Ana içeriğe atla

Kuran'da Rahman Kelimesinin Kökeni

Kuranda Rahman kelimesinin kullanılışı, Rahim kelimesi gibi değildir, ilginç özellikler taşır. Besmelede geçen Rahman ve Rahim sıfatları eşanlamlı gibi görünse de Kuran’ın geneline bakıldığında, aralarında büyük bir fark olduğu hemen anlaşılır. Önce her iki kullanıma da kısaca bir göz atalım:

Rahim fiil ve sıfat olarak 95 defa kullanılır. Ancak en çok ikili sıfatlar halinde gelir. Bazen de  Allah’ın dışındaki varlıklar için kullanılır. Mesela Hz. Peygamber’i niteler:

·   (اِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ) “O, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyendir.” (2/37).

·   (اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟) “Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” (2/182)

·    (اِنَّ رَبّ۪ي رَح۪يمٌ وَدُودٌ) “Doğrusu Rabbim çok esirgeyen, çok sevendir.” (11/90)

·    (اِنَّهُ هُوَ الْبَرُّ الرَّح۪يمُ۟) “Çünkü iyilik eden, esirgeyen O'dur, O.” (52/28)

·    وَاِنَّ اللّٰهَ بِكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ) “Allah, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.”  (57/9)

·    (اِنَّ اللّٰهَ كَانَ تَوَّابًا رَح۪يمًا) “Allah, tevbeleri çok kabul edendir, çok esirgeyendir.” (4/16)

·    (حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ) “(o elçi) size düşkün, mü'minlere şefkatli, merhametlidir.” (9/128)

Rahman kelimesi ise Kuran’da 57 kez kullanılmakta ve fakat hiçbir zaman Rahim gibi bir sıfat tamlaması içinde geçmez, ikili bir kullanımda da görülmez. Hep doğrudan Allah lafzı yerine kullanılır:

·     (قَالَتْ اِنّ۪ٓي اَعُوذُ بِالرَّحْمٰنِ مِنْكَ اِنْ كُنْتَ تَقِيًّا) “(Meryem) dedi ki: "Ben senden, Rahman’a sığınırım. Eğer (Allah'tan) korkuyorsan (bana dokunma)." (19/18)

·     اِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلرَّحْمٰنِ عَصِيًّا) “çünkü şeytan, Rahman'a isyan etmiştir.” (19/44)

·     (اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى) “Rahman Arş'a istiva etmiş(kurulmuş)tur.” (20/5).

·     (يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا) “O gün Rahman'ın izin verip sözünden hoşlandığı kimseden başkasının şefa'ati fayda vermez.” (20/109).

·     (قُلْ مَنْ يَكْلَؤُ۬كُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ مِنَ الرَّحْمٰنِۜ بَلْ هُمْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّهِمْ مُعْرِضُونَ) “De ki gece ve gündüz Rahman’dan sizi kim koruyacak! Bilakis onlar Rablerinin zikrinden yüz çeviriyorlar.” (21/42).

·     (وَعِبَادُ الرَّحْمٰنِ الَّذ۪ينَ يَمْشُونَ عَلَى الْاَرْضِ هَوْنًا وَاِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَامًا) “Rahman'ın kulları öyle kimselerdir ki, yeryüzünde mütevazi olarak yürürler, cahiller kendilerine laf atarsa "Selam" derler.” (25/63)

·     (اَلرَّحْمٰنُ عَلَّمَ الْقُرْاٰنَۜ).  “(Çok merhametli) Rahman, Kur’an’ı öğretti.” (55/1-2)

Kuranın genelindeki tüm kullanımlar dikkate alındığında her iki kelimenin ayrımları şu şekildedir:

1.   Rahman ismi genellikle yalnız başına kullanılırken,  Rahim başka sıfatlarla birlikte kullanılır.

2.   Rahman her zaman belirlilik edatıyla (lam-ı tarif) gelmektedir, Rahim ise çok defa belirlilik edatı ile kullanılmaz.

3.   Rahman hep isim formunda, Allah gibi zat ismi olarak kullanılır. Oysa Rahim mevsufsuz hiç kullanılmaz.

4.   Rahman insanlar hakkında asla kullanılmaz ama Rahim kullanılır.

5.   Rahman harf-i cer ile müteaddi (geçişli) olmaz ve fiil ameli yapmaz. Rahim ise müteaddi olur ve rahmete konu olan nesneye tealluk eder. Mesela “O, mü'minlere karşı Ra'him'dir.” (وكان بالمؤمنين رحيما) (Ahzab, 33/43) ayeti buna örnektir. Oysa “onlara karşı Rahmandır” (رحمن بهم) gibi bir ifade kullanılmaz.

Peki ama tüm bu farklılıklar ne anlama geliyor? Bu iki kelime, aynı kökten (ra-hi-me) türemişse eğer, bu kadar derin farklılığın anlamı nedir? Ya da iddia edildiği üzere Rahman kelimesi bir başka Tanrı’nın adı mıdır?

Klasik dönem müfessirleri ve dil alimleri, bu iki kelime arasındaki farklılığa temas etmiş, üzerinde çok durmuş, modern dönemde de kabarık bir literatür oluşmuştur. Özellikle müfessirlerin yorumlarından bir kısmı birbirinin tekrarı, bir kısmı fazla naif, bir kısmı da kayda değer yorumlardır.

Mesela Fatiha suresi bağlamında bütün klasik dönem tefsirlerindeki ortak açıklama şöyledir: “Rahman dünya hayatında herkesi, Rahîm ise ahirette sadece müminleri kapsayan ilâhî rahmettir.” Aslında bu yorum, bir açıklama değeri taşısa da bize Rahman kelimesi hakkında pek fazla bir şey söylemez. Bu yorumu daha özgün bir formda dile getirenler ise şöyle demektedirler; iki kelime arasında “el-hass badel amm” kaidesi gereğince özelden genele doğru gidildiği, Arapların bir şey hakkında bilgi vermek istediklerinde öncelikle onun ismini zikrettiklerini, böylelikle dinleyen kişinin kimden bahsedildiğini anlamaları sağlanmıştır. (Bk. Taberi, Camiül-beyan, 1/132; Razi, Mefatih, 1/238 ).

Klasik dönemin en popüler müfessiri Suyuti’nin, Rahman kelimesinin Rahim’i tekit etmek için kullanıldığını dile getirmesi tuhaftır, zira Arap belağatının en üst metni kabul edilen Kur’an gibi bir kitapta iki kelimeden ikincisinin kendisine ait yeni bir mana olmaksızın sadece birinciyi tekit icin gelmiş olabileceği şeklindeki yorumu niaf olduğu kadar ciddiye de alınamaz. (Abduh buna özellikle işaret eder. Bk. Menar, 1/46).

Rahman kelimesinin Allah kelimesi gibi doğrudan yaratıcının zat ismi ile eşleştiğini söyleyen dilciler de vardır:

·     Rahman Allah mahsus iken Rahim başkası için de kullanılır”. (لان الرحمن مقصور علي الله عز وجل، والرحيم قد يكون لغيره). (İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, 1612)

Bu ayrım, kelimenin tarihi geçmişi, çok tanrılı bir toplumda mutlak yaratıcının adı olarak Rahman’ı daha önemli hale getirir. Bu nedenle daha derin tetkiklere, belki arkeoloji, etnoloji, antropoloji ve ilgili diğer disiplinlerin verilerine ihtiyaç vardır. O nedenle Kur’an’dan biraz daha geriye gitmemiz gerekecektir.

1979 yılında Suriye yakınlarında Tell Fekherye’de yapılan kazılarda, Aramice ve Akadca yazılmış iki dilli bir kitabe bulundu. Bu kitabede Rahman kelimesinin ilkel formu geçiyordu. 1982’de yayınlanan kitabe, MÖ. 9. Yüzyıl gibi oldukça eeski bir döneme kadar gidiyordu. Buna göre;  Gozan’ın kutsal bölgesi olan Sikan’da önemli bir mabedi bulunan Arami tanrısı Hadad’a adanan kitabede, Hadad’ın Aramice versiyonundaki sıfatları arasında Rmn şeklinde bir ifade geçiyordu. İfade şöyleydi:

·    “mt kln ʾlh rmn zy tlwth bh ysb”

·    “tüm ülkeyi(leri) zenginleştiren, merhametli bir tanrı, kendisine dua edilmesi zevk veren” (Bk. E. Lipinski, “The Bilingual Inscription from Tell Fekherye”, SAIO, s. 37).

Bu kadar da değildi. Bu tarihten iki asır sonra, MÖ. 7. Yüzyılda, Hristiyanlık öncesi, en eski edebi metinlerden biri olarak kabul edilen (ve dilimize de çevrilen) kadim Süryani dilindeki Ahikar’ın Öğütleri’nde de Rmn geçiyordu:

·    “sr’dn mlk’ rmn”.

·    “Bilindiği gibi kral Esarhaddon merhametlidir.”  (Bk. Greenfield J. C., “From ‘Lh Rmn to al-Ramān, Judaism and Islam, s. 382).

Rahman kelimesi, Rmn formuyla Suriye bölgesinde, Palmira’da bulunan kitabelerde de geçmekteydi. Kelime uzun zamandan beridir burada ikamet eden Arap kabilelerine mensup bölge sakinleri arasında da yaygındı:

·    “Ibryk šmh l’lm tb’ wrmn’ wtyr”.

·    “adı sonsuza dek kutsansın, iyi, merhametli ve şefkatli olan” (Bk. J. Teixidor, “The Anonymous God”, The Pantheon of Plamyre, s. 119).

Gerek Tel Fekhere ve Palmira gerekse Ahikar’ın Öğütleri’nde geçmesinden hareketle kelimenin Mezopotamya ve Babil menşeli olduğu rahatlıkla söylenebilir. Akadça versiyonunda geçen rēmēnû/rēmēû aslında Babil panteonun baş tanrısı Marduk’un diğer adıdır. Dahası Rahman kelimesinin içerik olarak çok köklü bir değişim olmaksızın Süryanicede  mramana şeklinde (Greenfield, s. 441), Ugaritçe’deki ltpn sıfatının ise genellikle “iyi kalpli, merhametli” olarak tercüme edilen tanrı El ile rmn arasında bir ilişki olduğu araştırmacılar tarafından dile getiriliyordu. (Bk., Lindenberger, The Aramaic Proverbs of Ahiqar, s. 93).

Kelimenin en temeldeki Mezopotamya kökeni, Suriye üzerinden Hicaz bölgesine intikali ve dolayısıyla Kuran’a aksetmesi bu kanaldan yani kuzeyden gelmiş olmasını muhtemel kılsa da bize göre bu, pek mümkün görünmemektedir.

Dolayısıyla başka bir kanal daha vardır: Güney Arabistan ve Yemen. Bu bölgede yapılan kazılarda kelimenin varlığına dair ciddi kayıtlar ve kitabeler bulununca, Hicaz Araplarının soylarının en temelde Adnani ve Kahtani’ye dayanması ve bunların da Yemenle ilişkisi burayı diğerine nazaran daha önemli hale getiriyordu.

Bu kayıtların en önemlilerinden biri MS. 542-543 tarihli Merib seddi üzerinde bulunan Ebrehe kitabesidir. Bizzat Habeş asıllı Yemen kralı Ebrehe (ö. 570)’nin yazdırdığı söylenen bu kitabenin baş tarafında şöyle denilmektedir:

·   Rahman’ın rahmeti ve lütfu ve kudretine ve Mesih’ine ve Ruhu’l-Kuds’e” (In the power and grace and mercy of the Merciful [Rahman-an] and His Messiah and of the Holy Spirit). (Hitti, History of the Arabs, s. 105)

Dikkat edilirse bu kitabede, Hıristiyanların teslis inancına ait unsurlar göze çarpmaktadır. Teslisteki Baba ifadesi burada Rahmân kelimesiyle yer değiştirmiş görünmektedir.

Gerek Hristiyanlık gerekse ondan önce Yahudiliğin bölgedeki varlığı Yemen’i daha önemli kıldığından burayı daha yakından ele almak kelimenin izleği hakkında bizi doğru enforme edecektir. Yemenin kronolojik tarihi Sebeliler-Yahudiler-Hristianlar ve Müslümanlar şeklinde bir sıralama olduğundan, Yahudi dini, sosyal ve politik etkisinin güçlü olduğu bir dönemde Sebe dilinde gelişen rmnn kullanımının daha sonra Yahudiler ve nihayet Hıristiyanlar tarafından alımlanmış olması hiç de şaşırtıcı değildir.

Hıristiyanlığın, 6. yüzyılda Ebrehe’nin komutası altında kurulan bölgeye geç bir zamanda yerleştiği, bu dönemde geç Sebe yazıtlarının da özellikle Hıristiyanlaştığı bilinmektedir. Sebe dilindeki rmnn kullanımı Allah’ın hem sıfatı hem unvanı olan kkelimenin kökeni olduğuna dair kanıtlar ile birlikte ramana’nın İbranice ve Aramice olduğu buradan da Hristiyanlığa geçmiş olabileceği yabana atılmayacak bir teoridir.

Dolayısıyla Yemen üzerinden kelimenin izleğini biraz daha derinleştirmek gerekmektedir. Bu noktada özellikle Hristiyanlık bağlamında Habeşistan bölgesinin de dikkate alınması bir zorunluluktur. Zira, Sebeliler ve Himyeriler arasında Rahman bilinmesine rağmen, buradan hareketle Hristiyan kutsal metinlerine nasıl intikal ettiğinin cevabı, biraz da Yemen-Habeşistan arasındaki kültürel ve tarihsel bağlarla ilgilidir. İbranice dua ve niyazlarda yaygın olarak kullanılan İncil’deki raum we-annun örneği göz önüne alınırsa bu durum daha anlaşılabilir hale gelebilir.

Bu arada belirtmek gerekir ki gerek kuzey gerekse güney bölgelerinde Yahudi ve Hristiyanlığın gelişimi benzer özellikler taşır. Suriye bölgesinde Hıristiyanlık o sırada önemli bir ilerleme kaydetmiş olsa da, burası üçüncü yüzyılın başından sonuna kadar hala bir pagan şehriydi ve Hıristiyanlık bölgeye ancak dördüncü-beşinci yüzyıllarda tam anlamıyla girmişti. Benzer bir durum Yemen için de söz konusudur. Hristiyanlığın Yemen bölgesine girişi Hz. İsa’nın havarilerinden Bartholomeus ile ilişkilendirilse de bu dinin bölgede yaygınlaşması da 4. ve 5. Yüzyılı bulmaktadır. Dolayısıyla gerek kuzeydeki Suriye bölgesine gerekse güneydeki Yemen bölgesine bu iki dinin girişi benzer süreçlere sahiptir. Ancak Yemen’in Hicaz ile olan bağları Suriye koşullarından çok farklıdır ve bu nedenle de daha önemlidir.

Kaynaklarda kelimenin Yemen’deki Hristiyan menşeine ilişkin başka kitabelerden de söz edilmektedir. Hıristiyan-Süryani (Mor Afrem, Mor Yakub) metinlerinde Ramānā kelimesinin Tanrının-İsa’nın sıfatı olarak kullanıldığı ve mraḥḥmānā’nın yaygın olduğu bilinmektedir. Himyeri Rahmanizmi denilen tek Tanrılı bir inanç biçiminin kesin olduğu, tartışmanın bunun Yahudilikten mi yoksa Hristiyanlıktan mı kaynaklandığı açık olmasa da gerek burada bulunan kitabeler gerekse Hritiyanlık ve Yahudiliğin bölgenin entelektüel seviyesinin yüksekliği dikkate alınacak olursa bir nebze daha mesafe alınmış olur.

Yahudilik açısından konunun geçmişi ise çok daha gerilere gitmektedir. Yahudiliğin Yemen bölgesine girişi, Kuran’da anlatılan Belkıs kıssasında, Yemen melikesinin Hz. Süleyman’a iman etmesi sonrasına kadar gider. Muhtemelen daha öncesi de vardır. Tarihi veriler de bunu desteklemektedir: Kudus’teki Süleyman Tapınağının yıkılması sonrası yetmiş beş bin Yahudi’nin bölgeye göç ettikleri, MS. 70 yılında Titus tarafından gerçekleştirilen baskılar neticesinde Buhtunnasr istilası sonrası böyle bir göçün gerçekleştiği ve yine MS. 130 yılında Filistinli Rabbi Akiba (ö. MÖ. 135)’nın Güney Arabistan ziyareti münasebetiyle burada geniş bir Yahudi nüfusun varlığı düşünülürse Yemen’deki Yahudiliğin köklerinin çok daha eskiye dayandığı rahatlıkla çıkarılabilir.

Kelimenin kullanım formu, Yahudilerin özellikle yemeklerden sonra yapılan şükran duaları yanısıra, diğer Yahudi kutsal metinlerinde, mesela Talmud’da birçok duada  geçmektedir. Zaten gerek müslüman alimler gerekse oryantalistler kelimenin İbranice oluşuna sıklıkla vurgu yaparlar:

·   Rahman İbranicedir, Rahim Arapçadır.” (لان الرحمن عبراني والرحيم عربي.). (İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, 1612).

·   “(Rahman) daima Tanrı’nın zati adıdır. Erken dönem otoriteleri kelimenin İbranice’den alındığında (the word as a borrowing from Hebrew) hemfikirdir.” (A. Jeffery, The Foreign Vocabulary of the Qur’ān, s. 140–141)

Dolayısıyla Rahman gerek Tell Fekhere gerekse Palmira kitabelerinin gösterdiği üzere en temelde Mezopotamya kültürü etkisi altında Yahudi ve Hristiyan olmayan bir ortamda miladi ilk yıllarda  yaygınlaşmış, sonra Yemen bölgesine Yahudi ve Hristiyan dininin girmesiyle kelimenin kullanımı yaygınlık kazanmış ve Yemen’de monoteistik bağlamda Tanrı’nın baskın ismi haline dönüştüğü söylenebilir. (Ayrıca bk., N. Robinson, Discovering The Quran, s. 91.) 

Gerçi Yemen’de çok tanrılı bir dinde çeşitli krallıklar ve kabile grupları farklı tanrı ve tanrıçalara sahip olduğu, İslam’ın zuhurundan iki yüz önce de pagan tanrılarının 4. yüzyıldan itibaren metinlerden kaybolduğu ve yerini “Cennetin Efendisi” veya “Cennetin ve Yeryüzünün Efendisi” ve “Merhametli” (Ramānān) tabirlerine yerini bıraktığı yönünde görüşler ileri sürülmüştür. (Bk. J. Ryckmans, The Old South Arabian Religion, s 110) Ancak bir kelimenin halk bilincinde birden bire ortadan kalkması olağan olmadığından, muhtemelen kelimenin diyakronik (artzamanlı) bir anlam değişimi ile içeriğinin de belli ölçüde değişmiş, pağan anlamın yerini tek Tanrılı dinlerin bölgeye girmesiyle yeni bir anlama bırakmış olmalıdır.

İslamın hemen öncesinde, Cahiliye döneminde kelimenin Hicaz bölgesindeki görünürlüğü de kavramın Yemen bölgesinden intikal ettiğini destekler mahiyettedir. Bunun en açık örneklerinden biri Kabenin tavaf edilmesi esnasında her kabilenin kendine ait telbiye getirmesinde görülür. Yemenli kabilelerin telbiyelerinde Rahman kelimesinin geçmesi bunun delilidir. Ağırlıklı olarak Güney bölgesinde yaşayan  Kays Aylan kabilesinin telbiyesi şu şekildeidr:

·   (لبيك اللهم لبيك! لبيك انت الرحمن اتتك قيس عيلان راجلها والركبان)  “Lebbeyk Allahümme lebbeyk, Lebbeyk. Rahman sensin. Kays Aylan sana yürüyerek ve binekle sana geldi.” (Yakubi, Tarih, 1/308).

Yine Ak ve Eş’ariyye gibi Güney Arabistan kabilelerinin telbiyelerinde Rahman’ın rızasından söz edilmektedir:

·   (نحج للرحمن بيتا عجبا، مستترا، مضببا، محجبا“Güzel Beyt’i Rahmân’ın rızasını gözeterek, bazen örtülü, yarı açık, bazen giyinerek haccederiz.” (Yakubi, Tarih, 1/308).

Arapların en büyük şairi İmrü’l-Kays b. Hucr (ö. 540) da aslen Yemen menşeli olup Kinde kabilesindendir. O da Rahman’ı yeryüzüne kanun ve mizan koyan yaratıcı olarak betimler:

·    (تلك السحاب اذا الرحمن ارسلها              روي بها من محول الارض ايباسا

تلك الموازين والرحمن انزلها                رب البرية بين الناس مقياسا       )

Onlar Rahmān’ın gönderdiği bulutlardır. Yeryüzünü dönüştüren, kurumuş toprakları onunla suladı. “Onlar, Rahmān’ın insanlar arasında ölçü olarak koyduğu mizandır.

İslam öncesi Arapların inançları üzerine yapılan araştırmalarda Arap yarımadasında ve özellikle Yemen bölgesinde Ramān kelimesine ve dolayısıyla inancına dair pek çok ipucuna rastlanmaktadır. Yemen ile bağlantıları munasebetiyle Mekkelilerin de Ramān’ı bildikleri ve bu kelimeyi Allah ile eşdeğer kullandıklarını Cahiliye dönemi daha başka Arap şairlerin şiirlerinde, pek çok kullanım görülmektedir.

Bu şiirlerde, Ramān’ın, Allah ve Rab ile aynı anlamda kullanıldığı, hem Cahiliye hem de İslami dönemde İlah ve Rab kelimelerinin çoğul kullanımları mevcutken Ramān kelimesinin çoğulunun bulunmaması bu kelimenin tek tanrılı bir inancı resmettiği söylenebilir. Ramān gibi Allah kelimesinin de çoğul kullanımının olmaması Arapların inancında bu isimlerin belirli, özel, tek bir yaratıcıyı sembolize ettiği söylenilir.

İslami dönemle birlikte kelimenin Hicaz bölgesine girmesinde Yemenle irtibatları güçlü olan Medine, bir terminal görevi görür. Zira gerek Evs ve Hazreçli Arapların Yemenle olan geçmişleri gerekse Medine’de yaşayan Yahudi topluluklar üzerinden dolaşıma girdiği öngörülebilir. Ancak kelimenin dolaşıma girmesiyle Mekkelilerin bbu kelimeye karşı belli bir direnç gösterdikleri bilinmektedir ki bu direncin izleri Kuran’a da yansımıştır.

Bu direncin en açık örneklerinden biri sahabeden Abdurrahman b. Avf (32/652)’dır. Medine’ye hicret nedeniyle yaşanan bir olay bunun izlerini taşır. Abdurrahmân b. Avf ile Mekkeli müşrik Ümeyye b. Halef arasında Hicretten önce dost oldukları, bu dostluk nedeniyle Abdurrahman’ın hicret sonrası Mekke’deki mallarını ve akrabalarını koruması için Ümeyye ile mektuplaştığı ve bu yazışmada onun adına yönelik itirazını Buhari (ö. 256) aktarmaktadır:

·   “Ümeyye b. Halef’e bir mektup yazdım; ondan benim (Mekke’deki) mallarımı koruyamasını, benim de onun Medinedeki mallarını koruyup kollayacağıma dair bir mektup yazdım. (Mektubun sonuna) ismimi, Abdurrahman yazınca, Ümeyye “Ben er-Rahmân’ı tanımam; bana Cahiliye dönemindeki adınla yaz” dedi.( لا اعرف الرحمن، كاتبني باسمك الذي كان في الجاهلية)  Ben de ona Abdu Amr  diye (eski adımı) yazdım (فكاتبته "عبد عمرو").” (Buhârî, “Vekâle”, 2)

Benzer bir direnç ise bizzat Hz. Peygamberin Hudeybiye anlaşması esnasında Müşriklerin delegesi Süheyl b. Amr (ö. 18) ile aralarında geçmiş, anlaşma maddeleri yazıya geçirilirken Hz. Peygamberin besmele ile başlanmasına Müşriklerin çok ciddi itirazları olmuştur. Bu itirazlarını da çok açık ve sert sayılabilecek bir üslupla dile getirmişlerdir:

·   Rahman yazılmasın, biz Rahman’ı bilmiyoruz (tanımıyoruz). Sadece bismikellahumme yazılsın” demişlerdir. Bazı rivayetlerde ise “Biz Ramān diye bir şey tanımıyoruz, sadece Yemame’nin Ramān’ını tanıyoruz.” (Taberi, Cami, 13/531).

Hiç kuşkusuz yaşanan bu olayların izlerini Kuran’dan da görmek mümkündür:

·    (وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اسْجُدُوا لِلرَّحْمٰنِ قَالُوا وَمَا الرَّحْمٰنُۗ اَنَسْجُدُ لِمَا تَأْمُرُنَا وَزَادَهُمْ نُفُورًا۟) “Onlara: "Rahman'a secde edin!" dendiği zaman: “Rahman da ne imiş! Bize emrediyorsun diye secde mi edeceğiz? ” dediler. Ve (bu söz), onların nefretini artırır.” (Furkan 25/60).

·  (كَذٰلِكَ اَرْسَلْنَاكَ ف۪ٓي اُمَّةٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهَٓا اُمَمٌ لِتَتْلُوَ۬ا عَلَيْهِمُ الَّذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ وَهُمْ يَكْفُرُونَ بِالرَّحْمٰنِۜ قُلْ هُوَ رَبّ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَاِلَيْهِ مَتَابِ) “Seni de böylece, kendilerinden önce nice milletler geçmiş bulunan bir millete gönderdik ki, sana vahyettiğimizi onlara okuyasın. Oysa onlar Rahman'a nankörlük ederler. De ki: "O (Rahman), benim Rabbimdir. O'ndan başka tanrı yoktur. O'na dayandım, tevbem yalnız O'nadır." (Rad, 13/30)

Mekkelilerin tüm bu itiraz ve direnci nasıl yorumlamak gerekir? Bu direnç ve itirazlar, müşrik Arapların Ramān’ı hiç duymadıkları ve bilmedikleri anlamına me gelir?

Sanmıyoruz. Burada bilmemeden daha ziyade Hz. Muhammed’in peygamberliğini reddetme niyetiyle bir karşı koyuştan söz edilebilir. Zira onun getirdiği Tanrı inancı, putperest müşriklerin inandıkları politeist tanrıları karşısında tek ve mutlak bir yaratıcıya olan karşı koyuştur. Yoksa Ramān’ın tarihsel kökenine dair bir itiraz söz konusu değildir. Arapların Ramān’ı bilmemelerini iddia etmelerinin sebebi, Hz. Peygamber’in Ramān lafzını kullanırken bu kelimeye yüklediği anlam müşriklerin anlam alanınıyla örtüşmediğinden, inandıkları Tanrılara karşılık gelmemesi nedeniyle olmalıdır.

Müfessir Taberi (ö. 310) de Rahman kelimesinin yaratıcıya ait bir isim olarak müşriklerin daha önce hiç kullanmadıkları ve bilmediklerini söyleyenlerin bulunduğunu, ancak böyle düşünenlerin yanıldıklarını, dahası bunu söylemenin aptallık olduğunu söylemektedir:

·     “Bazı aklı evveller, Arapların Rahman’ı bilmediklerini zannediyorlar. (وقد زعم بعض اهل الغباء ان العرب كانت لا تعرف الرحمن) Onların lügatında bu kelime yokmuş ve sırf bu nedenle bu ismi inkar ederek, müşrikler Hz. Peygambere “Rahman da nedir, Bize emrediyorsun diye mi secde edeceğiz?” diyorlarmış.” (Taberi, Camiü’l-beyan, 1/130)

Aslında bu direncin bir nedeni de kelimenin dışarıdan gelmesiyle de ilgili olmalıdır. Zira Mekkeli müşrikler kapalı bir toplumda yaşayan, oldukça muhafazakar ve tutucu bir toplumdur. Dış etkiye açık değillerdir. İnanç biçimleri yaşamlarının temelini oluşturduğundan, Allah kelimesine karşı gösterdikleri tavır Rahman kelimesine karşı gösterdikleri kadar keskin değildir.

Benzer bir açıklamayı Watt da yapar. O, kelimenin ortaya çıkış süreci ve Kuran’da kullanımını her ne kadar “esrarını koruyan bir durum olarak” görse de bu, daha ziyade kelimenin Kuran kronolojisindeki konumuyla ilgilidir. Yoksa o da Taberi gibi, kelimenin cahil kimselerin (Allah ve Rahman’ın) iki ayrı ilah olduğunu sanmaları yüzünden bir karışıklık olmuş olabileceğine dikkat çekmektedir. (Kurana Giriş, s. 175)

Son olarak, ilk siyer kaynaklarından İbn İshak (ö. 151)’da geçen bir bilgi bu yönüyle konuya ışık tutmaktadır. Buna göre müşrikler Hz. Peygamber’e gelerek şöyle derler:

·    (فقد بلغنا انه انما يعلمك هذا رجل باليمامة يقال له الرحمن، وانا والله لا نؤمن بالرحمن ابدا ...) “Öğrendiğimize göre Yemâme’den Rahmân adlı bir adam sana bunları öğretiyormuş; biz asla Rahman’a iman edecek değiliz.” (İbn İshak, Sire, 236)

Yemameli adam ile kastedilen, yalancı peygamber olarak bilinen Müseylimetül Kezab (ö. 12/633)’dır. Aslında Müseylime’nin askerleriyle birlikte kaldığı, Hadikatür-Rahman adlı etrafı büyük duvarlarla çevrili bahçesi olduğu, Yemame’nin ise Yemen bölgesiyle yakından ilişkisi bilinmektdir.

Oryantalistlerin bu olay bağlamında; Müseylime’nin peygamberlik iddiasını, Hz. Muhammed’den çok önce ileri sürdüğünü ve onun Câhiliye döneminde bile “Rahmânü’l-Yemâme” lakabıyla anıldığını söylemektedirler ki bu tavırları bilinen bir tutumdur. Bizi ilgilendiren ise Yemame’de Hristiyanlığın hayli yaygın olması nedeniyle, Rahman ile ilgili kullanımların nüzul dönemi içindeki kronolojiyle ilişkilendirmeleridir. Burada, Rahman’ın Kuranda başlangıçta geçmediği, daha ileri bir dönemde vahye yansıdığı, bunun da Hz. Peygamber’in kendi tanrısını adlandırmada takip ettiği siyasetin gereği olarak yorumlamaları, buldukları her türlü malzemeyi ideolojik yaklaşımları nedeniyle Kuranın orijini meselesiyle ilişkilendirmeleri şaşırtıcı değildir. Ancak Mekke döneminin tarihlendirilmesinin Medine dönemine nazaran bir kısım ciddi belirsizlikler taşıması ise herkesin malumudur. Bu nedenle onların ilgilerini daha çok buraya yoğunlaştırıp bu çabaların sonucunda da Rahman kelimesinin bu tarihlendirmede yerini tespit etmeye çalışmaları eleştiri konusu yapılmaktan ziyade şükranla anılmayı hak eden bir çabadır. Zira bu sayede Kuran’da Rahman kelimesinin Mekke döneminin ortalarında bir zaman aralığında görülmeye başlandığı tespit edilebilmiştir. Bu nedenle bazı Müslüman araştırmacıların oryantalistlerin bu çabalarını aşırı tarafgirlik nedeniyle itham etmeleri pek insafla bağdaşır görünmemektedir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hz. Hatice’nin evi üzerine

Bir önceki yüzyılda, Suudiler iki büyük kötülük yaptılar. Birincisi büyük bir kültür mirasının tarihi izlerini tamamen yok edip ortadan kaldırdılar, ikinci ve daha önemlisi, özellikle 19. Ve 20. Yüzyılda ortaya çıkan arkeolojinin imkanlarından yararlanmayı tümden yasaklayıp güya kutsalı koruma bahanesinin arkasına sığınarak hem kutsal şehri mahvettiler hem de ceplerini doldurdular. Son dönemde büyük bir şamatayla duyurulan bir kitabın yayınlanması bağlamında bu kötü izlenimi ortadan kaldırmaya çalıştıkları anlaşılıyor. Söz konusu kitap, Hz. Hatice’nin ve dolayısıyla nübüvvetin en önemli tanıklıklarından biri olan evin hikayesi. Kitabın yayınlanma gerekçesi ve içeriği ise Mekke’de yapılan bir arkeolojik kazının ürünü olması. 2014 yılında yayınlanan kitabın adı The House of Khadijah bint Huwaylid. İngilizce ve Arapça olarak iki dilde basılan ve piyasaya sürülen kitabın üzerinde yazar olarak görünen isim A. Zeki Yamani imzasını taşıyor. Önce kitabın yazarından başlayalım. Kimdir Ze...

Kuran’da “zenim” kelimesinin anlamı üzerine

Kur’an’da 23 sene Velid bin Mugire aşağı As bin Vail yukarı deyip bütün kadrajını Hicaz-Taif-Medine’ye sıkıştırmış ve insanlığa son söyleyeceği sözün çapı oradaki 3-5 lavuk müşrik. Ve o müşrike Kur’an’da öyle küfürler var ki. Bir tanesini okuyayım mı size Kalem Suresi… Hem kel hem fodul ve üstüne üstük piç… Ama tabii meale öyle yazamazsınız. ‘Soysuz’ yazacaksınız. Aç. Adres de vereyim. Ferrâ’nın ‘Meâni’l-Kur’ân’ını aç, İbn-i Kuteybe’yi aç, nereyi açarsan aç. Nesebi bilinmeyen, onun bunun çocuğuna ‘zenîm’ denir Arapça‘da. İlahiyatçı yazar, Prof. Dr. Mustafa Öztürk tarafından ilk kez 2020 yılında bir konuşmada dile getirilen bu ifadeler geçtiğimiz günlerde bir kısım farklı muhatapların konuya dahil olmasıyla tartışmayı daha da alevlendirmiş ve bu tartışmalar boyunca Kuran sadece bir dolgu malzemesi olarak kullanılmaktan başka bir işe yaramamıştır. Tartışmanın odak noktası, Kalem suresi 13. Ayette geçen zenim ifadesinin piç anlamına gelip gelmemesidir. Öncelikle Öztürk gibi velut b...

Mekke'nin karanlık yılları

İslam ve Kuran’ın Mekke dönemi hem dinin ve kutsal metnin oluşum ve inşa evresinin hem de her ikisini tebliğ eden Hz. Peygamberin yaşamının çok büyük bir bölümünün geçtiği en uzun dönem olmasına rağmen hala bilinmeyenlerinin bilinenlerden çok olduğu bir  dönemdir. Bunu anlamanın en kestirme iki yolu vardır: biri Mekke kronolojisine bakmak, diğeri de Medine dönemi ile karşılaştırmaktadır.  Önce Mekke kronolojisini yansıtan şu tabloya bakalım: Sene MEKKE DÖNEMI KRONOLOJİSİ 570 Hz. Peygamberin doğumu ve Süt anneye verilmesi 571   572   573   574 Annesi Amine’ye iade edilmesi 575 Amine’nin ölümü ve Dedesinin himayesine verilmesi 576   577 Dedesinin ölümü 578 Ebu Talib ile Şama gidiş 579   580 ...

Büyük İskender’in Kuran’da ne işi var?

Başlıktaki ifadeden, meseleyi egzajere etmek ya da kutsal kitabımızı sorgulamak için kullanılmadığı sadece onu anlamak ve açıklamak gibi bir halis niyet taşıdığından emin olunmalı ve konuya yaklaşımımız belli bir müsamaha ile hoş görülmelidir. Aslında başlıktaki sorunun cevabı hiç de zor değildir. Zira Kuran’ın zamansal olarak tarihi şahsiyetlerden bahsetmesine ilişkin yakın ve uzak pek çok örnek bulunmaktadır. Örneğin Kuran’dan 30 yıl önce yaşamış Ebrehe’den bahsedilmesi, daha önce ashab-ı uhdut ’tan ya da 6 asır önce Hz. İsa’dan bahsetmesi nasıl mümkünse 9 asır önce MÖ. 356-325 yılları arasında yaşamış dünya tarihinin en istisnai isimlerinden İskender’den bahsetmesi de ilkesel olarak pekâlâ mümkündür. Ancak konumuz tarihi bir şahsiyet olarak Büyük İskender’in bizatihi kendisi olmadığından, özellikle Kuran’da anlatılan Zülkarneyn’in kimliği bağlamında ondan dolayısıyla bahsedilecektir. Kehf suresinde 83-98 ayetleri arasında adı üç defa geçen Zülkarneyn’den doğuya ve batıya seferle...

Kur'an ve İranlılar -VIII-

Kur’an’a özgü yalın ifadelerden biri olan esatirü’l-evvelin  ilginç bir kullanım olduğu kadar aynı zamanda bir izlek olarak Kuran ve İranlılar ilişkisini kısmen de olsa deşifre edici özellikler taşımaktadır. Usture kelimesinin kökeni Yunanca, Aramice ve Süryanice dillerine dayanıyor. “Tarih” anlamına gelen  historia  ya da  storia ’ dan Arapça geçmiş ve Kur’an’da da kullanılmıştır. Evvelin ifadesi ise “geçmiş milletler”, “ilkel topluluklar” anlamıyla bir terkip halinde daha çok “eskilere ait efsane ve masallar" anlamında olumsuz bir çağrışıma sahiptir. Bu ifadenin geçtiği 9 farklı yerde ikili bir anlam konseptinde kullanılmıştır: Biri öldükten sonra tekrar dirilmeye inanmayan Mekkeli paganların bunu eskilerin masalları olarak nitelemeleri (Mü’minun 23/81-89; el-Furkan 25/5), diğeri ise Kuran’da büyük bir yer tutan kıssaların benzerlerini kendilerinin de uydurabileceklerini söyleyenlere karşı bir meydan okuma bağlamında geçmektedir: ·     ...