ayetten birinde şöyle denilmektedir:
- “Onlar mı hayırlı, yoksa Tubba(nın) kavmi (قَوْمُ تُبَّعٍۙ) ve onlardan önce gelen(kavim)ler mi? Suç işledikleri için biz onların hepsini helak ettik”. (Duhân 44/37).
- “Eyke halkı ve Tubba(nın) kavmi. Bunların hepsi elçileri yalanlayıp, uyardığım (azab)ı hak ettiler”. (Kāf 50/14).
Soruyu yeniden soralım: Kur’an’da bölge ülkelerinin devlet
başkanlarına yönelik hiçbir unvan kullanılmaz ve atıf yapılmazken, niçin sadece
Yemen bölgesinin Tubba’larına atıf yapılmaktadır? Dahası mesela
Kur’an’da özel bir yeri olan Rum suresinde bile Bizans kralı Kayser’e yönelik
üstü örtük bile olsa, hiçbir imada bulunulmazken ya da Mekke döneminin en zor
anlarında Habeşistan’a hicret eden Müslümanlara ev sahipliği yapan, onlara
sahip çıkan ve öldüğünde bizzat peygamber tarafından cenaze namazı kılınan Kral
Necaşi veya Medine döneminin sonlarına doğru Hz. Peygambere pek çok hediye
ile birlikte özellikle yaşasaydı tek erkek çocuğu olacak olan İbrahim’in annesi
Mariye ve kız kardeşini kendisine gönderen Mısır Mukavkıs’ına doğrudan
atıf yapılmazken, Hz. Peygamber ile doğrudan hiçbir ilişkisi olmayan Tubba
neden geçmektedir?
Aslında soruyu biraz daha teşmil ederek sorsak, Mısır
krallarına yönelik kullanılan Firavun unvanı ile Aziz unvanı
arasında nasıl bir fark var ki kaynaklar genelde Firavun’u Kıptıler’in
kralı için kullanırken, Aziz daha ziyade Mısır’ın geneli için (Ebu’l-Beka,
Külliyat, 742) kullanılmaktadır. Oysa Kuran açısından Aziz tek yetkili bir kral
olmaktan ziyade ikinci dereceden bir yönetici intibaını uyandırmaktadır. Yine benzer
şekilde Yusuf suresinde geçen melik ifadesi Kuran’da tekil bir kullanım
olmayıp çok sayıda melik ve malik ifadesi geçmekte; ancak tüm bu
kullanımların bilinen herhangi bir kralı ima edip etmediği sorusunun cevabı olumsuzdur.
Melik ya da Malik ifadelerinin Kuran’daki kullanımları,
bilinen anlamda kral, imparator ya da devlet başkanını ifade etmediği; bu
anlamın daha sonra kazandığı anlaşılmaktadır. Melik ya da Malik, Kuran’da daha
ziyade görünen ve görünmeyen alemin gerçek sahibi anlamında Allah için kullanılmakta
ve dünyevi bir anlamdan ziyade "yer ve göklerin saltanatı (melekut)" anlamına gelmektedir.
Tüm bu kullanımları tek tek ele almak konuyu dağıtmak
olacağından biz meseleyi Tubba ile sınırlı tutacak ve yukarıdaki sorunun peşine
düşeceğiz.
Sorunun cevabı aslında girift ve karmaşık yorumlara gerek
kalmayacak sadelik ve açıklıktadır. Birazdan tarihi bir kısım kayıtların da göstereceği
gibi Kuran’ın muhatapları açısından yukarıda geçen unvanlar arasında en yaygın
olarak bilineni Tubba’dır ve bu nedenle özellikle tasrih edilmiş olmalıdır.
Hicaz Araplarının Kuran gelinceye kadar devlet
örgütlenmesine ilişkin hiçbir deneyimleri olmadıkları gibi devlet başkanı
anlamında kral ve imparator benzeri dönemin yarı Tanrı kabul edilen şahıslarını
dünya gözüyle gördüklerine dair bir işaret de yoktur. Bu Kuran’ın muhatapları için
geçerli olduğu gibi onların ataları için de geçerlidir.
Bunun tek istisnası sürekli temas ettikleri, kendi
ırklarından olan güneydeki kardeşlerinin kurdukları devletin başındaki krallardı.
Mekke’ye ya da Medine’ye gelip gitmiş ne bir Bizans
imparatoru ne de bir Sasani imparatoru yoktur. Bu durum Mısır ve Habeşistan
kralları için de geçerlidir. Ancak Yemen Tubba’larının oraya gelip gittiğine dair onlarca
kayıt bulunmaktadır. Üstelik Fil suresinde anlatılan ve Kabe’yi yıkmak için
gelen Ebrehe Tubba olarak kabul edilmese bile Yemen bölgesinin hükümdarı olduğu biliniyor.
Ebrehe dışında, orada konaklayan, birkaç gün kaldıktan sonra
tekrar ülkesine geri dönen Tubba’lardan söz edilmekte hatta bazılarının Kabeyi
ilk defa örtü ile örten Tubba’lardan bahsedilmektedir.
***
Tubba, yabancı kökenden gelen bir kelime olmayıp Arapçadan türetilmiş bir kelimedir. Te-bi-a (تبع) kelimesi Türkçeye de geçmiş ve hala yaygın olarak kullanılan “tabi olmak” anlamına gelmektedir, çoğulu tebabia’dır. (Rağıb, Müfredat, 72)
Yemen kralları için kullanılan bu ifade, onların birbirinin
yolunu izleyerek krallık yapmalarını ya da kendilerine tâbi olanların çokluğu nedeniyle
bu şekilde adlandırılmaktadır. (İbn Manzur, Lisanü’l-ʿArab,
418).
Tarihçi Mesudi (ö. 345/956), kelimeyi “gölge” anlamıyla ilişkilendirmekte, bunu da bir melce ve sığınak olarak açıklamaktadır ki bizdeki “(devlet) baba” figürüyle eşdeğerdir:
- “Mutlu hükümdarlar halkları için bir gölge, mağara ve sığınaktır.” (اذ كان الملوك ظلا لرععيتهم وكهفا لها و ملجأ). (Musudi, et-Tenbih vel İşraf, 157.)
Birinci ayette “Onlar mı hayırlı, yoksa Tubba(nın) kavmi
mi” ifadesinde geçen “onlar”dan maksadın “Mekkeli müşrikler” olduğu söylenmiş (Taberi,
21/49) ancak daha ayrıntılı bir ayırım müfessir Zemahşeri (ö. 538/1144)
tarafından; Tubba’nın mümin, kavminin ise kafir olduğu yönüyle açıklanmıştır. (Keşşaf,
6/108)
İkini ayette geçen ifade ise, Allah’ın emrini yalanladıkları
için yok edilen; Nuh’un kavimi, Ress, Semud, Ad, Firavun, Lut kavmi, Eykeliler
ile birlikte anılmış ve tüm bunların helak edildiği vurgulanmıştır. Ancak
burada da Tubba’nın kavmi ifadesinin aynı bağlamda kullanılan Nuh’un
kavmi ifadesinde olduğu gibi Nuh ve kavmi arasındaki ayırım Tubba ve kavmi
arasındaki ayırımı de gerekli kılacağından bu ayette de olumsuz kullanıldığı
söylenemez.
Ayrıca ikinci ayette helak edilenler topluluğundan Ashab-ı Eyke ile birlikte anılması önemlidir. Niçin başka
bir toplulukla değil de onlarla birlikte anılmıştır, denirse; muhtemelen, diğer helak edilen topluluklar
daha uzak yerlerde ve zamanlarda yaşamışken, onların Eykeliler ile birlikte
anılmaları Mekke ve Medinelilere daha yakın ve bilinir olmaları sebebiyledir. Ashab-ı
Eyke topluluğunun, Kur'an'da geçen Şuayb peygamberin kavmi olduğu, Eyke
ifadesinin coğrafi bir bölgeye nispet edilmesi ve bu bölgenin de Medine ile Tebük
arasında sahil şeridinde Medyenlilerin yaşadıkları yerler olduğu bilinmektedir.
Öte yandan “Tubba’nın kavmi” ifadesinden hem topluluk hem onun
yöneticisi hem de her ikisinin kastedilmiş olabileceği ihtimali karşısında
bu defa söz konusu kişinin kimliğinin açığa çıkarılması gerekmektedir.
Kimdir bu Tubba?
Siyer ve erken dönem kaynaklarında bu konuda oldukça malumat
zikredilse de bunların bir kısmının abartılı bilgiler olduğu anlaşılmaktadır. Buna
göre mesela Tubba'ların uzak bölgelere yaptıkları seferler ve bu seferlerin
dünyanın neredeyse en uç bölgelerine yapıldığı söylenmektedir.
Afrika kıtasının onlar tarafından fethedildiği, Rum diyarına
fetihler düzenledikleri, Azerbaycan, Semerkant başta olmak üzere Türkistan
bölgesine, Hindistan ve hatta Çine seferler düzenledikleri dile getirilmektedir
ki bunun pek olası olmadığı, en azından bu bölgelerde yaşayanlar tarafından böyle
bir bilginin varlığı teyit edilmemektedir.
Zaten İbn Haldun (ö. 808/1406), İslam tarihçilerinin
verdiği bu tür bilgiler hakkında bazı tutarsızlıklar olduğunu, Tubbaların
Afrika, Türkistan, Çin’e gidebilmelerinin imkânı olmadığını dolayısıyla bu tür
bilgilere güvenilemeyeceğini uzun uzun anlatmaktadır. (Mukaddime
1/170-172, 359.
Afrika, Türkistan ve Çine gittikleri doğru olmasa da Tubba'ların
Hicaz bölgesine ve özellikle Mekke ve Medine’ye gidip geldiklerinde ise hiçbir kuşku
bulunmamaktadır.
Mesela en erken siyer kaynaklarından İbn Zebale (ö.
199/814), Tubba’nın Medine’ye geldiğine dair oldukça malumat vermektedir. Bunlardan
birinde Tubba’nın döndüğü bir seferden sonra Medine’ye uğradığı ve oraya işgal
etmek istediği anlatılmakta, ancak Medinelilerin krala karşı aşırı
misafirperverlikleri nedeniyle onun bu girişimden vazgeçtiği söylenmektedir. Bunun
nedeni ise onlarla aralarında geçen bir konuşmada kendisine Yemenlilerin bu
şehri alamayacağı çünkü ileride buradan bir Peygamberin çıkacağı söylenmiş, bunun üzerine Tubba da Yemen’e
geri dönmüştür. (İbn Zebale, Ahbaru Medine, 168)
İbn İshak (ö. 151/768) ise bir Tubba’nın Mekke’ye geldiğini, kendisine Kabe’nin içinde altın, yakut ve zümrüt gibi çok değerli
mücevherlerin bulunduğu söylendiği için onlara sahip olmak ve Hacerrül-esved’i
de yanında götürmek istediği fakat büyük bir fırtınanın çıkması üzerine ya da bir
gurup Yahudi alimin “orayı yıkarsan helak olursun” demeleri üzerine bundan
vazgeçtiği ve geri döndüğünü aktarmaktadır. Ayrıca Kabe’yi tavaf ettiği, ona bir kapı
ve anahtar yaptırdığı, kumaş bir örtü ile örttüğü, hediyeler sunduğu, orada bir
kuyu açtırdığı ve Mekke’de 3-4 gün kaldıktan sonra da geri döndüğünü nakletmektedir.
(İbn İshak, Sire, 88-89).
Tüm siyer kaynaklarında farklı versiyonları ile nakledilen
bu bilgiler arasında Semhudi (ö. 911/1506)’nin naklettiği, Peygamberin
Medine’ye geldiğinde konakladığı Ebu Eyyub el-Ensari’nin evini onun için inşa
edenin Tubba olduğu yönündeki bilgiler (Semhudi, 340) bir kısım abartılar
içerse de Mekke ve Medine ile Tubba’lar arasında yakın ilişkilerin olduğu gerçeğini
ortadan kaldırmaz.
İbn Haldun da, Yemen krallarından birinin, Kureyşlilere
verdiği bahşişlerden bahsetmekte; cömert kimliğiyle tanınan bu kralın
Kureyşlilere bol miktarda altın ve gümüş, onar onar köle ve cariye, tulum tulum
anber ihsan ettiği, sıra Peygamberin dedesi Abdulmuttalib'e gelince onlara
verdiğinin on kat fazlasını ona ikram ettiğini nakletmektedir. (Mukaddime.
1/406)
***
Görüldüğü üzere bu kaynaklarda sadece unvan olarak, bazen
tekil bazen de çoğul (tebaib) olarak zikredilmekte ve fakat çoğunlukla isim
geçmemektedir.
Kaynaklar, İslam’ın geldiği döneme yakın adı Yemen bölgesinin
kralları arasında geçen dört isim üzerinde sıkça durmaktadır. Bunlar:
Seyf b. Yezen
Ebrehe
Zü Nüvas
Ebu Kerib Es’ad
Bu dört isimden Yemen bölgesinde
hakimiyet kuran ve Kabe’yi yıkmak için gelen Ebrehe’nin aslen Yemenli olmadığı,
Habeşistan valisi olarak orada bulunması nedeniyle zaten Tubba olarak
nitelenmemektedir.
Diğer üç isimden Seyf b. Yezen, Peygamber dönemine en yakın
olandır. O’nun Peygamberin dedesi Abdülmuttalib ile görüştüğü ve ona o
sıralarda birkaç yaşında olan torununun peygamber olacağını söylediği dile
getirilmektedir. Kaynaklarda oldukça övgü dolu ifadelerle anlatılan Seyf’in
tahtta kalma süresi oldukça kısa olmuştur.
Bir diğer isim Zü Nüvas ise Seyf’den
öncedir ve Kuran’da Ashabu Udud kıssasıyla ilişkilendirilmekte, yaptığı
insanlık dışı zulümle anılmaktadır. Necran Hristiyanlarını kuyulara atan, onları
diri diri yakan ve sonrada karşısına geçip izleyen biri olarak nitelendiğinden
pek hayırlı bir kimse olmadığı açıktır.
Bu isimler arasında en ayrıcalıklı
olan ve Tubba lakabına layık tek isim Ebu Kerib Es’ad olmalıdır. Bazı
kaynaklarda onun milattan önceye, Sebeliler dönemine kadar geri götürenler
varsa da bunu pek olası olmadığı, en azından İslam kaynaklarında hakkında
oldukça fazla bilgi bulunmasına bakılırsa o kadar geriye götürülmesi pek mümkün
görünmemektedir. Zira Taberi başta olmak üzere güvenilir kaynaklar onun son
Tubba olduğunu açıkça ifade etmektedir. (Taberi, 2/108).
Ebu Kerib’in, Himyerilerin ikinci
döneminin (274-525) en güçlü kralı olduğu, kendisinin Yemende istikrar sağladığı
ve devletin sınırlarını Irak’a kadar genişlettiği ve onun ölümüyle ülkede
istikrarın son bulduğu ve bir daha eski ihtişamlı günlerine dönemediği Batılı
kaynaklar tarafından da teyit edilmektedir.
Müfessirler Kur'an'da geçen her iki ayetin tefsirinde de Tubba ile kavmi arasında özenle bir ayırım yapar ve kafir olanın kavim olduğu, Tubba’nın ise mümin olduğu ve adının da Ebu Kerib olduğunu dile getirirler.
Özellikle Hz. Peygambere nispet edilen ve Tubba’ya saygı duyulmasının gerekliliğine vurgu yapan hadisler de bu bağlamda Ebu Kerib Esad'ı’i ima etmektedir:
- “Hz. Peygamber şöyle demiştir: “Tubba hakkında ileri geri konuşmayın, çünkü o Müslüman idi.” (لا تسبوا تبعا فانه كان قد اسلم). (İbn Hanbel, Müsned, 37/519).
- “Tubba nebi miydi, değil miydi bilmiyorum!. (ما ادري اكان تبع نبيا او غير نبي) (Ebu Davud, Sünnet, 14).
- “Hz. Peygamber, Esad el-Himyeri’ye küfredilmesini yasakladı ve o Kâbe’ye ilk örtü giydirendir, dedi.” (نهي رسول الله عن سب اسعد الحميري وقال هو اول من كسا الكعبة). (Suyuti, Dürrü’l-Mensur, 12/280
Hz. Peygamber’in dışında da Tubba hakkında
konuşan oldukça fazla sahabinin varlığı bilinmektedir. Hz. Aişe başta olmak
üzere, Ebu Hüreyre, Vehb b. Münebbih, Abdullah b. Selam, İbn Abbas, Kabu’l
Ahbar bunlardan sadece bir kaçıdır. İbn Abbas onun bir peygamber olduğunu, Kabul
Ahbar’ın ise bir kral olduğunu, “Allah’ın onu değil kavmini zemmettiğini” söylediği
nakledilmektedir. (Taberi, 21/50).
Hemen ifade etmek gerekir ki Tubba’nın
bir peygamber olduğunu söyleyen İbn Abbas’a karşın Kab’ın dile getirdiği kral tanımı
daha kabul edilebilir görünmektedir. Bu arada benzer bir durum mesela Kuran’da
kıssası anlatılan Zülkarneyn’in kimliği konusunda da görülmektedir. Onun da
peygamber mi yoksa bir kral mı olduğu kesin değildir. Çok daha ilginç olanı ise
Zülkarneyn kelimesinin başında geçen ve sahiplik anlamına gelen “Zü” önekinin
genelde Yemenli krallar için (Zü Nuvas, Zi Yesen gibi) kullanıldığından
hareketle, ünlü bilgin Biruni (ö. 453/1061) Zülkarneyn’in de bir Tubba
olabileceğini söylemesidir. (Biruni, Asaru’l-bakiye, s. 40).
Kısaca buraya kadar dile getirilenlerden, Kuran’da niçin
başkası değil de Yemen krallarının unvanının geçtiği meselesi kısmen daha
anlaşılır olmalıdır. Tubba ifadesinin Kur’an’ın
yerelliğine vurgu yapan ifadelerden biri olarak Kur’an’da geçmesi, muhtemelen Peygamberin zihninde, ümmetin birliğini
coğrafyanın birliği üzerinden sağlamaya yönelik önemli bir örneklik teşkil
etmesi nedeniyle olmalıdır.
Yorumlar
Yorum Gönder