Ana içeriğe atla

Kur'an ve İranlılar -IX-

Bakara 2/102 ayetinde geçen Harut ve Marut adında iki meleğin anlatıldığı kısım, müfessirleri çok meşgul eden, ayeti yorumlarken bin dereden su getirdikleri bir mesele olarak, modern döneme kadar bir türlü mutabakat sağlanamamıştır. Ayette şöyle denilmektedir:

·       “Süleyman'ın hükümdarlığı hakkında onlar, şeytanların uydurdukları sözlere uydular (Süleyman'ın, büyü yaparak saltanatını kazandığını söyleyen şeytan ruhlu insanlara uyup, Süleyman'ın büyücü olduğuna inandılar). Oysa Süleyman (büyü yaparak) küfre gitmemişti. Fakat o şeytanlar küfre gittiler: İnsanlara büyü ve Babil'de Harut ve Marut adlı melekler(den ilham alan iki kişiy)e indirileni öğretiyorlar. (وَمَٓا اُنْزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَۜ ) Halbuki onlar: "Biz bir fitneyiz (sizin için bir sınavız), sakın, küfre gitme(yin)!" demedikçe kimseye bir şey öğretmiyorlardı. Fakat bunlar, onlardan, erkekle karısının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı. Ama, onlar, Allah'ın izni olmadan onunla hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine yarar vereni değil, zarar vereni öğreniyorlardı. Andolsun, onu sat(ıp onunla çıkar sağlay)anın, ahirette bir nasibi olmadığını gayet iyi biliyorlardı. Vicdanlarını sattıkları şey ne kötüdür, keşke (bunu) bilselerdi!” (Bakara 2/102)

Ayette Babil’de Harut ve Marut adında iki meleğin insanlara sihir öğretildiğinden söz edilmekte, bu da Hz. Süleyman peygamberle ilişkilendirilmektedir. Klasik dönem müfessirleri ayette ortaya çıkan sorunu gidermek için adeta saç baş yolmuşlardır. Buna göre sadece ayette dile getirilen Harut ve Marut isimlerinin kimliğine ait çok sayıda teori dile getirilmiş ve uzun uzun tartışılmıştır;

1.   Bunlar iki melektir

2.   Cebrail ve Mikaildir.

3.   İki insandır.

4.   İki salih kişidir

5.   İki yöneticidir

6.   İki cindir

7.   İki rahiptir

8.   İki sihirbazdır

9.   Bunlar şeytandır.

10. İki peygamberdir

Görüldüğü üzere farklılık sadece isimlendirmede değil ontolojik olarak da birbirine benzememektedir. Bunların tek tek hepsi doğru olamayacağına göre en doğru görüşün tespiti problemi sayfalar dolusu açıklamayla giderilmeye çalışılmış ancak onda da bir türlü ortak bir mutabakata varılamamıştır.

Sorun, sadece bu iki ismin kimliğini tespit etmekle kalmamış ayette başka sorunların da varlığı tutarlı bir açıklamayı adeta imkansız kılmıştır. Mesela ayette dile getirilen sihrin varlığı ve mahiyeti sorunu başlı başına sür git tartışmaların konusu olmuş, buna göre sihir ve büyünün kökeninin kime dayandığı da uzun ve başka bir tartışmanın konusu olmuştur:

1.   Sihir en temelde meleklere dayanır.

2.   Şeytan’a dayanır.

3.   İnsanlara dayanır.

Sorun bu kadarla kalsa neyse, bu defa İslam dininde sihrin yasaklanmasına karşın ayetlerin muhtevasından sihri olumlayıcı bir algının ortaya çıkmasıyla birlikte şu konular da tartışılmıştır:

1.   Allah sihri yasaklamıyor mu?

2.   Allah buna nasıl izin veriyor?

3.   Allah meleklere sihir indirir mi?

4.   Melekler nasıl olur da karı koca arasını bozmak için sihir öğretir?

Harut ve Marut’un melek olarak kabul edilmesi halinde ise meleğin sihir öğretmesine Allah’ın buna izin vermesi sorgulanmış, kısaca bu sorunlar yumağı klasik dönemden bu yana devam etmiş, ortak bir kanaate de bir türlü ulaşılamamıştır.

Müfessirler tüm bu sorunları çözüm sadedinde sadece iki türlü bir yöntem geliştirebilmişlerdir. Bunlardan birisi kıraat farklılığıyla, melekeyn ifadesinin “iki kral” anlamında melikeyn olarak okunması gerektiğinden hareketle bunların melek değil insan olduğu; diğeri ise ayetin içinde bir takdim ve tehir bulunduğudur. Takdim ve tehir yönteminde ise (ما) ism-i mevsulü ile başlayan cümle Şeyatin ifadesinden önceye alınarak cümleye olumsuzluk anlamı verilmiş “Allah bir şey indirmemiştir” şeklinde sorun giderilmeye çalışılmıştır.  Doğrusu klasik dönem müfessirlerinin bu sorun üzerindeki kafa karışıklığı modern dönemde de aynen devam etmiş; öyle ki bazı ilahiyat profesörleri bu iki şeye “iki rahip” deme garabeti bile göstermişlerdir.

Hülasa tüm bu sorunların tamamı  tefsir ilmi açısından çözümsüz olarak hala ortada durmaktadır. Biz burada ayetle ilgili tüm sorunları tefsir ve kelam ilminin verileri açısından ele alıp incelemek niyetinde değiliz. Zira bu çok uzun ve zor bir iştir. Bu nedenle biz başlıkta belirtildiği üzere sadece “Kuran ve İranlılar” bağlamıyla ilgileneceğiz.

Bu yönüyle ayetin tamamına da değil sadece “Babil'de Harut ve Marut adlı melekler” ifadesiyle ilgileneceğiz. Bu ifade Kuranda başka hiçbir yerde geçmeyen tek kullanımlık özel bir ifadedir ve ayette iki temel olgu yer almaktadır: Biri doğrudan coğrafyaya, bir yerleşim yerine yapılan yapılan atıftır. Diğeri ise dil bilim açısından Harut ve Marut kelimelerinin etimolojisinin neye tekabül ettiğidir.

1.   Babil neresidir?

Bugün Irak el-Hilla denen şehrin bulunduğu antik dünyanın çok önemli yerleşim merkezlerinden biri olarak Babil, tarih boyunca Samiler ve İranlıların en önemli yerleşim yerlerinden biridir. Önce Sümerler sonra Akad, Babil ve Asurlu Samilerin burada büyük imparatorluklar kurmuş ardından özellikle MÖ. 6. Yüzyıldan başlamak üzere bu defa Ahameniş imparatorluğu ile İranlıların hükmü altına girmiş Mezopotamya’nın en mümtaz bölgesi olmuştur.

2.   Harut ve Marut kimdir?

Hârût (هاروت) ve Mârût (ماروت) Arapçaya sonradan girmiş iki kelime olup, ilk defa Zerdüştlüğe ait dini metinlerde rastlanmıştır. Etimolojik olarak Hârût ve Mârût, Zerdüşt’ün Avesta’sında bahsi geçen Haurvatāt ve Ameretāt’a dayandırılmaktadır. Tanrı’dan (Ahura Mazda) yayılan altı ilahi öz, kimi zaman meleklerle ilişkilendirilirken kimi zaman da Tanrısal sıfatları ifade etmektedir. Haurvatāt; refahı, mükemmelliği, fiziki ve ruhsal bütünlüğü, Ameretāt ise ölümsüzlük ve ölümsüz mutluluğu temsil etmektedir. Bu iki varlık aynı zamanda su ve bitkilere hükmeden “kız kardeşler” olarak da tanımlanmıştır. Her iki kelimenin zamanla dönüşümünde; haurvatât hordâd ve kordâd şekline, ameretât ismi Pehlevîce amurdâd, Persçe amordâd ve mordâd Kordâd şekline bürünmüştür.

Kökeni, İran dilleriyle ortak bir aileye mensup olan Sanskritçe yazılmış Vedalar metninde de Mârût ismine rastlanmış, fırtına tanrısı veya metafizik varlıklarla ayrıca bolluk-bereket ile ilişkilendirilmiştir. İran coğrafyasının Hinduizm ile olan mekânsal ve inançsal yakınlığı dikkate alındığında Hinduizm kökenli bu inanışın, yalnızca isim benzerliğiyle sınırlı kalmamış; Avesta ve Ardâvîrâfnâme’de görülen, söz konusu iki figürün su ve bitkilerle ilişkilendirilen anlatımıyla da paralellik göstermiştir.

Sadece bu kadarla sınırlı değil, İran coğrafyası etkisinde kalmış olan Ermeni dinî literatüründe iki çiçek ilahının adı olan Hawrot ve Mawrot’da yine Haurvatât ve Ameretât'la ilgili kabul edilmiştir. Samiler arasında da Harut ve Marut inancının izleri bulunmaktadır ki zaten tefsir kaynaklarında büyük oranda bu rivayetlere İsrailiyat nazarıyla bakılması bu nedenledir.

İsrailiyat sadece Yahudi ve Hristiyan menşeli olmak zorunda değildir. İranlıların inanç biçimlerinin de bir şekilde İsrailiyat içerisine dahil edilmesi mümkündür. Yine Zerdüştlüğün kutsal metinlerinden olan Ardâvîrâfnâme’de Hordâd ve Mordâd isimleriyle de geçmektedir. Bu metinlerde iki melek adının Orta Dönem Persçesine Mvvrd'-hrvvd" şeklinde, Soğdcaya Mrwwt ve Hrwwt olarak geçtiği bilinmektedir. Ardâvîrâfnâme anlatısının tarihi daha eskilere dayansa da bilinen ilk nüshaları Sasani döneminin sonlarına aittir. Pehlevice kaleme alınmış olan metinde, Ardâvîrâf’ın Zerdüşt inanırları tarafından dürüst, üstün nitelikli ve kötülüklerden sakınan bir kişi olarak bilindiği, dünyevi bedeniyle olmasa da ahiret hayatını görmek ve Ahura Mazda ile görüşmek için seçildiği belirtilmektedir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hz. Hatice’nin evi üzerine

Bir önceki yüzyılda, Suudiler iki büyük kötülük yaptılar. Birincisi büyük bir kültür mirasının tarihi izlerini tamamen yok edip ortadan kaldırdılar, ikinci ve daha önemlisi, özellikle 19. Ve 20. Yüzyılda ortaya çıkan arkeolojinin imkanlarından yararlanmayı tümden yasaklayıp güya kutsalı koruma bahanesinin arkasına sığınarak hem kutsal şehri mahvettiler hem de ceplerini doldurdular. Son dönemde büyük bir şamatayla duyurulan bir kitabın yayınlanması bağlamında bu kötü izlenimi ortadan kaldırmaya çalıştıkları anlaşılıyor. Söz konusu kitap, Hz. Hatice’nin ve dolayısıyla nübüvvetin en önemli tanıklıklarından biri olan evin hikayesi. Kitabın yayınlanma gerekçesi ve içeriği ise Mekke’de yapılan bir arkeolojik kazının ürünü olması. 2014 yılında yayınlanan kitabın adı The House of Khadijah bint Huwaylid. İngilizce ve Arapça olarak iki dilde basılan ve piyasaya sürülen kitabın üzerinde yazar olarak görünen isim A. Zeki Yamani imzasını taşıyor. Önce kitabın yazarından başlayalım. Kimdir Ze...

Kuran’da “zenim” kelimesinin anlamı üzerine

Kur’an’da 23 sene Velid bin Mugire aşağı As bin Vail yukarı deyip bütün kadrajını Hicaz-Taif-Medine’ye sıkıştırmış ve insanlığa son söyleyeceği sözün çapı oradaki 3-5 lavuk müşrik. Ve o müşrike Kur’an’da öyle küfürler var ki. Bir tanesini okuyayım mı size Kalem Suresi… Hem kel hem fodul ve üstüne üstük piç… Ama tabii meale öyle yazamazsınız. ‘Soysuz’ yazacaksınız. Aç. Adres de vereyim. Ferrâ’nın ‘Meâni’l-Kur’ân’ını aç, İbn-i Kuteybe’yi aç, nereyi açarsan aç. Nesebi bilinmeyen, onun bunun çocuğuna ‘zenîm’ denir Arapça‘da. İlahiyatçı yazar, Prof. Dr. Mustafa Öztürk tarafından ilk kez 2020 yılında bir konuşmada dile getirilen bu ifadeler geçtiğimiz günlerde bir kısım farklı muhatapların konuya dahil olmasıyla tartışmayı daha da alevlendirmiş ve bu tartışmalar boyunca Kuran sadece bir dolgu malzemesi olarak kullanılmaktan başka bir işe yaramamıştır. Tartışmanın odak noktası, Kalem suresi 13. Ayette geçen zenim ifadesinin piç anlamına gelip gelmemesidir. Öncelikle Öztürk gibi velut b...

Mekke'nin karanlık yılları

İslam ve Kuran’ın Mekke dönemi hem dinin ve kutsal metnin oluşum ve inşa evresinin hem de her ikisini tebliğ eden Hz. Peygamberin yaşamının çok büyük bir bölümünün geçtiği en uzun dönem olmasına rağmen hala bilinmeyenlerinin bilinenlerden çok olduğu bir  dönemdir. Bunu anlamanın en kestirme iki yolu vardır: biri Mekke kronolojisine bakmak, diğeri de Medine dönemi ile karşılaştırmaktadır.  Önce Mekke kronolojisini yansıtan şu tabloya bakalım: Sene MEKKE DÖNEMI KRONOLOJİSİ 570 Hz. Peygamberin doğumu ve Süt anneye verilmesi 571   572   573   574 Annesi Amine’ye iade edilmesi 575 Amine’nin ölümü ve Dedesinin himayesine verilmesi 576   577 Dedesinin ölümü 578 Ebu Talib ile Şama gidiş 579   580 ...

Büyük İskender’in Kuran’da ne işi var?

Başlıktaki ifadeden, meseleyi egzajere etmek ya da kutsal kitabımızı sorgulamak için kullanılmadığı sadece onu anlamak ve açıklamak gibi bir halis niyet taşıdığından emin olunmalı ve konuya yaklaşımımız belli bir müsamaha ile hoş görülmelidir. Aslında başlıktaki sorunun cevabı hiç de zor değildir. Zira Kuran’ın zamansal olarak tarihi şahsiyetlerden bahsetmesine ilişkin yakın ve uzak pek çok örnek bulunmaktadır. Örneğin Kuran’dan 30 yıl önce yaşamış Ebrehe’den bahsedilmesi, daha önce ashab-ı uhdut ’tan ya da 6 asır önce Hz. İsa’dan bahsetmesi nasıl mümkünse 9 asır önce MÖ. 356-325 yılları arasında yaşamış dünya tarihinin en istisnai isimlerinden İskender’den bahsetmesi de ilkesel olarak pekâlâ mümkündür. Ancak konumuz tarihi bir şahsiyet olarak Büyük İskender’in bizatihi kendisi olmadığından, özellikle Kuran’da anlatılan Zülkarneyn’in kimliği bağlamında ondan dolayısıyla bahsedilecektir. Kehf suresinde 83-98 ayetleri arasında adı üç defa geçen Zülkarneyn’den doğuya ve batıya seferle...

Kur'an ve İranlılar -VIII-

Kur’an’a özgü yalın ifadelerden biri olan esatirü’l-evvelin  ilginç bir kullanım olduğu kadar aynı zamanda bir izlek olarak Kuran ve İranlılar ilişkisini kısmen de olsa deşifre edici özellikler taşımaktadır. Usture kelimesinin kökeni Yunanca, Aramice ve Süryanice dillerine dayanıyor. “Tarih” anlamına gelen  historia  ya da  storia ’ dan Arapça geçmiş ve Kur’an’da da kullanılmıştır. Evvelin ifadesi ise “geçmiş milletler”, “ilkel topluluklar” anlamıyla bir terkip halinde daha çok “eskilere ait efsane ve masallar" anlamında olumsuz bir çağrışıma sahiptir. Bu ifadenin geçtiği 9 farklı yerde ikili bir anlam konseptinde kullanılmıştır: Biri öldükten sonra tekrar dirilmeye inanmayan Mekkeli paganların bunu eskilerin masalları olarak nitelemeleri (Mü’minun 23/81-89; el-Furkan 25/5), diğeri ise Kuran’da büyük bir yer tutan kıssaların benzerlerini kendilerinin de uydurabileceklerini söyleyenlere karşı bir meydan okuma bağlamında geçmektedir: ·     ...