Peygamberler
İbrani ifadesi Kuran’da geçmemekte ve fakat İsrailoğulları ile
Yahudi ifadeleri pek çok ayette farklı kullanımlarla geçmektedir. Yukarıdaki
ayırımdan hareketle Kuran’a bakıldığında görülecek ilk farklılık Sami geleneği
içindeki bu peygamberlerin bir kısmının İbrani bir kısmının İsrailoğulları
diğer bir kısmının ise Yahudilere gönderilen peygamberler olduğudur. Ancak Kuranda
geçen peygamberlerin neredeyse tamamının Sami peygamberler olduğunda pek bir
şüphe bulunmamaktadır. İnsanlığın ilk atası Hz. Adem ve Zülkarneyn gibi bir iki
isim istisna edilecek olursa bu temel yargıyı bozacak aksi bir durum söz konusu
değildir.
Gerçi bazı araştırmacılar, Kur’an’da “önceki sayfalar”
(87/18) ya da “önceki kitaplar” (26/196) ifadelerinden Hint kutsal kitaplarının
kastedilmiş olabileceğine yönelik görüşler ileri sürmüşlerse de bunun iddiadan
öte bir karşılığını göstermek zordur. Muhammed Hamidullah (ö. 2002), Kur’an’da
adı geçen Zülkifl peygamberin Buda’ya, Tîn sûresinde geçen “incir”in (tîn)
Buda’nın altında vahye mazhar olduğu incir ağacına, “zübürü’l-evvelîn”
ifadesinin ise Hint kutsal kitaplarından Puranalar’a telmihte bulunduğunu iddia
etmektedir. (Bk., Hamidullah, Le Saint Coran, s. 375, 375, 597).
Ancak Kuran’ın nazil olduğu dönemde Mekke ve civarında Hint
kıtası başta olmak üzere diğer coğrafyalarda var olan din mensupları ve onların
inanç biçimlerinin varlığına dönük hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Kuran’ın böyle
bir telmihte bulunmasının muhatapları indinde hiçbir karşılığı yoktur. Ayrıca
Zülkifl peygamberin Buda olamayacağı klasik dönem müfessirleri tarafından çok
açık bir biçimde ifade edilmesine dahası onun İsrailoğullarından bir peygamber
ya da salih bir kimse olduğu söylenmesine (Taberî, 17/75; İbn Kesîr, 9/433)
rağmen böyle bir iddiada bulunmanın -Hamidullah söylese bile- aşırı zorlama bir
yorum olacağı ortadadır. Dolayısıyla Kuran baştan sona Sami peygamberleri ve bu
toplulukların inanç, gelenek, kültür ve yaşam biçimlerini ele aldığı hükmünü
nakzedecek herhangi bir bilgi ve bulgu yoktur.
Kuran’da Zülkarneyn’in durumu ise daha özel bir konuma
sahiptir. Müfessirlerin kahir ekseriyeti tarafından Makedonyalı Büyük İskender
olarak tefsir edilmesinin nedeni ise onun Batı coğrafyasından bir figür
olmasına rağmen, ömrünün son bölümü Mezopotamya’da yaşayan Sami topluluklarının
içinde yaşaması ile ilgili olmalıdır.
İkinci olarak Kuran açısından Yahudiler dışında Sami topluluklara
gönderilen peygamberleri sınıflandırmak istersek bunu da iki başlık altında
toplamak mümkün.
·
Hristiyanlar
·
Müslümanlar
Samilerin bir diğer kolu olan Hristiyanlar ve onlarla
ilişkilendirilebilecek peygamberlerin Kuran açısından Hz. İsa ve annesi Meryem
başta olmak üzere Zekeriya ve Yahya peygamberlerin özel bir yeri vardır.
Müslümanlar açısından ise kadim dönem Araplara gönderilen
Hud ve Salih peygamberler aynı zamanda Arapların hem ilk ataları (arab-ı
arîbe) hem de peygamberdirler. Son peygamber Hz. Muhammed de Sami
peygamberlerden biridir.
Sami peygamberlerinin en görünür
özelliklerinden biri, ister veraset isterse miras yoluyla olsun babadan oğula
geçme gibi bir geleneğe sahip olmalarıdır. Bunun en bilinen örneği Hz. Davud ve
Süleyman peygamberlerdir. Baba-oğul ilişkisine sahip bu peygamberler tekil
örnekler değildir. Hz. İbrahim peygamber olduğu gibi onun iki oğlu da
peygamberdir. Üstelik torunu ve torunun oğlu da peygamberdir. Buna göre dört
kuşak peygamberdir. Hz. İshak’ın oğlu Hz. Yakup peygamber olduğu gibi oğlu
Yusuf da peygamberdir. Hz. Zekeriya peygamber olduğu gibi oğlu Yahya da
peygamberdir. Birinci dereceden akrabalık olan bu peygamberlere eşlik eden
ikinci dereceden akrabalık ilişkisi olan peygamberler de vardır. Mesela Hz.
Musa’nın kardeşi Harun da peygamberdir. Hz. Lut peygamber, aynı zamanda Hz.
İbrahim’in yeğenidir. Hz. Şuayb peygamber aynı zamanda Hz. Musa’nın
kayınpederidir. Hz. Zekeriya Hz. İsa’nın annesi Meryem’i himaye etmesi yönüyle
de belli bir akrabalık ilişkisine sahiptir.
Peki bu ne anlama geliyor?
Sami geleneğin büyük oranda yaşadığı Mezopotamya coğrafyasının en
karakteristik özelliklerinden biri olarak din ve siyasetin ayrılmaz bir bütün
olduğunu göstermektedir ki Sami peygamberlerin çoğu hem peygamber hem de
kraldır. Her ne kadar Yahudi kaynaklarında peygamber ve kral ayırımı yapılsa da
bu ayırım Kuran tarafından pek onaylanıyor görünmemektedir. Yahudilere göre
Davud ve Süleyman sadece kraldır ancak Kuran onlara hem nübüvvet hem de mülk
(krallık) verildiğini söylemektedir. (Bakara 2/251; Neml 27/15; Sad 38/26). Kuran
da peygamber olmayıp sadece kral olarak adı geçen Talut gibi isimler de vardır.
(Bakara 2/247).
Samilerin kadın peygamberlerinden de söz edilmekte ancak bu
durum Kuran tarafından pek olumlanmamaktadır. Özellikle Samilerin Yahudi ve
Hristiyan kolları kadın peygamberi olumlarken bir diğer kolu olan Araplar
tarafında kadın peygambere pek sıcak bakılmamaktadır. Hz. Meryem’in
Hristiyanlıktaki konumu bir peygamberden daha öte bir anlam taşırken, Yahudiler
için Hz. İbrahim’in eşi Sara, Musa’nın kız kardeşi Meryem (Çıkış, 15/20)’in
dışında başka kadın peygamberlerden söz edilmektedir. Mesela Debora (Hâkimler,
4/4), Hulda (II. Krallar, 22/14), Noadya (Nehemya, 6/14) ve Peygamber İşaya’nın
hanımı (İşaya, 8/3) birer peygamberdir.
Büyük Sami geleneğin kolları olan Yahudi, Hristiyan ve
Müslümanlıkta peygamberler ve peygamberlik hakkında daha başka ayırımlarda
vardır: Bunlardan biri en büyük ve son peygamberin kim olduğudur. Yahudilere
göre peygamberlerin en büyüğü ve en üstünü tartışmasız bir şekilde Hz.
Musa’dır. Özellikle Babil sürgünü sonrasında Yahudileri toparlayan, kaybolmaya
yüz tutan kutsal kitap Tevrat’ı yeniden ortaya çıkaran ve yazan (sofer),
Süleyman Mabedini yeniden inşa eden (Kuran müfessirleri tarafından Üzeyir
olarak yorumlanan) Ezra, en az Hz. Musa kadar büyük bir peygamberdir. Hatta
Yahudi bazı din adamlarına göre Hz. Musa önce gelmeseydi Tevrat Ezra’ya
verilecekti. Yahudiler için peygamberlerin sonuncusu milattan önce beşinci
yüzyılda yaşadığı söylenen Malaki’dir. Onunla peygamberlik müessesesi son
bulmuştur. Bu dönemden itibaren yol gösterici ve tebliğci nebi yerine dini
bilen ve yorumlayan din adamı (rabbi) figürü öne çıkmış, aynı zamanda kurtarıcı
Mesih beklentisi yerleşmiştir. Yahudilere göre Hz. İsa ve Hz. Muhammed
peygamber değildirler.
Oysa Hristiyanlar için en büyük peygamber hiç kuşkusuz Hz.
İsa’dır. Aslında o Tanrının oğlu mertebesine yerleştirilmekle peygamberden çok
daha fazlasıdır. Hristiyanlar için İsa son elçidir ve onlar da Hz. Muhammed’i
kabul etmemektedirler. Müslümanlar için ise her ne kadar en büyük peygamberler
(ülü’l-azm) arasında Nuh, İbrahim, Musa, İsa olsa da tartışmasız en
büyük ve son peygamber Hz. Muhammed’dir.
Şimdi bu genel bilgilerden sonra Tevrat, Kuran ve İncil
açısından tamamı Sami peygamberler olan bu silsileyi gözden geçirelim.
Üç kutsal metin açısından da ilk insan ve ilk peygamber Hz.
Adem ve Nuh’dan sonra gelen en önemli isim kuşkusuz Hz. İbrahim’dir. Tek Tanrı
inancının daha çok onunla anılması bir rastlantı olmadığı gibi onun ortak ata
olarak tesadüf olmamalıdır. Çünkü Hz. İbrahim, Sümerlerin tarih sahnesinden
çekildiği, yerlerini Akadlar ve Asurlular gibi Sami toplulukların aldığı bir dönemde
tarih denk noktasında ortaya çıkmıştı.
Hz. İbrahim'in yaşı ilerlemiş olmasına rağmen eşi Sara'nın,
kısırlığı sebebiyle çocuğu olmamıştır. Bu durumdan rahatsız olan eşi Sara, Hz.
İbrahim'e cariyesi Hacer'le evlenmesini teklif etmiştir. Hz. İbrahim, Hacer'le
evlenmiş ve bu evlilikten Hz. İsmail dünyaya gelmiştir. Hacer'in Hz. İbrahim'e
bir oğul vermesi Sara'nın kıskançlığına yol açmış, bunun üzerine Tanrı,
meleklerini misafir kılığında Hz. İbrahim'e göndererek Sara'nın bir erkek çocuk
doğuracağını müjdelemiştir.
Yahudilik açısından Hz. İsmail, İbrahim’in “hayırsız
evladı”dır. Asıl evlat İshak’dır ve Allah’ın onu kurban olarak adadığı oğlu da İshak’tır. İbrahim’den sonra Yahudilerin soyunu deva
ettiren İshak’tır. İshak’ın da iki oğlu vardır. Bunlardan birinin adı Esav,
diğerinin adı Yakub' dur. Esav ile Hz. Yakub arasında doğdukları günden beri
çekişme vardı. Hz. İshak, yaşlanıp gözleri görmez olunca, ilk doğan Esav'a
bereket duası etmek ister fakat Hz. Yakub, annesinin de yardımını alarak
babasına kendisini Esav olarak tanıtır ve onun bereket duasını alır. Böylece,
Esav'ın hakkı olan ilk oğulluğun imtiyazını ele geçirmiş olur. Bu durum,
Esav'ın Yakub'a kin beslemesine yol açar. Esav'ın intikamından korkan Hz.
Yakub, Harran'a, dayısı Laban'ın yanına gider ve onun iki kızından ve
cariyelerinden on iki oğlu olur. İsrailoğullarının on iki kabilesinin kökeni,
Hz. Yakub'un bu on iki oğluna dayanmaktadır.
Hz. Yakub, Harran' da uzun bir süre kaldıktan sonra tekrar
atalarının yurdu Kenan'a döner. Tevrat'ın anlatımına göre Hz. Yakub, dönüş yolunda
önemli bir tecrübe yaşar ve bu tecrübe sonucunda İsrail adını alır. Onun soyu
bu olaydan sonra atalarının adıyla anılmaya başlar.
Hz. Yakub'un, oğlu Hz. Yusuf'a karşı derin bir sevgisi
vardı. Kardeşleri, Hz. Yusuf'u kıskanır ve onu bir kuyuya atarlar. Mısır'a giden
bir ticaret kervanı Hz. Yusuf'u kuyudan çıkarır ve Mısır'da firavunun memuru
Potifar'a satar. Daha sonra Hz. Yusuf, Tanrı'nın yardımıyla firavunun sarayına
maliye nazırı olur ve Mısır'ın bütün ekonomisi ona verilir.
Hz. İbrahim zamanında olduğu gibi Kenan'da tekrar kıtlık baş
gösterir. Mısır'da erzak bulunduğunu haber alan Hz. Yakub, oğullarını Mısır'a
gönderir. Bunlar, Mısır'da Hz. Yusuf'la karşılaşırlar. Hz. Yusuf, Mısır'a
gelmesi için babasına haber gönderir. Bunun üzerine Hz. Yakub, kabilesini de
yanına alarak Mısır'a gidip yerleşir. Fakat Hz. Yusuf’un ölümünden sonra
Mısır'da durum değişir. Tahta geçen yeni firavun İsrailoğullarını köleleştirir
ve İsrailoğulları, dört yüz sene Mısır' da köle olarak kalır.
İsrailoğulları Mısır' da köle olarak
yaşarken, dönemin Mısır firavunu bir rüya görür. Rüyayı yorumlayan kahinler
yakında İsrailoğulları arasından bir erkek çocuğun dünyaya geleceğini ve bu
çocuğun firavunun tahtını elinden alacağını söyler. Bu haber, firavunu
telaşlandırır. Firavun, İsrailoğullarından o yıl doğacak olan bütün erkek
çocukların öldürülmesini emreder. Hz. Musa o yıl dünyaya gelir. Onu gizlice
dünyaya getiren annesi, Tanrı'nın vahyi üzerine onu bir sepetin içine koyup Nil
nehrine bırakır; firavunun adamları sepeti alıp saraya götürdüler. Firavun,
çocuğu evlat edinir.
Sarayda büyüyen Hz. Musa, bir gün şehre iner. Şehirde
dolaşırken bir İsrailli ile bir Mısırlının kavga ettiğini görür. Hz. Musa,
İsrailliye yardım etmek amacıyla kavgaya müdahale eder ve Mısırlıyı bir tokat ile
öldürür. Firavunun kendisini cezalandırmasından korkan Musa, Mısır'ı terk edip
Medyen'e gider. Orada, Medyen kahini (din adamı) Yetro'nun (Şuayb) yanında
çalışmaya başlar. Bir süre sonra onun kızı ile evlenir.
Şuayb’ın koyunlarını otlatırken Tanrı, Horeb dağında yanan bir
çalılığın içinden Hz. Musa'ya hitap eder ve ona, İsrailoğullarını Mısır
esaretinden kurtarma görevini verir. Kardeşi Harun'u da ona yardımcı yapar. Bu,
aynı zamanda Hz. Musa'nın peygamberlik görevinin de başlangıcıdır.
Hz. Musa bu görevi aldıktan sonra Mısır'a gider ve
firavundan kavmi İsrailoğullarını serbest bırakmasını ister. Kur'an'a göre onu
tek bir Allah'a inanmaya da davet eder. Fakat firavun, İsrailoğullarını serbest
bırakmama konusunda inatçıdır. Bunun üzerine Mısır'ın başına birçok felaket gelir.
Hz. Musa, İsrailoğullarıyla birlikte Mısır' dan çıkar ve üç ay
sonra Sina'ya varır. Orada Tanrı, Yahudiliğin temel ilkelerini oluşturan On
Emir'i iki levhaya yazılmış şekilde ona verir. Bu On Emir, Yahudi inancına göre
Hz. Musa'nın dininin temel ilkeleridir.
Sina'daki vahiy olayından sonra Hz. Musa, ataları Hz.
İbrahim'e, Hz. İshak'a ve Hz. Yakub'a vadedilmiş olan kutsal topraklara, yani Arz-ı
Mevud'a gitmek için İsrailoğullarıyla birlikte yola çıkar. İsrailoğulları bu
göç esnasında sık sık isyan edip, Hz. Musa'ya zorluk çıkarır. Tanrı, isyanları
sebebiyle birçok kez onları cezalandırır. En büyük ceza ise kırk yıl çölde
dolaşmalarıdır. Mısır' dan çıkan ilk nesil çölde telef olur.
Hz. Musa'dan sonra onun yerine Nun oğlu Yeşu geçer. Yeşu,
kutsal topraklara göç yolunda İsrailoğullarına hem liderlik hem peygamberlik yapar.
Ona da Tanrı tarafından yeni hükümler gönderilir. Yeşu'dan sonra İsrailoğulları
bir süre lidersiz kalır. Kabileler 'şoftim' denilen hakimler tarafından idare
edilir.
Daha sonra İsrailoğullarına peygamber olarak Samuel gönderilir.
Samuel, İsrailoğullarının ısrarı üzerine onlara Saul'ü (Kur'an'daki adıyla Talut)
kral tayin eder. Saul zamanında İsrailoğulları Filistilerle savaşır. Hz. Davud,
bu savaşta büyük başarılar gösterir ve İsrailoğullarının zafer kazanmasını
sağlar.
Saul'un ölümünden sonra Hz. Davud, bir kral olarak İsrailoğullarının
başına ggeçer. Yahudi kutsal metinlerine göre peygamberlik görevi bulunmayan Hz.
Davud zamanında Natan gibi peygamberler de görevlendirilir.
Hz. Davud, Kudüs'ü fethedip orasını başkent yapar. Böylece
İsrailoğulları kutsal toprakları ele geçirmiş olur. Hz. Davud, Kudüs'te büyük
bir mabet inşa etmek ister fakat Tanrı bu işin oğlu Süleyman'a nasip olacağını
söyler.
Hz. Davud'un ölümünden sonra yerine oğul Süleyman geçer. Tanrı'nın
vaat ettiği gibi Hz. Süleyman, Kudüs'teki Moriah dağında büyük mabedi inşa eder.
Bu mabedin inşasıyla Yahudi tarihinde 1. Mabet Dönemi başlamış olur. Adı
Bet-Hamikdaş (Kutsal Ev) olan bu mabet bugünkü Mescid-i Aksa’dır.
Hz. Süleyman'ın vefatından sonra İsrailoğulları arasında
huzursuzluk meydana gelir. Bunun nedeni, Hz. Davud'un işlemiş olduğu bir günahdır.
Tevrat'ta (ve Kuran’da kinayeli olarak) anlatıldığına göre Hz. Davud,
askerlerinden Uriya'nın karısına haksız yere el koymuştur. Bu nedenle İsrailoğulları,
Hz. Süleyman'dan sonra bölünmekle cezalandırılır. Biri kuzeyde İsrail, diğeri
de güneyde Yahuda olmak üzere iki ayrı krallık ortaya çıkar. Bunlardan İsrail
krallığı putperestliğe yönelir. Bu krallık, MS. 722'de Asurlular tarafından
ortadan kaldırılır. Asurlular, bölgedeki kontrollerini sağlamak için Asur'dan
bir grup insanı buraya getirip yerleştirir. Bu grup, oradaki mevcut halkla
zamanla kaynaşır ve Yahudi inançlarını benimser.
Yahuda krallığı bir süre varlığını devam ettirdikten sonra o
da MÖ. 587'de Babil kralı Nabukadnezzar tarafından
yıkılır. İsrailoğulları Babil'de yaklaşık yetmiş yıl kalır. Babil'deki sürgün
hayatları, Perslilerin Babillileri yenmesinden sonra sona erer. Pers kralı
Koreş (Cyrus) Yahudilerin Kudüs'e dönmelerine ve mabedi yeniden inşa etmelerine
izin verir. Ezra'nın önderliğinde mabet yeniden inşa edilir ve Yahudiliğin
kurum ve kuralları hayata geçirilir. Böylece, Yahudi tarihinde 2. Mabet Dönemi
başlamış olur.
Yahudilik tarihinde ve geleneğinde önemli bir isim olan
Ezra, bir peygamber değildir; fakat peygamberden de öte bir konuma sahiptir.
Yahudi din bilginleri olan rabbiler onu Hz. Musa ile mukayese etmiş ve onun da
Hz. Musa gibi Tevrat'ı almaya layık olduğunu ileri sürmüşlerdir. Rabbilere göre
Hz. Musa önce gelmeseydi, Tevrat Ezra'ya verilmiş olacaktı. Ezra'nın Yahudi
tarihinde ön plana çıkışı, Babil sürgününden dönüşünden sonra olmuştur. Hikmet
sahibi, bilgili bir kimse ve "Tevrat'ın usta yazıcısı" (sofer) olarak
tanınan Ezra, mabedin yeniden yapımına öncülük etmiştir. Ezra'nın yaptığı
reform niteliğindeki faaliyetler Yahudiliğin sistematize edilişinde önemli bir
işlev görür. Bunlar arasında Tevrat'ın yeniden yazılması ve Yahudi hayatındaki
yerini alması oldukça önemlidir. Ezra Babil'den geldikten sonra, İsrail
topraklarında yaşayan Yahudiler arasında sözlü yorumu ile birlikte tamamen
unutulan Tevrat'ı yeniden yazar.
Kuran ve Tevrat açısından en tartışmalı peygamber işbu Ezra’dır.
O nedenle üzerinde biraz duralım. Ezra’nın Kur’an’da geçen Üzeyir peygamber
olduğu pek çok Kuran müfessiri tarafından dile getirilmektedir. Tefsirlerde
Üzeyir hakkında nakledilen kıssalar, Yahudi tarihinde önemli bir yere sahip
olan Ezra'ya işaret etse de bu konuda Kuranda geçen onun Allahın oğlu olduğu
yönündeki bilgiler Yahudi kutsal metinleri tarafından doğrulanmamaktadır. Yahudiler
arasında Ezra'nın Allah'ın oğlu olarak yüceltildiğine ilişkin Yahudi
kaynaklarında herhangi bir bilgi yoktur. Geleneksel Yahudi inancında da böyle
bir inancın işareti görülmez. Bu yüzden, ünlü Yahudi bilgini Musa b. Meymun
(Maimonides), Kur'an'daki bu bilgiyi Yahudilere karşı bir iftira olarak nitelemektedir.
Diğer taraftan, Kur'an' da geçen bu ifade, tarihte iz
bırakmamış bir Yahudi grubuna yönelik olabilir. Kur'an'ın geçmişteki İsrail
peygamberleri döneminde yaşayan Yahudilerden başka Hz. Muhammed zamanındaki
Hicaz bölgesi Yahudilerini de muhatap aldığı bilinmektedir. Hicaz Yahudileri
ise dini kültür bakımından oldukça ileri seviyede olan Irak (Babil) ve Filistin
Yahudileriyle mukayese edildiği zaman Yahudi tarihinde yok sayılacak kadar
önemsizdir. Yahudi tarihinde pek fazla önemi olmayan Hicaz Yahudileri, Yahudi
kaynaklarında hiç yer almamaktadır.
Sonuç olarak, Kur'an'da sözü edilen Üzeyir, Ezra değil
Enoh'tur. Tevbe suresindeki "Üzeyir" kelimesi "Mesih"
kelimesi gibi bir unvan olup özel şahıs adı değildir. Muhtemelen bu unvan,
Metatron Enoh'un Merkabah metinlerinden III. Enoh'ta sayılan yetmiş unvanından
biri olan İbranice "Azaryahu" (veya Aramca "Adaryahu")
kelimesinin Arapçalaşmış şeklidir. Hicaz Yahudileri, "Tanrı'nın
Yardımcısı" anlamında Enoh'un bu unvanını kullanmış ve Enoh'u,
Hıristiyanların Hz. İsa'yı niteledikleri gibi, Tanrı'nın oğlu olarak
nitelemişlerdir.
Hz. İsa’nın dünyaya gelmesiyle Samilerin bir başka kolu
olarak Hristiyanlık dünyanın dört bir yanına yayılan evrensel bir din haline
gelir. Hıristiyanlığın ortaya çıktığı dönemde Filistin karışıktır. Romalıların
idaresi altında yaşayan Yahudiler, çeşitli dini ve siyasi baskılar altında
olduğundan bir süre sonra Yahudi isyanları patlak verince MS. 70 yılında
Romalılar Kudüs'ü tamamen işgal eder ve Babil sürgünü dönüşünde inşa edilen II.
Mabedi bir kez daha yıkılır.
Yorumlar
Yorum Gönder