Kur’an’da Arapça kökenli olmayan, komşu dillerden ona intikal etmiş çok sayıda kelimenin varlığı bilinmektedir. Doğrusu bu kelimeler belli bir dilden belli bir konu etrafında ödünç alınmışsa, buradan hareketle doğrudan bir hükme varılamasa da en azından belli düzeyde de olsa bir fikir vermektedir.
Kur’an’daki cennet ve cehennem tasvirlerinde kullanılan çok sayıda İran orijinli sözcüğün seçilmiş olması dikkat çekicidir. Bu bağlamda akla ilk gelen kelimelerden ateş anlamına gelen cehennem (nar) kelimesinin kullanılması ilginçtir. Benzer şekilde Cennetin en önemli tasvirleri arasında yer alan huri sözcüğü de İrani kökenli kelimelerden biridir.
Zerdüşti kutsal metni olan Ardâvîrâfnâme’de cennet
ile ilgili olarak geçen şu pasaj çok daha ilginç veriler içermektedir:
·
“Üçüncü gün, sabahın ilk
aydınlıklarıyla birlikte o, iyiler ve doğru olanın ruhu, çok güzel kokulu
bitkiler arasında gezer. Bu koku ona dünyada kokladıkları bütün hoş kokulardan
daha güzel olarak gelecektir. Koku ve rüzgâr güney tarafından, Yezdân katından
gelmektedir. Onun dini, vicdanı ve dünyada yaptıkları çok güzel, boylu boslu
ve alımlı bir genç kız görünümünde ortaya çıkar. Doğruluklarla ve
kötülüklerden uzak büyümüş o genç kızın göğüsleri dolgun, parmakları son
derece ölçülü ve güzel görünümlü, teni en sevilecek ve zevkle seyredilecek
görünüm ve parlaklıktadır.” (Ardâvîrâfnâme, çev. Nimet Yıldırım, 4/7-9)
Kuran’da Arap muhayyilesine hitap eden Cennettin en yaygın
ve ilgi çekici tasvirlerinde birinin cinsel ögeler içerdiği biliniyor. Her ne
kadar sırf cinsel içerimlere sahip kullanımlara bakarak Kur’an’daki cennet
tasvirlerini herhangi bir kültür ile ilişkilendirmek doğru olmasa da yukarıda
Ardâvîrâfnâme’de aktarılan pasajda geçen ifadenin hû-rûst (genç
kız) sözcüğü ilginçtir. Bu sözcük, Kur’an’daki “hûr” sözcüğü ile
etimolojik olarak ortak bir görüntü vermektedir. Kur’an’da dört yerde geçen “hûr”
sözcüğü genellikle “în” ifadesiyle ile birlikte kullanılır ve güzel gözlü “genç
kızlar”ı ifade eder. (Duhân Sûresi 44/54; Tûr Sûresi 52/20; Vâkıa Sûresi
56/22; Rahmân Sûresi 55/72).
Cennet tasvirlerinde yer alan İran’a ait unsurların
bulunması çok da şaşılacak bir durum değildir. Zira İran fethedilinceye kadar
buradan Hicaz bölgesine cariye getirildiğine dair pek fazla bir kayıt
bulunmamaktadır. Dolayısıyla İranlı kadınlar Araplar için arzulanan bir şeydir.
Bu nedenle hûrin în kullanımının İranlı kadınları kastetmiş olması yüksek ihtimaldir.
Sözcüklerin etimolojik kökenleri, aynı zamanda nesnelerin
ait olduğu coğrafyayı da işaret eder. İran orijinli nesnelerin kullanıldığı
pasajlarda anlatılan tasvirler, İran toplumunda yaygın bazı uygulamaları
anımsatır. Örneğin Vakıa Suresi’nin 17 ve 18’inci ayetleri cenneti şöyle tasvir
etmektedir: “Çevrelerinde kaynaktan doldurulmuş testiler (ekvab), ibrikler
(ebarîk) ve kadehlerle (ke’s) sonsuza dek hizmet sunacak gençler dolaşır.” Buradaki
betimlemeler eski İran’daki hûm (haoma) içme merasimlerini anımsatmakta ve önemli ölçüde benzeşmeler görülmektedir. Hûm, gerek Avesta’da gerekse Zerdüşti kaynaklarda şırasından
içki elde edilen bir bitki adı olarak geçmekte ve İranlılar arasında
yaygın bir adet olduğu da söylenmektedir. (N. Yıldırım, Fars Mitolojisi
Sözlüğü, s.387-388).
Öte yandan edebî metinlerdeki şarap, aşk şarabı ve saki gibi imgelerin kaynağının da İran’daki içki merasimleri olduğu söylenmektedir ki bu, Kur’an’daki cennet tasvirlerinin İran kültürü ile ilişkisinin sadece sözcük düzeyinde değil daha geniş bir alanda benzeştiğini göstermektedir.
Kur’an’da yer alan helak ve cehennem anlatılarında geçen zebâniyye, surâdık ve siccîl sözcüklerinin sadece etimolojik açıdan değil aynı zamanda sosyolojik ve antropolojik açıdan da bu kullanımların İrani kökenli belli bir etkileşime delalet ettiğini göstermektedir. Zebâniyye sözcüğü, günümüzde “dil” anlamına gelen zebân sözcüğü ile akrabadır ve zûbân sözcüğü ile kökteştir. Bu sözcük, “dil” anlamına gelmekle birlikte “ateş” ile de ilişkilidir.
Köken olarak “çadır ve örtü” ile anılan ve Kur’an’da
cehennem ateşiyle beraber kullanılan surâdık sözcüğün muarreb (sonradan Arapçaya girmiş) olduğu,
coğrafyadaki komşu kültürlerden Arapçaya girdiği bilinmektedir. Helâk olan
kavimler anlatılırken kullanılan ve müfessirler tarafından yine “ateş” ile de ilişkilendirilen
siccîl sözcüğü, İran dilinde yer alan “sing+gil” kullanımını
hatırlatmaktadır.
Kuranda cennet ve cehennem tasvirlerindeki bu kullanıma
eşlik eden belli bir lüks ve konfora işaret eden bir kısım İran ve Fars kökenli
kelimelerin varlığı da bu minvaldedir. Mesela Rahman suresinde
54, 58 ve 76. Ayetlerinde geçen istebrak, mercân ve abkarî sözcükleri
böyledir. Temelde “ipek” anlamına gelen istebrak sözcüğünün İran kökenli
olduğu, kaynaklarda dile getirilmektedir. (Cevherî, es-Sıhah, s. 87).
Arthur Jeffery (ö. 1959), “Küçük inci” anlamındaki mercân ve iyi/ağır halılar için kullanılan abkarî sözcüklerinin Pehlevice kökenli olduğunu söylemektedir. (The Foreign Vocabulary Of The Qur’an, s.211 ve 261). Duhân Sûresi’nin 53 ve 54. ayetlerinde geçen istebrak ve hurî sözcükleri ile birlikte kullanılan ve “ince ipek” manasına gelen sündüs kelimesinin de İran kökenli olduğu anlaşılmaktadır. Yine Kur’an’daki cennet tasvirlerinde kullanılan nemârik, ebârik ve misk sözcükleri de belli bir lüksü çağrıştırması yönüyle esasen İran kökenlidir. Gaşiye Sûresi 88/15’de geçen nemârik, “yastık, minder”, Vakıa Sûresi 56/18’de geçen ebârîk, “ibrikler” anlamına gelmekte Mutaffifin Sûresi 83/26’da geçen misk sözcüğü ise "misk geyiği"nden elde edilen Sanskritçe kökenli, Hint-İran coğrafyasında yetişen bir bitkiyi ima etmektedir.
Alman oryantalist Karl Vollers (ö.1909), “cennet bahçesi” anlamına gelen ravda kelimesinin, “büyümek, yetişmek” anlamındaki rud/rûst sözcüğünden türediğini söylemektedir ki Kur'an'da Rûm Sûresi 30/15 ve Şûra Sûresi 42/22’de geçen Ravda ve ravdâti’l-cennât kullanımlarında geçen kelimeler olmalıdır. İran kutsal metni Avesta’da suyun akışı için kullanılan raod ve vara sözcükleri de Arapların “cennet” tasavvurunu hatırlatmaktadır.
Ayrıca irâde sözcüğünün de kökü olan ra-ve-de ve
türevleri, İran dillerindeki rud/rûst sözcüğü ile benzeşmektedir.
(Cevherî, Sıhah, s.436-437). Zerdüşt, Ahura Mazda’ya ilk peygamberin kim
olduğunu sorunca, Ahura Mazda, Yima’ya peygamberlik teklif ettiğini, ancak onun
bunu kabul etmediğini ve Yima’nın yeryüzünde “hükümdar” kılındığını söyler.
Yeryüzünde yaşayacak yer kalmaz ve Mazda, Yima’ya Vara inşa etmesini söyler.
Vara, her bir kenarı bir at koşumu kadar olan kare bir alan içine yapılmış,
büyük bölümü dokuz, orta bölümü altı ve küçük bölümü üç sokaktan ibaret bir
bahçedir. Uzun bir ırmak kenarındaki bu bahçe yemyeşildir ve hiç bitmeyen
yiyeceklerle ve kuşlarla doludur. Oraya göğsü çıkıntılı, kambur, cüzzamlı,
kindar, yalancı, çürük dişli, lekeli hiç kimse alınmaz. (Ardâvîrâfnâme,
çev. Nimet Yıldırım, 2/20-43).
Yorumlar
Yorum Gönder