Kur’an’ın çok bilinen, istisnai surelerinden Nasr suresinde, şöyle denilmektedir:
- “Allah'ın yardımı ve fetih geldiği ve insanların akın akın Allah'ın dinine girdiklerini gördüğün zaman, Rabbini överek tesbih et, O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tövbeyi kabul edendir.”
Surede anlatılan fetih, genelde Mekke’nin fethi ile ilişkilendirilmiş, sebeb-i nüzul kaynaklarında, Mekke’nin fethi ve Huneyn zaferi münasebeti üzerinde durulmuştur. (Suyuti, Lübab, 311; Vahidi, Esbab-ı nüzul, 394). Müfessirlerin çoğu da Mekke’nin fethi ve Huneyn zaferi ile birlikte Hayber’in fethi ya da Taif’in fethi yönünde görüşler ileri sürmüşlerdir. Genel temayül Mekke’nin fethi olsa bile diğer ihtimaller de dışlanmamıştır.
Ancak rivayetler açısından surenin Mekke’nin fethi ile irtibatlandırılmasında bazı problemler bulunmaktadır. Zira rivayetlere göre Nasr suresinin en son nazil olan surelerden olduğu doğru kabul edilirse, Mekke’nin fethi ile surenin nüzulü arasında oldukça uzun bir zaman aralığı doğmaktadır. Hz. Peygamberin, bu surenin nüzulünden sonra 7, 9, 80, 81 gün ya da üç ay yaşadığı söylenmektedir ki bu rivayetler eğer doğru ise surede sözü edilen fetih, Mekke’nin fethi olmamalıdır. Mekke’nin fethinin hicretin 8. Senesinde (m. 629) gerçekleştiği, Peygamberin vefatının ise hicretin 11. Yılında (m. 632) meydana geldiği düşünülecek olursa arada üç-dört yıllık çok uzun bir zaman aralığı bulunmaktadır. Bu nedenle sure, Mekke’nin fethini dolaylı olarak içerse de ondan çok daha büyük bir fethi anlatmaktadır.
Peki Mekke’nin fethinden daha büyük bir fetih ne olabilir? Bunu anlamak için surenin ikinci ayetine odaklanmak gerekiyor: 2. Ayette “insanların akın akın gelerek İslam dinine girdiklerinden” (ورايت الناس يدخلون في دين الله افواجا) söz edilmektedir. Bu ifadeler ne Mekke’nin fethine ne de Huneyn, Hayber ya da Taif’in fethine gönderide bulunmaktadır. Çok daha farklı ve büyük bir hadiseyi betimlemektedir. İlk ayette geçen “iza cae nasrullah” ifadesi doğrudan Mekke’yi ima ettiğinden 2. Ayet dikkate alınmadığından böylesine yanlış bir hükme varılmış olduğu anlaşılıyor.
13 yıllık Mekke döneminde çekilen çileler ve zorluklar, Medine döneminde kesintisiz süren savaşlar nihayet meyvelerini vermeye başlamış ve aslında Hudeybiye antlaşması ile başlayan ve ertesi yıl Mekke’nin fethi ile başlayan süreç bundan yaklaşık iki yıl sonra meydana gelen “senetül vüfud” ile zirve yapmıştır. Dolayısıyla hicretin 9. Senesinde başlayan ve peygamberin vefatına kadar devam eden bu süreç, kabilelerin heyetler halinde Medine’ye gelip Müslüman olmaları fetihlerin en muhteşemidir. Gerçekten de bu yıla “heyetler senesi” (senetül vüfud) denmesi boşuna değildir. İnsanların topluluklar halinde akın akın Medine’ye geldikleri, Müslüman olduklarını ve biatlarını peygambere bildirdikleri istisnai bir sene olmuştur. Surenin muhtevasındaki bu ince ayrıntıyı fark eden müfessirlerden Mevdudi (ö. 1979)’nin ifadeleri de bu doğrultudadır:
· “Yani insanların birer ikişer İslam’a girdikleri dönem geçmiş, kabilelerin hiç karşı koymadan topluca İslam’a girdikleri zaman gelmiştir. Bu keyfiyet Hicri 9’un başlarında başlamıştır. Onun için o seneye “heyetler senesi” denmiştir. Arabistan’ın her köşesinden Araplar, peş peşe heyetler halinde Resulullah’ın huzuruna gelerek o’na biat ettiler ve İslam’a girdiler.” (Mevdudi, Tefhimü’l-Kur’an, 7/289).
Mekke’nin fethi bir şehrin fethedilmesi ve geri alınmasıydı. Benzer durum Hayber, Huneyn, Taif için de söylenebilir. Oysa İslam dininin amacının sadece Hicaz bölgesi şehirlerinin Müslümanlığı kabul etmesi değildi. Asıl büyük fetih bu dinin cihan şumül olma keyfiyetinin önce tüm Arabistan yarımadasına sonra daha başka coğrafyalara açılması anlamına geliyordu. Mekke’nin fethi bu sürecin ancak ilk adımı olabilirdi. Nihai adımı ise ondan daha sonra, adım adım gerçekleşecek fetihlerin ardından gelecek ve 9. Senede, heyetler senesinde, son bulacaktı. Gerçekten de böyle olmuştur.
Gelen heyetler arasında Hristiyan kabilelerin bile bulunması bu açıdan şayan-ı dikkattir. Ancak bundan çok daha önemli olan, heyetlerin çok büyük oranda Yemen bölgesinden gelmiş olmalarıdır. Gelen heyetler hakkında, erken dönem siyer kaynakları arasında en ayrıntılı bilgileri veren İbn-i Sa’d (ö. 230/845), Tabakat’ında, 70 heyetin ismini tek tek ele almakta ve çeşitli bilgiler vermektedir. Buna göre gelen kabilelerin isimleri, heyet başkanlarının adları, heyet üyelerinin sayısı, nerede misafir edildikleri, kendilerine Medine’deki ikametleri esnasında Kur’an ve İslâmiyet’in öğretilmesi, kimlerle kardeş ilân edildikleri, verilen hediyeler ve yapılan görüşmelerin sonuçları, yazılan mektuplar ve diğer haberlerdir. (İbn Sa’d, 1/291-359). Bu bilgilerin bir kısmını diğer siyer kaynakları da doğrulamaktadır. Ancak gelen kafilelerin tümü hakkında ne yazık ki derli toplu bir çalışma bulunmadığından tüm kabileleri ve heyetleri tam olarak hala bilmiyoruz. En ayrıntılı bilgilerin geçtiği Tabakat’da bile verilen heyetler eksiktir ve gelenlerin tamamı yer almamaktadır.
İbn Sa’d esas alındığında; gelen heyetler arasında ağırlık merkezini hiç kuşkusuz Yemen bölgesinden gelen heyetlerin oluşturduğu çok açıktır. Zira Tabakat’ın birinci cildinde “Yemenden gelen kafileler” alt başlığına yer verilen kabilelerin ¾’ü Yemenlilerden oluşmaktadır. Diğer kaynaklarda verilen bilgilerle birleştirildiğinde bu sayı çok daha büyümektedir. Ayrıca Yemen bölgesi bugün sanıldığının aksine; Necran, Hadramut ve Umman’ı da içine alan çok geniş bir hinterlandı kapsamaktadır. Bu nedenle buralardan gelen heyetler de Yemen bölgesi dahilinde düşünülmelidir.
Söz konusu listede Şam bölgesinden gelen hiçbir heyet ve kabile yer almazken, Yemenden gelen heyetlerin (kabilelerin) isimleri oldukça büyük bir yekûn tutmaktadır. Aslında Kelb, Tayy gibi bazı kabileler aslen Yemenli oldukları halde daha sonra Şam bölgesine yerleştikleri anlaşılıyor ancak 9. senede Şam taraflarından Medine’ye gelen bir kabile olmadığından kaynaklarda geçen bu kabilelerin mensupları da Yemen bölgesinde kalan kabilenin diğer boylarından olmalıdırlar.
Peki tüm bunlar ne anlama geliyor?
Bu arka plan bilgiler dikkate alındığında, Nasr suresi 2. Ayetinde anlatılmak isteneni kavramak hiç de zor olmayacak ve sözü edilen fethin Mekke, Hayber, Huneyn, Taif fetihlerinin değil aksine “heyetler yılı” (senetül-vüfud) denilen çok daha büyük bir fetih olduğu kolaylıkla anlaşılmış olacaktır. Müfessirler de zaten böyle anlamış olmalıdırlar ki pek çok müfessir surenin ilk ayetini Mekke’nin fethi ile ilişkilendirseler bile ikinci ayeti Yemen ve Yemenliler yönünde yorumlamışlardır.
· “Yemenliler geldiler”. (وجاء اهل االيمن) (Abdürrezzak, Tefsir, 3/471)
· “Yani Yemenliler”. (يعني اهل اليمن) (Mukatil, Tefsir, 4/895)
· “Arap kabileleri, Yemenliler”. ((ورايت الناس) من صنوف العرب، وقبائلها ؛ اهل اليمن منهم.) (Taberi, Camiul-beyan, 24/705).
· “(ayette geçen) insanlardan kastedilen Yemenlilerdir.” (المراد بالناس اهل اليمن). (Ebu Hayyan, Bahrul-muhit, 8/524)
· “insanlardan kastedilen Yemenlilerdir.” (اراد بالناس اهل اليمن). (Zemahşeri, Keşşaf, 6/451)
· “İnce kalpli Yemenliler geldiler”. (وجاء اهل اليمن رقيقة افئدتهم) (Kurtubi, el-Camiu, 22/539).
· “(ayette geçen) insanlardan kastedilenin Yemenliler olduğu söylenir.” (روي ان المراد بالناس اهل اليمن). (Razi, Mefatih 32/156)
Endülüslü iki müfessirden; Ebu Hayyan (ö. 745/1344) ve İbn Atıyye (ö. 541/1147) ise özellikle fetih kavramı üzerinde durmuşlar ve bizim yukarıda dile getirdiğimiz görüşü teyit edercesine Taif ve Hicaz şehirlerini dile getirdikten sonra özellikle Yemenlilerin “çokluğuna” dikkat çekmişlerdir:
· “Taif ve Hicaz şehirleri.. (ama) çoğunluk Yemenlilerdir.” (كالطائف ومدن الحجاز وكثير من اليمن). (Ebu Hayyan, Bahrul-muhit, 8/524)
· “Fetih(den murad): Mekke’nin fethi, Taif ve Hicaz şehirleri.. ama çoğunluk Yemenden gelip Müslüman olanlardır.” (والفتح: هو فتح مكة والطائف ومدن الحجاز وكثير من اليمن ودخلوالناس في الاسلام.) (İbn Atıyye, Muharrarü’l-veciz, 5/532)
Son olarak modern dönem iki müfessirin yorumuna yer verelim. Bunlardan biri Faslı düşünür M. Abir Cabiri (ö. 2010)’dir. O, surenin nüzulünü Yemenlilerin Medine’ye gelişleri ile açıklamaktadır:
· “Sure Yemenlilerin Medine’ye Peygambere yardım etmek için gelmeleri münasebetiyle nazil olmuştur.” (انها نزلت عند مجئ اهل اليمن الي المدينة لنصرة الرسول) (Fehmül-Kuran, 3/409).
Elmalılı Hamdi Yazır (ö. 1942) ise 2. Ayette geçen “fevcâ fevç” ifadesinin dilimizdeki karşılığını “geçit alay”larına benzeterek yorumlamış ve ardından Yemen ve Yemenli kafilelere dikkat çekmeyi ihmal etmemiştir.
· “nâs”tan murad ehl-i Yemen denilmiş, onlardan yedi yüz kişi murahhas (vefd) olarak gelmiş, İslâm’ı kabul etmişlerdi. Bu münasebetle اَلْْإِيمَانُ يَمَانٍ وَالْحِكْمَةُ يَمَانِيةٌ “iman Yemânî’dir, hikmet de Yemânî’dir, yani Yemen tarafına mensubdur” hadîsi de mâruftur.” (Elmalılı, 6/865)
Görüldüğü üzere Nasr suresinin sanıldığı gibi Mekke’nin fethi dolayımında değil, özellikle Yemenlilerin Medine’ye gelişleri ile çok yakından ilgilidir.
Yorumlar
Yorum Gönder