Bakara 2/102 ayetinde geçen Harut ve Marut adında iki meleğin anlatıldığı kısım, müfessirleri çok meşgul eden, ayeti yorumlarken bin dereden su getirdikleri bir mesele olarak, modern döneme kadar bir türlü mutabakat sağlanamamıştır. Ayette şöyle denilmektedir:
·
“Süleyman'ın hükümdarlığı
hakkında onlar, şeytanların uydurdukları sözlere uydular (Süleyman'ın, büyü
yaparak saltanatını kazandığını söyleyen şeytan ruhlu insanlara uyup,
Süleyman'ın büyücü olduğuna inandılar). Oysa Süleyman (büyü yaparak) küfre
gitmemişti. Fakat o şeytanlar küfre gittiler: İnsanlara büyü ve Babil'de
Harut ve Marut adlı melekler(den ilham alan iki kişiy)e indirileni öğretiyorlar.
(وَمَٓا اُنْزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَۜ ) Halbuki onlar: "Biz bir fitneyiz
(sizin için bir sınavız), sakın, küfre gitme(yin)!" demedikçe
kimseye bir şey öğretmiyorlardı. Fakat bunlar, onlardan, erkekle karısının
arasını açacak şeyler öğreniyorlardı. Ama, onlar, Allah'ın izni olmadan onunla
hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine yarar vereni değil, zarar vereni
öğreniyorlardı. Andolsun, onu sat(ıp onunla çıkar sağlay)anın, ahirette bir
nasibi olmadığını gayet iyi biliyorlardı. Vicdanlarını sattıkları şey ne
kötüdür, keşke (bunu) bilselerdi!” (Bakara 2/102)
Ayette Babil’de Harut ve Marut adında iki meleğin insanlara
sihir öğretildiğinden söz edilmekte, bu da Hz. Süleyman peygamberle
ilişkilendirilmektedir. Klasik dönem müfessirleri ayette ortaya çıkan sorunu
gidermek için adeta saç baş yolmuşlardır. Buna göre sadece ayette dile
getirilen Harut ve Marut isimlerinin kimliğine ait çok sayıda teori dile
getirilmiş ve uzun uzun tartışılmıştır;
1.
Bunlar iki melektir
2.
Cebrail ve Mikaildir.
3.
İki insandır.
4.
İki salih kişidir
5.
İki yöneticidir
6.
İki cindir
7.
İki rahiptir
8.
İki sihirbazdır
9.
Bunlar şeytandır.
10. İki peygamberdir
Görüldüğü üzere farklılık sadece isimlendirmede değil ontolojik
olarak da birbirine benzememektedir. Bunların tek tek hepsi doğru
olamayacağına göre en doğru görüşün tespiti problemi sayfalar dolusu
açıklamayla giderilmeye çalışılmış ancak onda da bir türlü ortak bir mutabakata
varılamamıştır.
Sorun, sadece bu iki ismin kimliğini tespit etmekle kalmamış
ayette başka sorunların da varlığı tutarlı bir açıklamayı adeta imkansız kılmıştır. Mesela ayette dile getirilen sihrin varlığı ve mahiyeti sorunu başlı başına sür
git tartışmaların konusu olmuş, buna göre sihir ve büyünün kökeninin kime
dayandığı da uzun ve başka bir tartışmanın konusu olmuştur:
1.
Sihir en temelde meleklere
dayanır.
2.
Şeytan’a dayanır.
3.
İnsanlara dayanır.
Sorun bu kadarla kalsa neyse, bu defa İslam
dininde sihrin yasaklanmasına karşın ayetlerin muhtevasından sihri olumlayıcı bir algının ortaya çıkmasıyla birlikte şu konular da
tartışılmıştır:
1.
Allah sihri yasaklamıyor mu?
2.
Allah buna nasıl izin veriyor?
3.
Allah meleklere sihir
indirir mi?
4.
Melekler nasıl olur da karı
koca arasını bozmak için sihir öğretir?
Harut ve Marut’un melek olarak kabul edilmesi halinde ise meleğin
sihir öğretmesine Allah’ın buna izin vermesi sorgulanmış, kısaca bu sorunlar
yumağı klasik dönemden bu yana devam etmiş, ortak bir kanaate de bir türlü ulaşılamamıştır.
Müfessirler tüm bu sorunları çözüm sadedinde sadece iki
türlü bir yöntem geliştirebilmişlerdir. Bunlardan birisi kıraat farklılığıyla, melekeyn
ifadesinin “iki kral” anlamında melikeyn olarak okunması gerektiğinden
hareketle bunların melek değil insan olduğu; diğeri ise ayetin içinde bir takdim
ve tehir bulunduğudur. Takdim ve tehir yönteminde ise (ما) ism-i mevsulü ile başlayan cümle Şeyatin ifadesinden
önceye alınarak cümleye olumsuzluk anlamı verilmiş “Allah bir şey indirmemiştir”
şeklinde sorun giderilmeye çalışılmıştır. Doğrusu klasik dönem müfessirlerinin bu sorun
üzerindeki kafa karışıklığı modern dönemde de aynen devam etmiş; öyle ki bazı
ilahiyat profesörleri bu iki şeye “iki rahip” deme garabeti bile göstermişlerdir.
Hülasa tüm bu sorunların tamamı tefsir ilmi açısından çözümsüz olarak hala ortada
durmaktadır. Biz burada ayetle ilgili tüm sorunları tefsir ve kelam ilminin
verileri açısından ele alıp incelemek niyetinde değiliz. Zira bu çok uzun ve
zor bir iştir. Bu nedenle biz başlıkta belirtildiği üzere sadece “Kuran ve
İranlılar” bağlamıyla ilgileneceğiz.
Bu yönüyle ayetin tamamına da değil sadece “Babil'de
Harut ve Marut adlı melekler” ifadesiyle ilgileneceğiz. Bu ifade
Kuranda başka hiçbir yerde geçmeyen tek kullanımlık özel bir ifadedir ve ayette
iki temel olgu yer almaktadır: Biri doğrudan coğrafyaya, bir yerleşim yerine
yapılan yapılan atıftır. Diğeri ise dil bilim açısından Harut ve Marut
kelimelerinin etimolojisinin neye tekabül ettiğidir.
1.
Babil neresidir?
Bugün Irak el-Hilla denen şehrin bulunduğu antik dünyanın
çok önemli yerleşim merkezlerinden biri olarak Babil, tarih boyunca Samiler ve
İranlıların en önemli yerleşim yerlerinden biridir. Önce Sümerler sonra Akad,
Babil ve Asurlu Samilerin burada büyük imparatorluklar kurmuş ardından
özellikle MÖ. 6. Yüzyıldan başlamak üzere bu defa Ahameniş imparatorluğu ile
İranlıların hükmü altına girmiş Mezopotamya’nın en mümtaz bölgesi olmuştur.
2.
Harut ve Marut kimdir?
Hârût (هاروت) ve Mârût (ماروت) Arapçaya sonradan girmiş iki kelime olup, ilk defa Zerdüştlüğe ait dini metinlerde rastlanmıştır. Etimolojik olarak Hârût ve Mârût, Zerdüşt’ün Avesta’sında bahsi geçen Haurvatāt ve Ameretāt’a dayandırılmaktadır. Tanrı’dan (Ahura Mazda) yayılan altı ilahi öz, kimi zaman meleklerle ilişkilendirilirken kimi zaman da Tanrısal sıfatları ifade etmektedir. Haurvatāt; refahı, mükemmelliği, fiziki ve ruhsal bütünlüğü, Ameretāt ise ölümsüzlük ve ölümsüz mutluluğu temsil etmektedir. Bu iki varlık aynı zamanda su ve bitkilere hükmeden “kız kardeşler” olarak da tanımlanmıştır. Her iki kelimenin zamanla dönüşümünde; haurvatât hordâd ve kordâd şekline, ameretât ismi Pehlevîce amurdâd, Persçe amordâd ve mordâd Kordâd şekline bürünmüştür.
Kökeni, İran dilleriyle ortak bir aileye mensup olan
Sanskritçe yazılmış Vedalar metninde de Mârût ismine rastlanmış, fırtına
tanrısı veya metafizik varlıklarla ayrıca bolluk-bereket ile ilişkilendirilmiştir.
İran coğrafyasının Hinduizm ile olan mekânsal ve inançsal yakınlığı dikkate
alındığında Hinduizm kökenli bu inanışın, yalnızca isim benzerliğiyle sınırlı
kalmamış; Avesta ve Ardâvîrâfnâme’de görülen, söz konusu iki
figürün su ve bitkilerle ilişkilendirilen anlatımıyla da paralellik göstermiştir.
Sadece bu kadarla sınırlı değil, İran coğrafyası etkisinde kalmış olan Ermeni dinî literatüründe iki çiçek ilahının adı olan Hawrot ve Mawrot’da yine Haurvatât ve Ameretât'la ilgili kabul edilmiştir. Samiler arasında da Harut ve Marut inancının izleri bulunmaktadır ki zaten tefsir kaynaklarında büyük oranda bu rivayetlere İsrailiyat nazarıyla bakılması bu nedenledir.
İsrailiyat sadece Yahudi ve
Hristiyan menşeli olmak zorunda değildir. İranlıların inanç biçimlerinin de bir
şekilde İsrailiyat içerisine dahil edilmesi mümkündür. Yine Zerdüştlüğün kutsal
metinlerinden olan Ardâvîrâfnâme’de Hordâd ve Mordâd
isimleriyle de geçmektedir. Bu metinlerde iki melek adının Orta Dönem
Persçesine Mvvrd'-hrvvd" şeklinde, Soğdcaya Mrwwt ve Hrwwt
olarak geçtiği bilinmektedir. Ardâvîrâfnâme anlatısının tarihi daha eskilere
dayansa da bilinen ilk nüshaları Sasani döneminin sonlarına aittir. Pehlevice
kaleme alınmış olan metinde, Ardâvîrâf’ın Zerdüşt inanırları tarafından dürüst,
üstün nitelikli ve kötülüklerden sakınan bir kişi olarak bilindiği, dünyevi
bedeniyle olmasa da ahiret hayatını görmek ve Ahura Mazda ile görüşmek için
seçildiği belirtilmektedir.
Yorumlar
Yorum Gönder