Ana içeriğe atla

Rum Suresi ve Yemenliler

6. ve 7. Yüzyılda, Mekke dışındaki coğrafyada, çok önemli üç olay Kuran’a doğrudan yansımıştır. Üç farklı surede dile getirilen bu olaylar hem tarihsel bir gerçekliğe işaret etmiş hem de Mekke’nin reel politiğini büyük ölçüde belirlemiştir. Kronolojik sıralamaya göre bu üç olay şöyledir:

  • 1.   525 yılında, Necran Hristiyanları katliama uğradı. (Buruc suresi)
  • 2.   570 yılında, Ebrehe ve ordusu Mekke’ye saldırdı. (Fil Suresi)
  • 3.   614’de Bizanslılar Sasaniler karşısında mağlup oldular. (Rum suresi)

Öncesi ve sonrasıyla yaklaşık bir asrı bulan bu üç tarihsel olayın, Kuran’da üç farklı surede konu edinilmesi ne anlama geliyor? Mekke’nin yakın tarihine dair Kur'ân'da niçin sadece bu üç olay anlatılmaktadır? Bu olayların birbiriyle ilgisi var mıdır, varsa nedir?

Öncelikle üç farklı surede özet olarak anlatılan bu savaşların tek ortak yanı Mekke dönemi surelerinde yer alması değildir. Bu savaşlar, pek çok bakımdan birbiriyle yakından bağlantılı olarak Mekke’nin, doğal olarak da İslam’ın ortaya çıktığı jeo-politiği çok büyük oranda belirlemiştir. Konunun can alıcı yanlarına işaret edilen ilk iki surede muhataplar doğrudan, üçüncüsünde ise dolaylı olarak, Yemenlilerdir. Buruc suresinde, Ashabu’l-Uhdud olarak anılan Yemenli Yahudiler, kendi ırkından Hristiyanları çukurlara atarak diri diri yakmış, Fiil suresine konu olan Yemenliler Mekke’ye saldırmış ve nihayet Rum suresinde ise Bizans ve Sasani savaşında dolaylı olarak yine Yemenliler kilit rol oynamışlardır. 

Bizans ve Sasaniler arasındaki savaşa kısa ve özet olarak temas eden ayetler şöyledir:

·       “Elif, lam, mim. Rumlar yakın bir yerde mağlub oldular. Ama bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip gelecekler. Çünkü işleri karara bağlama yetkisi, başında da sonunda da Allah'a aittir. O gün, müminler de Allah'ın verdiği zafer sayesinde sevinecekler. Allah dilediğini muzaffer kılar. Zira O, azîzdir, rahîmdir.” (Rum suresi, 30/1-5).

Olayın tüm safahatını ele almayı tefsirlere havale ederek burada sadece konuyu genel hatlarıyla hatırlayıp, savaşın arka planına bakacak ve daha ziyade diğer iki tarihsel olayla irtibatına odaklanacağız.

Hz. Muhammed Mekke’de ortaya çıktığı sıralarda dünya büyük bir savaşın eşiğindeydi. İki büyük imparatorluk, uygarlığın merkezi olan Bereketli Hilal’i (Mezopotamya) yeniden paylaşma mücadelesine girişmişti. Savaş görünüşte Bizanslılar ile Sasaniler arasında yapılıyor gibi görünse de aslında çok uluslu ve çok dinli paydaşları olan bölgesel büyük bir çatışmaydı. Bir yanda Sasaniler diğer yanda Bizans yer alıyordu. Bu savaş, milattan çok önce başlayıp önce Yunanlılar ile Persler arasında sonra onların devamı Romalılar ve Sasaniler arasında yaklaşık bin yıldır devam eden bir mücadelenin son safhası olarak da görülebilir. Çünkü savaşın bu son safhasından sonra Sasaniler tarih sahnesinden tamamen çekildiler.

Rum suresinde kısaca temas edilen savaşın kökleri büyük ölçüde 6. Yüzyılda şekillendi ve 7. Yüzyılda tamamlandı. Bizans’ın genel durumu şöyleydi; imparatorluğun içinde taht kavgaları bütün hızıyla sürüyordu. Dışarıda ise batıda Slavlar ve Avarların yağmalaması doğuda ise Sasanilerin istilasına maruz kalmışlardı. Bu istikrarsız dönemde imparatora karşı büyük bir ayaklanma olmuş ve tahta Heraklius oturmuştu. Onun iktidara geldiği 610 dolaylarında koca imparatorluğun hazinesi boşalmış, ekonomisi neredeyse tamamen çökmüştü. Bizans bu durumdayken, Sasanilerin başında ise İslam kaynaklarının Enüşirvan-ı Adil dedikleri, II. Hüsrev (590-628) bulunuyordu. Uyguladığı sıkı politikalar nedeniyle nispeten daha iyi durumda olan II. Hüsrev, 611 yılından itibaren Suriye ve Mısır topraklarındaki Bizans hakimiyetini kırmak için topyekûn bir saldırı başlattı. Önce buraları aldı ardından 614 yılında Kudüs’e girdi. Buradaki Kutsal haç yerinden alınarak başkent Medâin’e (Tizpon) götürüldü. Savaş Anadolu’ya da uzandı. Sasanilerin ilerlemeleri öyle boyutlara vardı ki 617 yılı dolaylarında Kadıköy’e kadar gelmişlerdi.

İşte Rum suresinin ilk ayetleri, bu büyük bölgesel mücadelenin Hicaz bölgesine en yakın yerleşim birimlerinden (edna'l-ard)  özellikle Kudüs ve çevresinde yaşananlar dolayımında konu edilmiş olmalıdır. Başlangıçtaki gidişat, Bizans için oldukça olumsuzdu, tam bir felaketti. Tüm mevzileri kaybetmişlerdi. Ancak Sasanilerin ilk başarıları Heraklius’un tahta yeni çıkması nedeniyle acemilik yıllarına denk gelmişti. Çok geçmeden tablo tersine dönmeye başladı. Önce Batı tarafı düzene kondu; Avarlarla antlaşma yapıldı ve ardından asıl hedef Sasanilere sıra geldi. 622-623 yılına gelindiğinde kaybedilen topraklar yavaş yavaş geri alınmaya başlandı. Savaşın talihi 624 yılına gelindiğinde tersine döndü ve Bizanslılar Zerdüşt’ün mabedine kadar girdiler. Batılı yazarlar, bu tarihi 627 olarak vermektedirler. (G. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, s. 96). Bu olayın meydana geldiği tarihlerde Müslümanlar da Bedir’de Mekkeli müşrikleri yenerek savaşı kazandılar.

İşte 7. yüzyılın il çeyreğinde nazil olan Rum suresine yansıyan bu savaş, Mekke toplumunu ikiye böldü. Savaşın encamını yakından takip eden Kureyşliler ve Müslümanların bir dış nedenle büyük bir toplumsal kırılmaya maruz kalmaları ilk kez yaşanıyordu. Müslümanlar Bizans’ı Kureyşli müşrikler ise Sasanileri destekliyordu. Kureyşli Ümeyye b. Halef ile ilk Müslümanlardan Ebubekir arasında geçenlere bakılırsa savaş, Mekke toplumunda büyük bir çalkalanma meydana getirdiği söylenebilir. Burada birkaç nokta üzerinde durmak gerekiyor:

Kaynaklarda bu taraf tutma salt dini bir gerekçeye bağlanmaktadır. Buna göre Kureyşliler kendileri gibi putperest oldukları için Sasaniler’i tutmakta, Müslümanlar ise ehl-i kitap olduğundan Bizanslıları tutmaktadır.

  •  “Müşrikler putperest olduklarından Farsların Rumlarını yenmesini istiyor, Müslümanlar da ehl-i kitap oldukları için Bizanslıların yenmesini istiyorlardı.” (كان المشركون يحبون ان تظهرفارس علي الروم لانهم اصحاب اوثان، وكان المسلمون يحبون ان تظهر الروم علي فارس لانهم اهل كتاب.). (İbn Kesir, Tefsir, 11/5).
  • “Sasaniler Mecusiydi, bir kitapları yoktu, öldükten sonra dirilmeye inanmıyor ve putlara tapıyorlardı, Rumlar ise ehl-i kitaptı.” (لان فارس مجوس لاكتاب لهم وكانوا يجحدون البعث ويعبدون الاصنام والروز اهل كتاب). (Diyarbekri, Hamis, 1/298).

Ancak bu yorum biçimi tek yanlı ve dönemsel olup resmin tamamını yansıtmamaktadır. Oysa gerçek neden, dinsel olmaktan daha ziyade siyasal ve toplumsaldır. Olaydan bir süre önce Habeşistan’a göç eden Müslüman mültecilere yurdunu açarak burada güven içinde yaşamalarını sağlayan Necaşi’nin tarafının tutulması dini gerekçeden çok insani bir nedene dayanmaktadır. Habeşlilerin bu yardımı Müslümanlar açısından yaşamsal değerdeydi. Bu yardımı yapan (faraza) İranlılar olsaydı muhtemelen Müslümanlar onların galibiyetini isteyeceklerdi. Dolayısıyla Peygamberin Necaşi ile olan geçmişe dayalı dostluğu ve yakınlığı Müslümanların Hıristiyanlardan yana tavır almalarında da etkili olmuş olabilri. Peki müfessirleri Sasanilere karşı bu tür keskin yorumlara iten saik ne olabilir? Bu siyasi tutumun başka bazı gelişmelerle irtibatlı olduğu anlaşılmaktadır. Mesela Peygamberin civar ülkelere gönderdiği davet mektupları arasında Sasani kralının mektubu yırttığı, buna karşın Bizans imparatorunun ise neredeyse Müslüman olduğu şeklinde yansıtılan rivayetler (ki bu rivayetler oldukça kuşkuludur) bu kanaatin oluşmasında oldukça belirleyici olmuştur. Bu arada Habeş kralının da davet mektubu neticesinde Müslüman olduğu yönündeki rivayetler hatırlanmalıdır.

Yapılan açıklamalar özünde “İranlıların sahip olduğu Mecusi (ateşperest) inancın, Mekkeli müşriklerin inancıyla örtüştüğü, dolayısıyla çoktanrılı bir toplum olan İranlılara karşılık, özünde tek ilahı benimseyen, vahiy ve risaleti kabul eden bir toplumun desteklendiği” tezi de gerçeği yansıtmaktan uzak görünmektedir. Eğer bu yaklaşım doğru olsaydı gerek Peygamber sonrası Müslümanların sürekli Hristiyanlar ile savaşmaması gerekse daha sonra tüm vahşetiyle Haçlı seferlerinin tarihe bir kara leke olarak geçmemesi gerekirdi. Öte yandan Mekke’deki ilkel pagan inancı, İranlıların daha üst düzeydeki Tanrı inancı ile kıyaslanamaz; zira İranlıların inşa ettiği yüksek medeniyet, onların inanç biçimleri ve din algılarından bağımsız ele alınamaz. Zerdüşt (MÖ. 551)’ün peygamber olma ihtimali bu tartışmalarda Müslüman müellifler tarafından pek dikkate alınmış gözükmemektedir.

Bizans ile İranlılar arasında farklı coğrafyalarda süren savaşın mutlak galibi olmadığı gibi mağlubu da olmamıştır. Bizanslılar savaşın ilk evresinde, muhtemelen Mekke’ye en yakın yerde geçici bir mağlubiyet kazanmıştı. Kureyşlilerin sevinci bu yüzden olmalıdır. Savaşın gidişatını daha soğukkanlı değerlendiren Hz. Peygamber -eğer rivayetler doğru ise- Ebu Bekir’e bu yüzden Bizanslılar lehine bahse girmesini söylemiş olmalıdır. Ancak bu bahisleşmeye dair aktarılan rivayetlerde bir kısım ciddi sorunlar bulunmakta; en azından bir kumar oynama ameliyesi anlamına gelen bir olayın peygambere izafe edilmesi pek dikkate alınmış görünmemektedir. Kaynakların bu garabeti kapatmak için ileri sürdüğü “tahsil edilen yüz devenin caiz olmaması nedeniyle tasadduk edildiği” yönündeki açıklamaları ise durumu kurtarmaktan ziyade daha da içinden çıkılmaz bir hale sokmuştur. Tıpkı Kuranın haber verdiği mucizenin gerçekleşmesi bağlamında Bizans’ın daha sonra galip gelmesiyle Müşriklerin çoğunun Müslüman oldukları (Mevdudi, Tefhim, 4/277) yönündeki tuhaf (!) iddia gibi.

Rum suresinde ele alınan ilgili safahatın tefsirlere intikali bağlamında ortaya çıkan sorunları şimdilik bir yana bırakarak, daha önemli bir konuya, meselenin Yemenliler açısından önemine dair bazı hususlara dikkat çekeceğiz.

Tekrar hatırlanacak olursa; yazının baş tarafında dile getirilen iki olaydan Yemenlilerin önce Necran’a ardından Mekke’ye saldırmaları Bizans ile Sasaniler arasındaki savaşta son derece belirleyici olmuş ayrıca Kuran vahyinin tamamlanışı ile Mekke ve Medine’nin yükselişinde tetikleyici bir rol oynamıştır. Aslında Yemenlilerin neden olduğu iki olaydan gerek Necran’da Yaşayan Hristiyanların Yemenliler tarafından katledilmeleri gerekse aslen Habeşli Yemenlilerin pagan Araplara benzer bir katliama kalkışmaları ani gelişmeler neticesinde olmamış, bölgede uzun yıllara dayanan çekişme ve sürtüşmelerin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Aslında gelişmeler, Hristiyanlığın ve Yahudiliğin Arap yarımadasına yayılmaya başladığı üçüncü ve dördüncü yüzyıllara uzanıyordu. Roma’nın üçüncü yüzyılda Hristiyan dinini resmen kabul etmesinin ardından Habeşistan en önemli Bizans üstlerinden biri haline gelmişti. Habeşlilerin, Bizanslıların desteğiyle Yemen’e girmesi tüm dengeleri alt üst etmişti. Özellikle Ebrehe’nin ölümü ile Yemen’deki hakimiyet dengesi bir kez daha tamamen değişmiş, Habeşlilerin Yemen’den çıkarılmasından (590-627) sonra bu defa Sasaniler büyük bir güç merkezi olarak Yemene girmişlerdir. Sasaniler sadece Habeşlileri Arab yarımadasından çıkarmakla kalmamışlar aynı zamanda Bizans'ın hegomonik etkisini de kırmışlardır. İşte bu süreçte güçlerini daha da artıran Sasaniler'in Habeşlilerin çekilmesiyle Bizans ile karşı karşıya gelmesi kaçınılmazdı.

Bölgesel savaşın Yemen üzerinden kurgulandığına hiç şüphe yoktur. Büyük bir ticaret merkezi olması burayı daha da cazip kılıyordu. Yemen, biri Sasanilere uzanan doğu ticaret yolu diğeri Mekke üzerinden kuzeye, Bizanslıların hakim olduğu bölgelere uzanan başlıca iki ticaret yoluna sahipti. Habeşliler Yemeni istila edince Mekkeli Kureyşlilerin Yemen üzerinden Sasanilerin hakimiyetindeki bölgelerde ticaret yapmalarından son derece rahatsız oluyordu. Bu nedenle Bizans ve Sasani savaşının patlak vermesinde Yemen’deki ekonomik potansiyel son derece etkilenmiş görünmektedir.

Din, ticaret, coğrafya, tarih gibi ana faktörler yanında savaşın farklı bileşenleri de vardı. İki devlet arasında süren bölgesel bu savaşta kilit önemde bazı topluluklar vardı. Bunları iki guruba ayırmak mümkün: Biri bölgesel devletlerden oluşan siyasal yapılar diğeri ise bölgedeki toplumsal yapılardır.

Bu yapılar içinde tüm coğrafyaya yayılan Yahudiler başta geliyordu. Yahudilerin bu savaşta Sasanilerin yanında olmaları tesadüf değildir. Mezopotamya’da Samiler ile Sasanilerin arasında çok eskiye dayanan köklü ve sağlam bağlar bulunuyordu. Bu nedenle Yahudilerin bölgeden olmayan Hristiyan Bizans karşısında Samilerin yanında yer almaları beklenen bir durumdur. ve yaklaşık olarak 30 bin Yahudi'nin İran ordusunda yer alması bu nedenledir.

Diğer yandan Nasturiler, Yakubiler, Keldaniler ve Süryaniler gibi geniş halk kitlelerinin dahil olduğu toplumsal yapılar aldıkları pozisyonlarla bu büyük savaşta önemli paydaşlardandı. Bu toplulukların çoğu Araptı. Nesturi ve Yakubiler bölgenin en etkili iki Hristiyan topluluğuydu. Keldaniler ise aslında daha önce Yahudi olmalarına karşın sonraları Katolik Romaya bağlandılar. Bizans ve Sasaniler arasındaki savaşlarda bu topluluklar pozisyonlarını ilginç bir şekilde Sasanilerden yana kullandılar. Bu toplulukların Yemen’de çok sayıda mensupları vardı.

Öte yandan Arap yarımadasında siyasal olarak belli bir devlet örgütlenmesi altında bulunan siyasal yapılar Yemen bir yana bırakılacak olursa daha ziyade kuzeyde ve orta Arabistan’da bulunuyordu. Bunlar Gassaniler, Lahmiler ve Kindelilerdir. Yemen ve Habeşistan kadar güçlü olmasa da bu devletler, tampon devlet olarak görev yapmış bölgenin önemli siyasal yapılarıdır. Aldıkları pozisyon ile dengeleri bazen Bizans’ın lehine bazen de Sasaniler lehine çevirebilecek denli etkili krallıklardı. Gassaniler Havran, Belka ve Busra gibi önemli şehirlere sahipken Lahmiler, Hire ve Enbar gibi Arap kültüründe çok önemli bir yere sahip olan şehirler inşa ederek uygar dünyanın parçası olmayı başarmışlardı. Mekke’ye yazının ilk defa girişi bu iki şehir üzerinden gerçekleşmişti. Kindeliler de bu ikisi kadar olmasa da Gamruzikinde ve Hecer gibi şehirleri ile öne çıktılar. Özellikle Arapların şehir kurma konusundaki yetersizlikleri düşünüldüğünde bu üç devletin pozisyonu onların aslen Yemenli olmalarıyla doğrudan ilişkilidir. Her üçü de Kahtani Araplarındandır ve Yemen’deki Merib seddinin yıkılmasından sonra kuzeye göç etmişlerdir.

Kindeliler, Yemenlilerin desteğiyle Orta ve Kuzey Arabistan'daki kabilelerden büyük destek alıyorlardı, onları birleştirerek büyük bir konfederasyon kurmuşlardı. Ancak Habeşliler Yemen’i istila edip Himyeri devletine son verince Kindeliler siyasal hamilerini büyük ölçüde yitirmiş oldular. İşte bu dönemde Kindeliler bir güç kaybederken Gassaniler ve Lahmiler Bizans ve Sasanilerin desteğiyle daha öne çıktılar. Bu kabileler bazen birbiriyle de savaşıyorlardı. Kindelilerin Lahmilerle yaptığı savaşı kaybetmeleri bölgede büyük kabileler konfederasyonunun da dağılmasına neden oldu. Kindeliler, Sasaniler ile Bizanslılar arasında bazen birine bazen diğerine yaklaşmak zorunda kaldılar. Özellikle Cahiliye döneminin ünlü Muallaka şairlerinden İmruüllkays’ın ittifak arayışıyla Bizans sarayına gittiği ve dönüşte öldüğü ya da öldürüldüğü hatırlanacak olursa Kinde kabilesinin gerek bölge için gerekse Araplar için ne denli önemli olduğu kendiliğinden anlaşılır.

İşte Bizans’ın savaşın ilk etabında yenilmesinin ana nedenlerinden biri Bizans’ın güneyini koruyan güçlü bir tampon devlet olan Gassaniler’in aradan çekilmesi sonucunda meydana geldi. Sasaniler fırsatı değerlendirip büyük bir orduyla Suriye üzerine yürümek suretiyle Şam, Kudüs ve çevresini ele geçirdiler. Bu gelişme 614 yılında Gassani devletinin tamamen yıkılmasına da neden oldu.

Savaşın ikinci etabında Sasanilerin yenilmesinde de benzer bir durum meydana geldi. Özellikle Lahmiler ile Kinde Krallığının Sasaniler olan ilişkilerinin bozulması çok belirleyici oldu. Kisra’nın Lahmilerin kralı Numan b. Münzir (ö. 602’in kızını kendisine göndermesini istemesi, onun da olumsuz cevap vermesi tüm ilişkileri alt üst etti. Kisra sarayına çağırdığı Numan'ı öldürttü. Numan başına geleceklerini anlayınca ailesi ve hazinesini Bekr b. Vail oğullarına emanet etti. Numan’ın ölümünden sonra Sasaniler bölgeye kendi valisini yönetici olarak atadı. Gelen vali Numan’ın ailesini ve hazinesini isteyince savaş çıktı. Bekr b. Vail kabilesinin öncülüğündeki Lahmi Araplar, Sasanileri hiç ummadıkları bir yenilgiye uğrattılar. Bu olay Araplar arasında Sasanilerin karizması fena halde çizdi. Haber her tarafta duyuldu. Bu zafer sonraki yıllarda Hicaz Araplarının Sasaniler gibi güçlü bir devletin de yenilebileceği kanaatini uyandırdı.

Özetle, yazının başında dile getirilen Mekke’nin yakın tarihinde meydana gelen üç olayın birbiriyle çok yakın irtibatı vardır. Siyer kaynaklarında yer alan bilgiler ne yazık ki bu konuda gerçek resmi parçalar halinde sunduğu için büyük resim, bütün olarak bir türlü görülememektedir. Bunun nedenlerinden biri, olayı Mekke’yi merkeze alarak yorumlanması ve bu konuda aşırı abartılı anlatımlardır. Bu tarihi gelişmeler karşısında, en azından yedinci yüzyılın ilk çeyreğine kadar Mekke’nin salt kendi başına kayda değer bir tarafı yoktur. Oysa yukarıda dile getirilen üç olay birlikte mütalaa edildiğinde, dönemin jeo-politiğinin, 7. Yüzyılın ilk çeyreğinde, Kuran’ın 23 senelik vahiy süreci sonucunda, Mekke ve Medine’yi aradan nasıl çıkardığını, beklenmedik bir çıkışla büyük bir sıçramayı tetiklediği anlaşılır hale gelmektedir. Leone Caetani (ö. 1935)’nin dönemin süper gücü Bizans açısından yaptığı ortam tasvirine bakıldığında son dakikaya kadar kimsenin böyle büyük bir sıçrayışın gerçekleşme ihtimali beklememesi bu yüzdendir.

·       “6 ve 7. asırda Bizans İmparatorluğu'nun birçok vakayı' {olaylar} ve hadisat ile mali {dolu} olan tarihi, yedinci asır ortalarına doğru Asya'yı altüst edecek gayet mühim birtakım vukuatın zuhur edeceğini evvelden haber veren hiçbir işaret ve alameti ihtiva etmez. Tarih alemde yeni ve müthiş bir amilin meydana çıkacağı zannını veren hiçbir emare yoktur. Son dakikaya kadar kimse böyle bir amilin mevcudiyetinden haberdar olmamıştır.” (Caetani, İslam Tarihi, 1/37)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hz. Hatice’nin evi üzerine

Bir önceki yüzyılda, Suudiler iki büyük kötülük yaptılar. Birincisi büyük bir kültür mirasının tarihi izlerini tamamen yok edip ortadan kaldırdılar, ikinci ve daha önemlisi, özellikle 19. Ve 20. Yüzyılda ortaya çıkan arkeolojinin imkanlarından yararlanmayı tümden yasaklayıp güya kutsalı koruma bahanesinin arkasına sığınarak hem kutsal şehri mahvettiler hem de ceplerini doldurdular. Son dönemde büyük bir şamatayla duyurulan bir kitabın yayınlanması bağlamında bu kötü izlenimi ortadan kaldırmaya çalıştıkları anlaşılıyor. Söz konusu kitap, Hz. Hatice’nin ve dolayısıyla nübüvvetin en önemli tanıklıklarından biri olan evin hikayesi. Kitabın yayınlanma gerekçesi ve içeriği ise Mekke’de yapılan bir arkeolojik kazının ürünü olması. 2014 yılında yayınlanan kitabın adı The House of Khadijah bint Huwaylid. İngilizce ve Arapça olarak iki dilde basılan ve piyasaya sürülen kitabın üzerinde yazar olarak görünen isim A. Zeki Yamani imzasını taşıyor. Önce kitabın yazarından başlayalım. Kimdir Ze...

Kuran’da “zenim” kelimesinin anlamı üzerine

Kur’an’da 23 sene Velid bin Mugire aşağı As bin Vail yukarı deyip bütün kadrajını Hicaz-Taif-Medine’ye sıkıştırmış ve insanlığa son söyleyeceği sözün çapı oradaki 3-5 lavuk müşrik. Ve o müşrike Kur’an’da öyle küfürler var ki. Bir tanesini okuyayım mı size Kalem Suresi… Hem kel hem fodul ve üstüne üstük piç… Ama tabii meale öyle yazamazsınız. ‘Soysuz’ yazacaksınız. Aç. Adres de vereyim. Ferrâ’nın ‘Meâni’l-Kur’ân’ını aç, İbn-i Kuteybe’yi aç, nereyi açarsan aç. Nesebi bilinmeyen, onun bunun çocuğuna ‘zenîm’ denir Arapça‘da. İlahiyatçı yazar, Prof. Dr. Mustafa Öztürk tarafından ilk kez 2020 yılında bir konuşmada dile getirilen bu ifadeler geçtiğimiz günlerde bir kısım farklı muhatapların konuya dahil olmasıyla tartışmayı daha da alevlendirmiş ve bu tartışmalar boyunca Kuran sadece bir dolgu malzemesi olarak kullanılmaktan başka bir işe yaramamıştır. Tartışmanın odak noktası, Kalem suresi 13. Ayette geçen zenim ifadesinin piç anlamına gelip gelmemesidir. Öncelikle Öztürk gibi velut b...

Mekke'nin karanlık yılları

İslam ve Kuran’ın Mekke dönemi hem dinin ve kutsal metnin oluşum ve inşa evresinin hem de her ikisini tebliğ eden Hz. Peygamberin yaşamının çok büyük bir bölümünün geçtiği en uzun dönem olmasına rağmen hala bilinmeyenlerinin bilinenlerden çok olduğu bir  dönemdir. Bunu anlamanın en kestirme iki yolu vardır: biri Mekke kronolojisine bakmak, diğeri de Medine dönemi ile karşılaştırmaktadır.  Önce Mekke kronolojisini yansıtan şu tabloya bakalım: Sene MEKKE DÖNEMI KRONOLOJİSİ 570 Hz. Peygamberin doğumu ve Süt anneye verilmesi 571   572   573   574 Annesi Amine’ye iade edilmesi 575 Amine’nin ölümü ve Dedesinin himayesine verilmesi 576   577 Dedesinin ölümü 578 Ebu Talib ile Şama gidiş 579   580 ...

Büyük İskender’in Kuran’da ne işi var?

Başlıktaki ifadeden, meseleyi egzajere etmek ya da kutsal kitabımızı sorgulamak için kullanılmadığı sadece onu anlamak ve açıklamak gibi bir halis niyet taşıdığından emin olunmalı ve konuya yaklaşımımız belli bir müsamaha ile hoş görülmelidir. Aslında başlıktaki sorunun cevabı hiç de zor değildir. Zira Kuran’ın zamansal olarak tarihi şahsiyetlerden bahsetmesine ilişkin yakın ve uzak pek çok örnek bulunmaktadır. Örneğin Kuran’dan 30 yıl önce yaşamış Ebrehe’den bahsedilmesi, daha önce ashab-ı uhdut ’tan ya da 6 asır önce Hz. İsa’dan bahsetmesi nasıl mümkünse 9 asır önce MÖ. 356-325 yılları arasında yaşamış dünya tarihinin en istisnai isimlerinden İskender’den bahsetmesi de ilkesel olarak pekâlâ mümkündür. Ancak konumuz tarihi bir şahsiyet olarak Büyük İskender’in bizatihi kendisi olmadığından, özellikle Kuran’da anlatılan Zülkarneyn’in kimliği bağlamında ondan dolayısıyla bahsedilecektir. Kehf suresinde 83-98 ayetleri arasında adı üç defa geçen Zülkarneyn’den doğuya ve batıya seferle...

Kur'an ve İranlılar -VIII-

Kur’an’a özgü yalın ifadelerden biri olan esatirü’l-evvelin  ilginç bir kullanım olduğu kadar aynı zamanda bir izlek olarak Kuran ve İranlılar ilişkisini kısmen de olsa deşifre edici özellikler taşımaktadır. Usture kelimesinin kökeni Yunanca, Aramice ve Süryanice dillerine dayanıyor. “Tarih” anlamına gelen  historia  ya da  storia ’ dan Arapça geçmiş ve Kur’an’da da kullanılmıştır. Evvelin ifadesi ise “geçmiş milletler”, “ilkel topluluklar” anlamıyla bir terkip halinde daha çok “eskilere ait efsane ve masallar" anlamında olumsuz bir çağrışıma sahiptir. Bu ifadenin geçtiği 9 farklı yerde ikili bir anlam konseptinde kullanılmıştır: Biri öldükten sonra tekrar dirilmeye inanmayan Mekkeli paganların bunu eskilerin masalları olarak nitelemeleri (Mü’minun 23/81-89; el-Furkan 25/5), diğeri ise Kuran’da büyük bir yer tutan kıssaların benzerlerini kendilerinin de uydurabileceklerini söyleyenlere karşı bir meydan okuma bağlamında geçmektedir: ·     ...