Ana içeriğe atla

Kur’an ve Samiler -II-

Kur'an’da, Hz. Musa’dan sonra, en çok zikredilen ikinci peygamber Hz. İbrahim’dir. Ondan bu denli çok bahsedilmesinin (69 kez) bir kısım nedenleri olmalıdır. Genel bir çerçeve sunmak için önce ondan nasıl bahsedildiğine kısaca bakalım: Daha genç yaşında iken Güneş'e, Ay'a, yıldızlara tapmadığı, Hanif olduğu ve Allah'ı tanıdığı, kendilerine bile faydası olmayan putları kırdığı, babasının adının Azer olduğu, ateşe atıldığı ve ateşin onu yakmadığı, kuşları diriltmek için onları dört bir yana dağıttığı, ailesini verimsiz ve ıssız bir coğrafyaya (Mekke) bıraktığı, oğlu İsmail ile Kabe’yi inşa ettiği, tüm insanları hac etmeye davet ettiği, gördüğü bir rüya üzerine oğlunu kurban etmeye kalktığı, Lut kavmine gelen elçilere endişelendiği, özellikle evlatlarından peygamberler gönderildiği, İshak, Yakup, Yusuf ve esbat olarak nitelenen kutlu bir soya sahip olduğu, onlara kitap verildiği, bunun için kendi soyuna dua ettiği, soyundan imamlar gelmesini istediği ve nihayet çok ilerlemiş yaşına rağmen çocuk sahibi olduğu anlatılmaktadır.

Bu anlatıların içinde en dikkate değer hususlardan biri Hz. İbrahim’in soyuna yapılan vurgudur. Bu, nedensiz değildir. Zira Araplar soya bağlı bir toplum olduğundan, Kur'an tarafından soylarının Hz. İbrahim ve oğlu İsmail ile irtibatlandırılacağı ana kadar bundan pek haberdar oldukları söylenemez. Dolayısıyla çölde yaşayan kimliksiz Araplar için Hz. İbrahim ve İsmail bölgedeki diğer Sami topluluklara karşı bir ayrıcalık ve üstünlük tanınmış olmalıdır.

Kur'an ve Samiler arasındaki ilişkinin açığa çıkmasında temel dinamiklerden birinin Hz. İbrahim olduğu anlaşılıyor. Bu açıdan onun önemli bir izlek olduğunda kuşku yoktur. Bu izleğe işaret etmeden önce önemli bir ayırımın hatırda tutulması gerekmektedir: Samilerin üç büyük kolundan İbraniler, İsrailoğulları ve Yahudiler çoğu zaman eşanlamlı kelimeler olarak görülüp birbirinin yerine kullanılmakta dahası bu üç topluluğun tek bir milletin farklı adlandırmaları olduğu varsayılmaktadır. Ahmet Susa, Araplar ve Yahudiler adlı kitabında haklı olarak bu varsayıma itiraz etmekte, delillerini ve gerekçelerini ilmi olarak ortaya koymakta ve bunun doğru olmadığı, olamayacağını dile getirmektedir. (s. 11-12)

Bu üç topluluk zamansal bir farklılık nedeniyle birbirinden kesin çizgilerle ayrılmaktadırlar. Hz. İbrahim’in adına nispet edilen İbraniler; Hz. Yakup dönemine kadar geçen zamansal bir süreçte yaşayanları, İsrailoğulları, adı İsrail olan Hz. Yakup peygamberden sonrasında yaşayanları ve nihayet Yahudiler ise çok daha sonraki bir dönemi ifade etmektedir. Bu kullanımlar içindeki en anlam yüklü kelime olan Yahudi adlandırması, Hz. Süleyman’dan sonra İsrailoğullarının ikiye bölünmesiyle güneydeki Yahuda krallığının ortaya çıkmasıyla birlikte dolaşıma girmiştir.

Hz. İbrahim isminde birinin gerçekten yaşayıp yaşamadığı, din ve kutsalın itibar edebileceği bir sorun değildir. Üç kutsal kitap açısından da Hz. İbrahim peygamber yaşamıştır ve bunda en ufak bir tereddüt yoktur. Sorun dini metinlerden ziyade tarih, etnoloji, filoloji, antropoloji ve arkeoloji gibi bilimlerin ortaya koyduğu veriler açısından geçerli olabilir. Aslında tarihi bir şahsiyet olarak Hz. İbrahim’in izleği iki türlü takip edilebilir. Biri filoloji ve arkeoloji biliminin verileri üzerinden diğeri ise etnoloji, antropoloji ve diğer sosyal bilimler üzerinden. Biz ikincisini göz ardı ederek, ilkine odaklanacağız. Hemen belirtilmelidir ki bu bilimlerin verileri arasında tam bir uygunluk yoksa da yer yer arkeoloji ve filolojinin kesiştiği alanlar bulunmaktadır.

Filolojik verilerin en önemli göstergesi bizzat İbrahim ismi ile ilgilidir. Buna göre; Hz. Nuh’un üç oğlundan biri olan Sam’ın soyundan gelen Eber’in Hz. İbrahim’in büyük dedesi olduğu, İbrani ifadesinin de onun soyuna nispetle İbrani (İvri) dendiği, konuştuğu dilin de İbranice (İvrit) olduğu söylenmektedir. Bir diğer görüş ise İbri ya da Hibri ifadesinin MÖ. 15-14. Yüzyıllarda Filistin'de görülen göçebe bir kabilenin adı olarak "öte tarafın insanları" anlamına geldiği ve bunun Fırat ve Ürdün nehirlerinin öbür kıyısından gelmiş olan göçebeleri ifade ettiğidir.

İbrahim ismi Abram (Awram) olarak zamanla Abraham (Avraham) şekline dönüşmüş ve kelimenin anlamındaki “ulu ata” ve “milletlerin babası” anlamıyla üç dinin kutsal metinleri tarafından da teyit edilmektedir. Bu anlamı teyit eden arkeolojik buluntular da mevcuttur. Milattan önce 14 ve 13. Yüzyıllara ait bulunan Şamra metinlerinde abrm ve abirami şeklinde kullanımlara rastlanmakta, ayrıca Sami dillerinden Akadca’nın bir lehçesi olan Ebla dilinde (günümüzde Halep ile Hama arasında yer alan, Tel Mardikh denen bölge) bulunan yazılı belgeler de bunu desteklemektedir. (National Geographic, Aralık1978, s. 731). Buna göre bu bölgedeki ülkenin üç büyük kralından biri olan Ebrium’un 80 bin koyunu, altın ve gümüş geliri olan bir ülkenin kralı olduğu söylenmektedir. Dolayısıyla filoloji ve arkeolojinin verileri Mezopotamya tarihi ile Kutsal Kitap anlatılarını ortak bir noktada buluşturuyor görünmektedir.

Hz. İbrahim, Yahudi kutsal metinlerinde Allah’ı ilk tanıyan kimse olarak takdim edilmiş, tek tanrıcılığın ortaya çıkmasıyla ona yüklenen misyon üç monoteist din tarafından “ulu ata”  vurgusuyla zaman içerisinde her üç dinin kutsal metinlerinde “ortak ata”ya dönüşmüştür. Bu vurguyu görebilmek için Tevrat, İnciller ve Kur'an’a biraz detaylı bakalım: Talmut başta olmak üzere Yahudi kutsal metinleri, Hz. İbrahim hakkında en çok malumat veren kaynakların başında gelmekte ve özellikle Tevrat’ta “ortak ata” şu ifadelerle dile getirilmektedir:

·       “Avram yüzüstü yere kapandı. Tanrı ‘Seninle antlaşmam şudur” dedi. ‘Birçok ulusun atası olacaksın. Artık adın Avram değil İbrahim olacak. Çünkü seni birçok ulusun atası yapacağım. Seni çok verimli kılacağım. Senden uluslar doğacak ve krallar senin soyundan çıkacak.” (Tekvin 17:4-6)

Hristiyan kutsal metinlerde de “ortak ata” vurgusu hakimdir:

·       “Öyleyse şunu bilin ki İbrahim’in gerçek oğulları iman edenlerdir. Kutsal Yazı, Tanrı’nın öteki uluslarına göre aklayacağını önceden görerek İbrahim’e: ‘Bütün uluslar senin aracılığınla kutsanacak’ müjdesini önceden verdi.” (Galatyalılara Mektup 3:7-8)

·       “Tanrı İbrahim’e şöyle demişti: ‘Senin soyunun aracılığıyla yeryüzündeki bütün halklar kutsanacak.” (Resullerin İşleri 3/25;

·       “Tanrı İbrahim’ vaatte bulunduğu zaman, üzerlerine ant içecek daha üstün biri olmadığı için kendi üzerine ant içerek şöyle dedi.” (İbranilere Mektup 6/13).

·       “ve ona sünnet ahdini verdi böylece İbrahim İshak’ın babası olup onu sekizinci günde sünnet etti ve İshak Yakub’un, Yakup da on iki büyük ataların babası oldu.” (Resullerin İşleri 7:1-8).

·       “Ey babamız İbrahim, “acı bana!” diye seslendi” (Luka 16:24)

·       “Böylelikle atamız İbrahim, yalnız sünnetli olmakla kalmayan ama kendisi sünnetsizken sahip olduğu imanın izinden yürüyen sünnetlilerin de babası oldu.” (Romalılara 4:1-12)

“Ortak ata” vurgusu Kur'an açısından da benzer nitelikler taşımaktadır:

·       "Bir zamanlar Rabbi İbrahim'i birtakım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince, 'Ben seni insanlara önder yapacağım' demişti.” (Bakara  2/124)

·       “(İbrahim’in duası) Neslimizden de sana teslim olan bir ümmet çıkar…” (Bakara 2/128)

·       “Andolsun ki, biz onu dünyada beğenip seçmiştik, ahirette de o iyilerdendir.” (Bakara 2/130)

·       “Senin tanrın ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın tanrısı olan tek tanrıya kulluk edeceğiz, biz ona teslim olanlarız.” Bakara 2/133)

·       “İbrahim ne Yahudi ne de Hristiyan’dı; dosdoğru bir Müslümandı. Müşriklerden de değildi.” (Ali İmrân 3/67)

·       “Doğrusu insanların İbrahim’e en yakın olanı ona uyanlar, bu peygamber ve müminlerdir.” (Ali İmrân 3/68)

·       “Atalarım İbrahim, İshak ve Yakup'un dinine uydum.” (Yusuf 12/38).

·       “…babanız İbrahim'in dini(ne uyun). O (Allah) bu (Kur'a)ndan önce(ki Kitaplarda) da bu(Kur'a)nda da size "müslümanlar" adını verdi…” (Hacc 22/78).

·       “İşte bunlar (…) İbrahim ve İsmail’in (Yakub) soyundan olup kendilerine doğru yolu gösterdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdir.” (Meryem 19/58)

·       “İbrahim ve onunla beraber bulunanlarda, sizin için güzel bir örnek vardır.” (Mümtehine 60/4).

Görüldüğü üzere üç kutsal kitapta aynı vurgu farklı bağlamlarda dile getirilmektedir. Bu durumda Sami topluluklarından üçü (Yahudilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık) açısından Hz. İbrahim ortak bir ata ve kopmaz bir bağ oluşturmaktadır. Burada sadece Kur'an’ın “o ne Yahudiydi ne de Hristiyandı” denmesinin nedeni boşlukta kalmaktadır. En makul yorumlardan birine göre, Arap toplumunun Yahudiliği Hz. Musa ile Hristiyanlığı ise Hz. İsa ile ilişkilendirmesi neticesinde Hz. İbrahim’in zamansal açıdan bu iki topluluktan önce yaşamış olmasıdır.

Arkeolojik bulgulara gelince; Hz. İbrahim’in yaşadığı dönemin Sümerlerin tarih sahnesinden çekildiği döneme denk düştüğü anlaşılmaktadır. MÖ. 2300-2200 ya da 1900-1800’ler arasında yaşadığı tahmini olarak dile getirilse de uzmanlar onun yaşadığı dönemi genelde milattan önce 20. Yüzyılın biraz öncesi ve biraz sonrasına tarihlendirmektedirler. Bu tarih aralığı Sümerlerin tarih sahnesinden tamamen çekildikleri ve sahneye Sami toplulukların çıkmaya başladıkları bir döneme denk düşmektedir. Bu dönemde Sami topluluğu olan Akadlar ve hemen ardından Asurlular büyük imparatorluklar kurarak tarih sahnesindeki yerlerini almışlardır.

Arkeolojik veriler -aksi yönde iddialar bulunsa da- Hz. İbrahim’in gerçek bir kişilik olduğu yönündedir. Söz konusu kazılardan üç tanesi zikredilmeye değerdir: İngiliz arkeolog S. L. Woolley tarafından gerçekleştirilen ve daha ziyade Yahudi kutsal metinlerini doğrulamak amacıyla yapıldığı anlaşılan bu kazılara göre Hz. İbrahim’in hayatı hakkında dile getirilenler kısaca şöyledir: Kaldelilerin Ur kentinde doğduğu ve burada ateşe atıldığı sonra Harran’a oradan Filistin’e hicret ettiği bir süre sonra da Mısıra gidip tekrar Filistin’e geri döndüğü ve nihayet burada vefat ettiği, bu tarihin de yaklaşık olarak milattan önce 20 yüzyılın biraz öncesinde olduğu dile getirilmektedir. Woolley söz konusu görüşlerini Abraham (1935), Ur of The Chaldees (1952) ve Excavation at Ur (1955) isimli kitaplarında ayrıntılı bir şekilde, zaman ve mekan boyutlu olarak ele almıştır.

Bir diğer arkeolojik kazı Roma Üniversitesinden İtalyan arkeolog Paolo Matthie tarafından 1964 yılında başlamış, söz konusu kazıda bulunan yazılı belgeler 1974-75 yılların yayınlanmıştır. (National Geographic, Aralık1978, s. 731). Buna göre arşivin ele geçtiği saray, Mezopotamya'da hüküm süren Akad krallarından Sargon (MÖ. 2334-2279) veya torunu Naram-Sin (MÖ.2254-2218) tarafından yakılıp yıkılmıştır. Sarayda ele geçen su mermerinden bir testi kapağı üzerinde, Mısır firavunlarından I. Pepi (MÖ. 2289-2255)'nin ismi kabartma (kartuş) halinde yazılı bulunmuş ve kral Ebrium adı bu belgelerde geçmektedir. Bulgulardan biri de Mezopotamya’daki Ur kentinden başka bir Ur kentinin daha var olduğu, buranın da Urfa/Harran olabileceğidir.

Üçüncü ve son olarak Amerikalı arkeolog James B. Pritchard, Ancient Near Eastern Texts Relating to the Old Testament adlı yapıtında, Sakkara'da ele geçen ve Mısır’da VI. Hanedanlık dönemine (MÖ. 2350-2000) tarihlenen bir kabartmada, Hz. İbrahim’e nispet edilen sünnet geleneğinin izlerine işaret etmektedir. Söz konusu kabartmada sünnet operasyonu hiyeroglif bir yazıtla betimlenmekte ve şöyle denilmektedir: “Sıkı tut, bayılmasına izin verme.” (JB. Prıtchard, 1969, s. 326). Yaşamının bir bölümünü Mısır’da geçirmiş, sünnet geleneğinin de başlatıcısı olan Hz. İbrahim bu açıdan büyük önem taşımaktadır.

Tüm bu arkeolojik verilere rağmen Hz. İbrahim’in nerede ve ne zaman yaşadığı yine de çok açık ve net değildir. Kur'an’da buna dair bir bilgi bulunmamaktadır. Niçin ateşe atıldığı ve ateşe atan kişinin Nemrut olup olmadığı da belli değildir. Oysa bu konular özellikle Yahudi kutsal metinlerinde (Tevrat, Tanah, Mişna, Talmud, Midraş, Aggadik) bir roman kurgusu içerisinde sunulmaktadır. Ne var ki Hz. İbrâhim’le ilgili Yahudi kutsal metinlerinde teferruatlı bir şekilde yer alan bu ilk bilgilerin içinde pek çok tutarsızlıklar vardır. Daha da önemlisi Yahudi kutsal metni Tevrat’ın dayandığı Yahvist, Elohist ve Ruhban metinlerinin yazılı form kazanmaları Hz. İbrahim’in yaşadığı dönemden çok uzun bir zaman sonra şekillenmesi nedeniyle büyük belirsizlikler taşımaktadır. Yahvist metin milâttan önce dokuz yüz, Elohist metin milâttan önce sekizinci yüzyılda, Ruhban metni ise milâttan önce dört yüzlerde yazıldığı düşünülürse arada en az 1500 yıllık büyük bir zaman farkı ortaya çıkmaktadır. Tevrat’ta Hz. İbrâhim’le ilgili bilgilerin Bâbil esareti devrine ait rivayetler olduğu, esaret sonrası dönemde Ruhban metni yazarının buna bazı ilâveler yaptığı, Doğu krallarıyla ilgili Tekvîn’in 14. Babının çok daha sonraları Helenistik dönemde eklendiği yönündeki bilgiler dikkate alındığında Hz. İbrahim hakkında dile getirilenlerin güvenilirliği tartışmalı hale gelmektedir.

Kur'an’da dahil olmak üzere tüm kutsal kitaplar ile tarih ve arkeoloji biliminin verilerinin bir türlü mutabakat sağlayamadığı konulardan biri de Hz. İbrahim ile dönemin krallarından Nemrut arasındaki korelasyondur. Nemrut ile Hz. İbrahim’in yaşadığı zaman dilimi tam olarak kesişmemektedir. Bir diğer sorun ise Nemrudun kimliğidir. Kur'an’da Nemrut’un adı zikredilmiyor. Siyer ve İslam tarihi kaynaklarında Nemrut’un ne zaman yaşadığı da belirsizdir. Bu yönüyle onun Hz. İbrahim’in çağdaşı olması üzerinde kuşkular bulunmaktadır.

Tarihi veriler, Nemrut’un her ne kadar milattan önce 2350’lere tarihlendirilen I. Sargon olabileceğini söylese de MÖ. 500‘lü yıllara tarihlendirilen Buhtunnasr (Nebukadnezzar) ile Nemrut arasında bir soy ilişkisinin varlığı, büyük bir zaman farkını ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca kanunları ile meşhur Hammurabi ile Asur krallarından I. Tukulti-Ninurta (MÖ. 1233-1199)’nun da Nemrut olabileceği, yine kaynaklarda onun Sümerlilerin savaş tanrısı Ninurta ya da ünlü Gılgamış destanının kahramanı ve Babil’in güçlü Tanrısı Marduk, İran’ın mitolojik kahramanları Dahhak ya da Keykavus’un da Nemrut olabileceği söylenmektedir. Taberi başta olmak üzere İslam kaynaklarında İbrahim’in Tanrısı ile savaşmak üzere dört kartalın taşıdığı bir sandığa oturarak göğe yükseldiği (Tarih, 1/300-301) yönündeki mitolojik anlatılar da buna eklenince Nemrut'un mitolojik bir kahramanı mı yoksa Mezopotamya’nın güçlü krallarından biri mi olduğu yönünde hayli kafa karıştırıcı bir tablo ortaya çıkmaktadır.

Hz. İbrahim ile ilgili bir diğer sorun; Mezopotamya’da, Filistin ve Mısır’da yaşadığına ilişkin çok sayıda belge ve bulgu bulunmasına rağmen onun Hicaz bölgesinde yaşadığına ilişkin (Kur'an dışında) hiçbir arkeolojik belge ve bulgu bulunmamaktadır. (R. Firestone,Abraham's Journey to Mecca…”, Studia Islamica, 1992, s. 5-24) Üstelik filolojik kayıtlar açısından da durum pek iç açıcı değildir. Arapların İslam gelinceye kadar çocuklarına İbrahim ve İsmail isimlerini verdiklerine dair hiçbir iz yoktur. Bunun tek istisnası Medine döneminin sonlarına doğru bizzat Hz. Peygamberin küçük yaşta ölen oğluna verdiği İbrahim ismidir. İşin daha ilginç yanı ise Kur'an ve Hz. Peygamberden sonraki ilk asırlarda da Araplar arasında İbrahim ve İsmail isimleri pek yaygın olmamıştır. Bu isimler ancak çok daha sonraları İslam’ı seçen İranlılar ve Türkler tarafından dolaşıma sokulmuştur.

Tüm bu belirsizliklere rağmen, Kur'an’da İbrahim ve İsmail isimlerinin Kabe ile ilişkilendirilmesinin özel bir nedene dayandığı anlaşılmaktadır. Buna göre Kur'an, soya bağlı Arap toplumuna sağlam bir soy bağı vermek istemektedir. Sami topluluklar içinde özel bir yeri olan İsrailoğulları karşısında Arap kimlik ve kültürünü İsmailoğluları üzerinden inşa etmek anlaşılabilir olduğu gibi Arap yarımadasında özellikle Yahudilerden kesin bir kopuş yaşanması istenmiş de olmalıdır. Kur'an'daki Hz. İsmail’e az sayıdaki vurgu karşısında siyer kaynaklarında onunla ilgili çok sayıda atıf bu bağlamda ayrıca düşünülmelidir. Hz. İbrahim’e yapılan bu bolca atıf karşısında siyer kaynaklarının oğul Hz. İsmail’i ön plana çıkarma girişimleri imparatorluk sürecinde devletin Araplaştırma politikalarının bir ürünü olarak görünmektedir.

Bu arada Hz. İbrahim’in hepi topu iki-üç kez geldiği Mekke’ye nasıl intikal ettiği, hangi güzergahı kullandığı konusunda fazla bir bilgi bulunmasa da onunla ilgili haberlerin bölgede dolaşıma girmesi, konumuz açısından çok daha önemlidir. Zira bu intikal aynı zamanda Samilerin Arab yarımadasına nasıl intikal ettikleri ya da Samilerin ilk yurtlarının neresi olduğu sorunuyla da yakından ilgilidir.

Samilerin asıl vatanları hakkında belli başlı dört teori vardır: Babil, Arab yarımadası, Afrika ve Ermenistan-Kafkaslar hattı. Bu görüşler içinde özellikle Arap yarımadasını işaret eden uzmanlar bunu iki türlü temellendirmektedirler: Bir gurup orta Arabistan ve Necid bölgesini esas alarak Samilerin ilk vatanı olarak burayı gösterirken daha büyük bir gurup güney Arabistanı, Yemen’i işaret etmektedirler. Aslında Afrika diyenler de meseleyi bu son görüş ile irtibatlandırmakta; Samilerin Afrika kıtasından Mendeb boğazını geçerek önce Yemene ulaşıp burayı yurt edindiklerini, daha sonra Babil topraklarına dağıldıklarını söylemektedirler. Arap Yarımadasının orta kesimlerinin Samilerin vatanı olduğunu ilk kez dile getiren Aloys Sprenger (ö. 1893)’e itiraz eden daha geniş bir oryantalist grup ise güneydeki Yemen bölgesinin ilk vatan olduğu ve buradan hareketle bereketli hilale dağıldıklarında ısrar etmektedirler. Bu gurubun başını çekenlerden İngiliz oryantalist John B. Philby (ö. 1960), The Background of Islam adlı eserinde bu bölgenin Araplar için insan fabrikası olduğunu ileri sürmekte ve şöyle demektedir:

·       “Ben, Güney Arabistan topraklarını şu anda Sami adıyla bilinen bu halkın asıl vatanı olarak görüyorum. Bu halk, diğerlerinden bildiğimiz diliyle yani Arapçayla ayrılmaktadır. Bu Samiler, hiç şüphesiz Araptı ve Arapça konuşuyorlardı. Paleolitik çağdan sonra kuraklık yüzünden Güney Arabistan’daki eski yurtlarını terkederek, Bereketli Hilal taraflarına göç dalgaları halinde gitmeye mecbur kalmış; Suriye, Irak ve Filistin’e ulaşıncaya kadar kara ve deniz yolunu kullanmış; göç ederken değerli eşyalarının tamamını yanlarına almıştır...” (The Background of Islam, 1949, s. 9).

İleri sürülen dikkat çekici görüşlerden biri de Nemrut ve Samilerin tamamının Yemenli olduğu görüşüdür.

Bu bilgiler ışığında konuyu bağlayacak olursak, Hz. İbrahim’in karısı ve oğlunu Mekke’ye getirip bırakması esnasında burada yaşayan Cürhüm kabilesinin varlığı aslında Samilerin Hicaz bölgesine nasıl intikal ettiğinin de ip uçlarını vermektedir. Hz. İbrahim’in Filistin’den gelerek karısı ve oğlunu buraya bıraktığında buranın yerleşik halkı Cürhümlülerin Mekke’ye gelmeden önce Yemen’de yaşadıkları tüm İslam kaynakları tarafından dile getirilmektedir. Dolayısıyla Hz. İbrahim ve onunla ilgili anlatıların tamamının, Mezopotamya-Mekke hattında hangi güzergahın takip edildiğini de göstermektedir. Oğul İsmail zamanında Mekke’ye yerleşen Cürhüm kabilesinin Yemenli olduğu ve onlarla birlikte bir yaşam alanını paylaştıkları dikkate alınacak olursa Mekke’nin sosyolojik olarak gelecekte nasıl bir şekil alacağına dair de önemli bir perspektif ortaya çıkmaktadır.

Bu kanaati destekleyen verilerden biri de sadece İslam dünyasında değil Batı dünyası için de sosyolojinin kurucu atası olarak kabul edilen İbn Haldun (ö. 808/1406) tarafından, ünlü tarih kitabı el-İber’de, Cürhümlüler hakkında dile getirdiği şu tespittir:

·       “Cürhümlüler aslen Yemenlidir ve onların konuştukları dil Hz. İbrahim’in dilidir.” (واما جرهم فكانت ديارهم باليمن وكانوا يتكلمون بالعبرانية) (İbn Haldun, el-İber, 2/32).

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hz. Hatice’nin evi üzerine

Bir önceki yüzyılda, Suudiler iki büyük kötülük yaptılar. Birincisi büyük bir kültür mirasının tarihi izlerini tamamen yok edip ortadan kaldırdılar, ikinci ve daha önemlisi, özellikle 19. Ve 20. Yüzyılda ortaya çıkan arkeolojinin imkanlarından yararlanmayı tümden yasaklayıp güya kutsalı koruma bahanesinin arkasına sığınarak hem kutsal şehri mahvettiler hem de ceplerini doldurdular. Son dönemde büyük bir şamatayla duyurulan bir kitabın yayınlanması bağlamında bu kötü izlenimi ortadan kaldırmaya çalıştıkları anlaşılıyor. Söz konusu kitap, Hz. Hatice’nin ve dolayısıyla nübüvvetin en önemli tanıklıklarından biri olan evin hikayesi. Kitabın yayınlanma gerekçesi ve içeriği ise Mekke’de yapılan bir arkeolojik kazının ürünü olması. 2014 yılında yayınlanan kitabın adı The House of Khadijah bint Huwaylid. İngilizce ve Arapça olarak iki dilde basılan ve piyasaya sürülen kitabın üzerinde yazar olarak görünen isim A. Zeki Yamani imzasını taşıyor. Önce kitabın yazarından başlayalım. Kimdir Ze...

Kuran’da “zenim” kelimesinin anlamı üzerine

Kur’an’da 23 sene Velid bin Mugire aşağı As bin Vail yukarı deyip bütün kadrajını Hicaz-Taif-Medine’ye sıkıştırmış ve insanlığa son söyleyeceği sözün çapı oradaki 3-5 lavuk müşrik. Ve o müşrike Kur’an’da öyle küfürler var ki. Bir tanesini okuyayım mı size Kalem Suresi… Hem kel hem fodul ve üstüne üstük piç… Ama tabii meale öyle yazamazsınız. ‘Soysuz’ yazacaksınız. Aç. Adres de vereyim. Ferrâ’nın ‘Meâni’l-Kur’ân’ını aç, İbn-i Kuteybe’yi aç, nereyi açarsan aç. Nesebi bilinmeyen, onun bunun çocuğuna ‘zenîm’ denir Arapça‘da. İlahiyatçı yazar, Prof. Dr. Mustafa Öztürk tarafından ilk kez 2020 yılında bir konuşmada dile getirilen bu ifadeler geçtiğimiz günlerde bir kısım farklı muhatapların konuya dahil olmasıyla tartışmayı daha da alevlendirmiş ve bu tartışmalar boyunca Kuran sadece bir dolgu malzemesi olarak kullanılmaktan başka bir işe yaramamıştır. Tartışmanın odak noktası, Kalem suresi 13. Ayette geçen zenim ifadesinin piç anlamına gelip gelmemesidir. Öncelikle Öztürk gibi velut b...

Mekke'nin karanlık yılları

İslam ve Kuran’ın Mekke dönemi hem dinin ve kutsal metnin oluşum ve inşa evresinin hem de her ikisini tebliğ eden Hz. Peygamberin yaşamının çok büyük bir bölümünün geçtiği en uzun dönem olmasına rağmen hala bilinmeyenlerinin bilinenlerden çok olduğu bir  dönemdir. Bunu anlamanın en kestirme iki yolu vardır: biri Mekke kronolojisine bakmak, diğeri de Medine dönemi ile karşılaştırmaktadır.  Önce Mekke kronolojisini yansıtan şu tabloya bakalım: Sene MEKKE DÖNEMI KRONOLOJİSİ 570 Hz. Peygamberin doğumu ve Süt anneye verilmesi 571   572   573   574 Annesi Amine’ye iade edilmesi 575 Amine’nin ölümü ve Dedesinin himayesine verilmesi 576   577 Dedesinin ölümü 578 Ebu Talib ile Şama gidiş 579   580 ...

Büyük İskender’in Kuran’da ne işi var?

Başlıktaki ifadeden, meseleyi egzajere etmek ya da kutsal kitabımızı sorgulamak için kullanılmadığı sadece onu anlamak ve açıklamak gibi bir halis niyet taşıdığından emin olunmalı ve konuya yaklaşımımız belli bir müsamaha ile hoş görülmelidir. Aslında başlıktaki sorunun cevabı hiç de zor değildir. Zira Kuran’ın zamansal olarak tarihi şahsiyetlerden bahsetmesine ilişkin yakın ve uzak pek çok örnek bulunmaktadır. Örneğin Kuran’dan 30 yıl önce yaşamış Ebrehe’den bahsedilmesi, daha önce ashab-ı uhdut ’tan ya da 6 asır önce Hz. İsa’dan bahsetmesi nasıl mümkünse 9 asır önce MÖ. 356-325 yılları arasında yaşamış dünya tarihinin en istisnai isimlerinden İskender’den bahsetmesi de ilkesel olarak pekâlâ mümkündür. Ancak konumuz tarihi bir şahsiyet olarak Büyük İskender’in bizatihi kendisi olmadığından, özellikle Kuran’da anlatılan Zülkarneyn’in kimliği bağlamında ondan dolayısıyla bahsedilecektir. Kehf suresinde 83-98 ayetleri arasında adı üç defa geçen Zülkarneyn’den doğuya ve batıya seferle...

Kur'an ve İranlılar -VIII-

Kur’an’a özgü yalın ifadelerden biri olan esatirü’l-evvelin  ilginç bir kullanım olduğu kadar aynı zamanda bir izlek olarak Kuran ve İranlılar ilişkisini kısmen de olsa deşifre edici özellikler taşımaktadır. Usture kelimesinin kökeni Yunanca, Aramice ve Süryanice dillerine dayanıyor. “Tarih” anlamına gelen  historia  ya da  storia ’ dan Arapça geçmiş ve Kur’an’da da kullanılmıştır. Evvelin ifadesi ise “geçmiş milletler”, “ilkel topluluklar” anlamıyla bir terkip halinde daha çok “eskilere ait efsane ve masallar" anlamında olumsuz bir çağrışıma sahiptir. Bu ifadenin geçtiği 9 farklı yerde ikili bir anlam konseptinde kullanılmıştır: Biri öldükten sonra tekrar dirilmeye inanmayan Mekkeli paganların bunu eskilerin masalları olarak nitelemeleri (Mü’minun 23/81-89; el-Furkan 25/5), diğeri ise Kuran’da büyük bir yer tutan kıssaların benzerlerini kendilerinin de uydurabileceklerini söyleyenlere karşı bir meydan okuma bağlamında geçmektedir: ·     ...