Kureyş suresi her ne kadar Mekke ve Mekkeli Kureyş kabilesini merkeze alsa da aslında ikinci ayette geçen “yaz ve kış aylarındaki (ticari) seferler” doğrudan Yemen bölgesini de kapsamaktadır. Müfessirler bu ayeti Kureyş’in kış aylarında Yemen'e yaz aylarında ise Şam’a yapılan ticari kervanlar olarak yorumlamışlardır. Ancak bu yorumda Şam diye nitelenen şehrin bugün Suriye’nin başkenti olduğu kuşkuludur. Şam, erken dönem kaynaklarda bütün Suriye bölgesi için kullanılan daha geniş erimli bir bölge olup asıl adı Dımaşk'tır.
Tarihsel koşullar dikkate alınmadan Kureyş suresi anlaşılamaz: Mekke ve Kureyş'in
kurucu atalarından özellikle ikisinin çok önemlidir: Bunlardan biri
Kusay b. Kilab (ö. 480?), diğeri ise Haşim b. Abdümenaf (ö. 524?)'dır. Kusay, Mekke’yi köyden biraz daha büyük, şehir ölçülerine göre dizayn
etmiş, Haşim ise Mekke’nin ekonomi politiğini belirlemiştir. Kâbe'nin merkezde
olduğu toplumsal dokunun inşasında Mekke ve Kureyş, Kusay'a ne kadar çok şey
borçluysa, onları düzenli ticarete alıştıran Haşim’e de bir o kadar şey
borçludur. Kusayy ve Haşim tarafından tesis edilen Mekke-Kabe ve Ticaret üçlü
konsorsiyumu, Hz. Peygamber ile birlikte bir dördüncü olarak peygamberliğin
eklenmesiyle tamamlanmıştır.
Siyer kaynakları, Haşim’in Abdümenaf'ın dört oğlundan biri
olduğunu ve bu dört oğulun ticareti geliştirmek için Bizans, İran ve
Habeşistan’a yakın bölgelerle antlaşmalar yaptıklarını söylemektedir. Bu bilgilere göre Haşim’in durumu ayrıcalıklıdır. Rivayetler onun Habeşistan,
Suriye, İran ve Yemen kralları ile ticari antlaşmalar yaptığını, bu görüşmeler
neticesinde Kureyşlilere bu bölgelerde serbestçe ticari seyahat yapmalarına izin
verildiğini söylenmektedir. Buna göre her ne kadar Haşim’in ne zaman öldüğü net
olarak bilinmese de özellikle Ebrehe’nin Yemen’de idareyi ele aldığı dönem
onunla görüştüğü yönündeki bazı bilgiler (bk. Kisler, İlk Dönem İslam
Tarihi, s. 10) eğer doğru ise Mekke’ye olan düşmanlığına rağmen böyle bir
iznin verilmiş olması bu rivayetlerin -en azından- bir kısmını sorunlu hale getiri. Ticareti, diplomatik bir başarı ile kurguladığı söylenen
Haşim’in aynı zamanda iç ticarete yönelik Mekke civarındaki kabileler ile de
antlaşmalar yaptığı onlara da yapılan ticaretten belli bir pay verdiği için yol
güvenliğinin sağlandığı ve böylece Mekke'nin talihini dönüştürdüğü, Kureyş'in
sınırlı ticaretini uluslararası ölçeğe taşıdığı iddia edilmektedir.
Mekke ve ticaret ilişkisi, en azından, Haşim öncesi için fazla
ciddiye alınamaz. Haşim’in bu konudaki tüm başarısına
rağmen Mekke’nin kaderini değiştiren ticaretin yerel düzeyden uluslararası bir düzeye
çıkması fazla abartılmış bir yorum olarak görünmektedir. Zira Bizans ve
Sasaniler arasında yapılan Dara antlaşmasında (561) yer alan maddelerden biri
de doğrudan Araplarla ilgilidir. Beşinci madde hükmünde, Arap
tüccarların her iki imparatorluk sınırlarında bilinmeyen güzergâhlarda seyahat
etmelerine izin verilmeyeceği kararlaştırılmıştır. (Bk., Tolga Ersoy, “Bizans
ve Sâsânî İmparatorlukları Arasında Akdedilen Dara Antlaşması…” History
Studies, s. 38). Bu durumda Haşim’in büyük imparatorluklarla
antlaşmalar yapmış olması en azından Bizans ve Sasani kralı açısından kuşkulu
hale gelir.
Mekkeli tüccarların dönemin uluslararası ticaretinde oluşan boşluğu fark edip hızla bu boşluğu doldurmalarının onların ticari zekaları ile ilişkilendirilmesi de fazla abartılı bir yorumdur. Eğer Mekke’de ticari bir kapasiteden söz edilecekse bu Kureyş’in ve Mekke’nin başarısından değil, coğrafyanın ve bölgesel koşulların bir sonucu olmalıdır. Bu işin başlangıcı ise en fazla 570 yılına kadar geri götürülebilir. Bu tarihte Mekke’ye yapılan saldırı sonunda şehrin tanrısal bir koruma altında olduğu fikri tetikleyici bir unsur haline gelmiştir. Dolayısıyla Kureyş suresinin anlaşılabilmesi için şu üç ana unsurun göz önünde bulundurulması gerekir:
- 1. Yemenlilerin Mekke’ye saldırısı,
- 2. Kureyşlilerin Haşim ile başlayan i’laf geleneği,
- 3. Mekke’de hums (ahmesilik) uygulaması.
Bu üç önemli gelişmeden ilk şıkta yer alan Yemenlilerin
saldırısı en belirleyici olandır. Mekkeliler bundan sonra şehirlerinin ve
kendilerinin ayrıcalıklı olduğunu çevreye alabildiğine empoze ettiler. Diğer iki şıktan
i’laf, ticaret için Mekke’yi anilmerkez güvenceye almaya yönelikken hums ise Kâbe’yi
merkeze alan, Mekke’deki kabile ilişkilerini özellikle ortak bir ataya (Kureyşiliği) bağlayan ve onu aşırı yücelten bir uygulama olarak öne çıkarıldı.
Buradaki temel sorun, siyer kaynaklarında yer alan Kureyş’in
ticaret hacmi hakkında dile getirilen abartılı yorumlar değildir. Asıl olarak
Kureyş suresinde dile getirilen yaz ve kış aylarında yapılan ticari seferlerin
mahiyetidir. Kureyş suresinde açık bir biçimde uluslararası bir ticaretin
yapıldığında dair bir vurgu olmamasına rağmen bütün müfessirlerin ayeti yazın Şam’a
kışın Yemen’e düzenlenen ticari seferler olarak yorumlamaları, uluslararası bir ticareti ima etmektedir. Ancak bu, sadece bir yorumdur ve
bu yorumun en azından Şam ayağı ciddi sorunlar taşımaktadır.
Öte yandan ayeti Şam ve Yemen ekseninde yorumlamak mümkün
olduğu gibi büyük ticari seferlerden ziyade daha küçük çaplı yerel veya
mevsimlik hareketliliklere işaret olarak yorumlamak da mümkündür. Kuran, zaten müfessirlerin
iddia ettikleri gibi Şam ve Yemen adını zikretmemektedir. Surede ticari hacmin
büyüklüğüne yönelik kesin bir vurgu yer almamakta, salt yaz ve kış
mevsimlerinde yapılan ticari seferlere atıfta bulunmakla yetinmektedir.
Dolayısıyla söz konusu ticari hareketlilik, Şam gibi çok uzak bölgelerle irtibatlandırıldığında
uluslararası ticaret ağının bir parçası olduğu kabulü doğru olmayıp, Hicaz
bölgesinde ya da biraz daha geniş bir coğrafyaya işaretle “Şam taraflarına
doğru” şeklinde yorumlamak da mümkündür.
Surede geçen rıhle ve beyt terimlerinden ilkinin ticaret diğerinin de Kabe'yi kastettiği çok açıktır. Bu iki terim biraz daha vülgarize edilerek söylenmek istense din ve ticaret de denebilir. Kureyşlilerin yükselmelerinin gerekçesini oluşturan bu iki terim, surede eş değerde kullanılmamaktadır. Surede asıl vurgulanmak istenen tartışmasız dindir, ticaret ikincildir. Mekke’nin İslam öncesi dönemde bölgesel bir dini merkez olduğu doğru olsa bile bölgesel ticari bir merkez olduğu kuşkuludur. Zira Kureyş suresinin ana fikri rıhle ya da i’laf gibi ticareti ima eden kelimelerde değil, özellikle “Kabe’nin rabbi” ifadesine yapılan vurgudur: “O rab ki Kureyşlileri doyuran ve korkudan emin olmalarını sağlayandır”. Ayet, Kureyş'in Kâbe'yi koruyarak dini liderliklerini sürdürdüğünü ve bu nedenle Hicaz'da açlık ve güvensizlikten korunduğunu ima ederken, ticaret, bu bağlamda sadece tali bir unsurdur. Zaten surenin geneli, ticari gücünden ziyade onların dini liderlik rolüne ve bu rolün sosyal-ekonomik etkilerine işaret etmektedir. Dolayısıyla burada iki eşit söz konusu değildir. Zaten i'laf ile ilişkili kullanılan rıhle terimi dışında surede ticarete doğrudan bir atıf yapılmamaktadır.
İşte siyer kaynaklarının ve müfessirlerin rıhle terimine yükledikleri aşırı anlam nedeniyle söz konusu yolculuk uluslararası bir ticaret ağına dönüştürülmüştür. Oysa Kuran’ın nazil olduğu dönemde çok uzun mesafeli yolculuklar için rıhle’nin kapsam alanını bu denli genişletmek pek mümkün görünmemektedir. Kelimenin tarihsel anlamı (diyakronik) ancak ikinci asırdan sonra büyük bir değişime uğramaya başlamıştır. (Daha ayrıntılı bilgi için bk. Faruk Tuncer, “The Terms Trade (Tijarah) and Road (Rihlah) in Qur'anic Context”, Religion, 2023, 14(8), 1055. https://www.mdpi.com/2077-1444/14/8/1055 )
Burada din ve ticaret kavramlarını özellikle Kuran’ın nazil olduğu dönemde Mekke’nin dışında ne düzeyde olduğuna da bakmak gerekmektedir. 6. ve 7. Yüzyılların dünyası din ve ticaret ilişkisi birbirinden bağımsız değildi ve bunun en açık örnekliğini görmenin yolu Yemene odaklanmaktır. Aslında en baştan itibaren yani Sümerlerden beri din, ticaretten ayrı düşünülemezdi. Dolayısıyla Yemen ve Yemenlileri merkeze almadan Mekke’deki din ve ticaret ilişkisini anlamak da zordur. Yemen, bu yüzyılda kısa aralıklarla üç dinin egemenliğine girmiş istisnai bir bölgedir. Önce Yahudilik bir devlet dini olarak Yemene girmiş hemen ardından Habeşliler istila ederek bölgeyi Hristiyanlaştırmış ve İslam’ın ortaya çıkmasına yakın dönemde Sasaniler bölgeye Mecusi dinini sokmuşlardır. Bu dönem içinde Yemenliler iki büyük din savaşı yapmışlardır. Bunlardan biri 525 diğeri de 570 yılında meydana gelmiştir. İlkinde Yahudi Yemenliler, Necran’daki Hristiyanlara saldırmış ve Yahudi olmak istemeyenleri diri diri yakmışlar; ikincisinde ise bu defa Hristiyan Yemenliler, Hicaz bölgesindeki pagan Araplara saldırarak bölgeyi Hristiyanlığa girmeye zorlamışlardır. Bu iki savaş büyük oranda bölgeyi şekillendirmiştir. Yemen’in bölgesel bir güç oluşunu sağlayan ise hem din hem ticarettir. Din merkezidir zira mevcut dinlerin kuramsal ve kurumsal temsilcilerinin en önemlileri buradadır. Muhteşem kiliseler ve havralar yapılmıştır. Ebrehe’nin yaptırdığı Kulleys kilisesi en bilinenlerdendir. Öte yandan Hindistan kıtasından deniz yolu ile gelen ticaret yüklü gemilerin transit noktası da burasıdır. Bölgenin Arap yarımadasındaki yeşil ve sulak arazileri ile her türlü tarımsal ürünün yetişmesiyle, ürünlerini çok geniş pazarlara, Bizans, Habeşistan, Mısır, İran ve Suriye’ye taşıyabilen bir konuma sahiptir. Bizans ve Sasanilerin buraya özel bir önem göstermeleri bu nedenledir. Büyük İskender sonrasında Yunan kaynaklarının Arabistan'ın özellikle Yemen hakkında daha çok bilgi vermeleri boşuna değildir.
Yemen’deki ticaretin gelişmişliği karşısında tüccar Kureyşlilerin adı bile okunmazdı. Mekke’nin ticaret hacmi Hicaz bölgesiyle sınırlıydı. Gerçi modern dönem bazı araştırmacılar, Mekkelilerin milattan sonra 6. yüzyılın sonuna gelindiğinde, Yemen'den Suriye'ye kadar olan ticaretin çoğunu kontrol altına aldıkları; “Sasani ve Bizans imparatorluklarını da içeren uluslararası bir ticarete sahip oldukları” ya da “Hindistan, Afrika ve Akdeniz arasındaki uzun mesafeli ticaret ağında bir aktarım noktası" olduğu yönünde görüşlerin (Shabani Islamic History, s. 1; Donner, "Mecca's Food Supplies," 250; Watt, Hz. Muhammed Mekke’de, s. 27; Hamidullah, İslam Peygamberi, 1/56) doğru olma ihtimali hayli düşüktür. Mekke ticaretinin üç olumsuz özelliği bu iddiaları boşa çıkarmaktadır:
- Mekke’nin ticareti transit bir ticaret değildi.
- Mısır ve Suriye gibi bölge sakinlerinin ilgisini çekecek türden bir ürün çeşitliliğine sahip değillerdi.
- Mekkelilerin yaptığı ticaret uluslararası herhangi bir ticaret yolunun kontrolünü gerektiren bir konuma sahip değildi.
Aslında Mekke'nin ticaretinin ağırlıklı olarak yerel ve içe
dönük olduğu anlaşılmaktadır. Kaynakların dile getirdiği
uluslararası ticarin önemli bir parçası olarak sunulan Kureyşlilerin ticaretine
biraz daha yakından bakıldığında durum şudur: Tütsü, ıtrıyat, baharat, dericilik ve diğer yabancı lüks
tüketim malları başta olmak üzere, ipek ve giyim ürünleri, altın ve gümüş,
yiyecek ve içecekler ve köleler, deve/at/eşek hayvanları gibi pek çok kalem dile
getirilmektedir. Modern dönem araştırmacılar; yapılan ticaretin tütsü, baharat,
köle, ipek ve benzeri mallar üzerinden gerçekleştiğini dile getirmektedirler.
Mesela Lammens bu görüştedir. Montgomary Watt, Mekkelilerin başlangıçta sadece
aracı ve perakendeci olduklarını; kervanları düzenleyen ithalatçı ve iş
adamları olmadıklarını vurgulasa da Mekkelilerin özellikle Taif’ten deri ithal
etmelerinden hareketle orada küçük de olsa sanayi kuruluşları olduğundan
söz etmektedir. Sprenger, başlıca ihracat malını deri olarak tanımlarken, Kister ise Mekke’de bir “Mısır Pazarı” olduğundan
hareketle Mısır’dan ithalat yapıldığını söylemektedir. Ancak en keskin
saptamalardan birinin sahibi olan Patricia Crone, Mekkelilerin yaptıkları
ticarete ilişkin çok olumsuz bir tablo sunmaktadır.
Bu ürünlerin çoğunun Suriye bölgesine ithalat ve ihracatı için Mekkelilere ihtiyaç yoktu. Zira bu bölgede zaten bolca mevcuttu. Şii müfessir Kummi’nin tefsirinde dile getirdiği bir yorum dikkat çekicidir. O, Kureyş suresinin nüzulünden sonra Mekkelilerin Şama gitmelerine gerek kalmadığını söylemektedir. (Tefsir, 2/444). Bu yorumu paranteze alarak Kureyşin uluslararsı ticaretteki konumunu biraz daha irdeleyelim:
Bizans için olsa olsa tütsü ve buhar yanında ıtriyat ve
parfüm türü ürünlerin ithalatı söz konusu olabilirdi. Bu ise tamamen Yemene bağlıydı. Öyle
ki özellikle ıtrıyatın modern Batı edebiyatına girmesi tesadüf olmamalıdır. (Horatius'un
"thesauris arabicis"i, Shakespeare'in "Arabistan
itriyati", Milton'un "mukaddes Arabistan'ın baharat kokulu
kıyıları". Bk., B. Lewis, Tarihte Araplar, s.35).
Tütsü ve buharın o çağlardaki önemini anlamak için kilise ve mabetlerde ya
da cenaze törenlerinde veya toplumsal ayinlerde ne denli yaygın bir kullanım
ağına sahip olduğu hatırlanmalıdır.
Itrıyat (parfüm) endüstrisinin merkezi Aden'di. Tütsü
ticareti ise özellikle Hadramut merkezliydi. Mekkeli tüccarların ise Yemen
bölgesinin Mekke’ye en uzak olduğu bu noktalara gidip geldiklerine dair en
azından o dönem için bir kanıt bulunmamaktadır. Belki olsa olsa en yakın yerleşim
birimi olan ve Yemenlilerin özel bir önem atfettikleri Necran bölgesine gidip
geliyor olabilirlerdi. Kumaş ticaretine yönelik benzer bir durum için yine
Necran bölgesi Mekkeli tüccarlar için bir ara istasyon olmalıdır. Kureyşlilerin
Sanaya gidip geldiklerine yönelik oldukça fazla kayıt bulunsa da bu gidiş
gelişlerin hepsi ticari nedenlerle olmayıp en azından bir kısmı siyasi
nedenlerledir. Mesela bölgeye sık sık gidip geldiği anlaşılan Abdulmuttalib daha ziyade siyasi nedenlerle gidiyordu. Dolayısıyla sonuç
olarak, "Mekke’nin Yemen'le ticareti" daha çok Yemen bölgesi
sınırlarında yer alan Necran ile sınırlı görünmektedir.
Mekkeliler gerçekten tütsü, baharat ve diğer lüks mallarla mı ticaret yapıyordu? Eğer yapmadılarsa, deri ve giysi gibi mallara dayanarak uluslararası boyutlarda bir ticaret imparatorluğu kurabilirler miydi? Bu iki sorunun cevabı da görünüşe göre olumsuzdur.
Yorumlar
Yorum Gönder