Ana içeriğe atla

Kur'an ve Samiler -III-

 Peygamberler

İbrani ifadesi Kuran’da geçmemekte ve fakat İsrailoğulları ile Yahudi ifadeleri pek çok ayette farklı kullanımlarla geçmektedir. Yukarıdaki ayırımdan hareketle Kuran’a bakıldığında görülecek ilk farklılık Sami geleneği içindeki bu peygamberlerin bir kısmının İbrani bir kısmının İsrailoğulları diğer bir kısmının ise Yahudilere gönderilen peygamberler olduğudur. Ancak Kuranda geçen peygamberlerin neredeyse tamamının Sami peygamberler olduğunda pek bir şüphe bulunmamaktadır. İnsanlığın ilk atası Hz. Adem ve Zülkarneyn gibi bir iki isim istisna edilecek olursa bu temel yargıyı bozacak aksi bir durum söz konusu değildir.

Gerçi bazı araştırmacılar, Kur’an’da “önceki sayfalar” (87/18) ya da “önceki kitaplar” (26/196) ifadelerinden Hint kutsal kitaplarının kastedilmiş olabileceğine yönelik görüşler ileri sürmüşlerse de bunun iddiadan öte bir karşılığını göstermek zordur. Muhammed Hamidullah (ö. 2002), Kur’an’da adı geçen Zülkifl peygamberin Buda’ya, Tîn sûresinde geçen “incir”in (tîn) Buda’nın altında vahye mazhar olduğu incir ağacına, “zübürü’l-evvelîn” ifadesinin ise Hint kutsal kitaplarından Puranalar’a telmihte bulunduğunu iddia etmektedir. (Bk., Hamidullah, Le Saint Coran, s. 375, 375, 597).

Ancak Kuran’ın nazil olduğu dönemde Mekke ve civarında Hint kıtası başta olmak üzere diğer coğrafyalarda var olan din mensupları ve onların inanç biçimlerinin varlığına dönük hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Kuran’ın böyle bir telmihte bulunmasının muhatapları indinde hiçbir karşılığı yoktur. Ayrıca Zülkifl peygamberin Buda olamayacağı klasik dönem müfessirleri tarafından çok açık bir biçimde ifade edilmesine dahası onun İsrailoğullarından bir peygamber ya da salih bir kimse olduğu söylenmesine (Taberî, 17/75; İbn Kesîr, 9/433) rağmen böyle bir iddiada bulunmanın -Hamidullah söylese bile- aşırı zorlama bir yorum olacağı ortadadır. Dolayısıyla Kuran baştan sona Sami peygamberleri ve bu toplulukların inanç, gelenek, kültür ve yaşam biçimlerini ele aldığı hükmünü nakzedecek herhangi bir bilgi ve bulgu yoktur.

Kuran’da Zülkarneyn’in durumu ise daha özel bir konuma sahiptir. Müfessirlerin kahir ekseriyeti tarafından Makedonyalı Büyük İskender olarak tefsir edilmesinin nedeni ise onun Batı coğrafyasından bir figür olmasına rağmen, ömrünün son bölümü Mezopotamya’da yaşayan Sami topluluklarının içinde yaşaması ile ilgili olmalıdır.

İkinci olarak Kuran açısından Yahudiler dışında Sami topluluklara gönderilen peygamberleri sınıflandırmak istersek bunu da iki başlık altında toplamak mümkün.

·       Hristiyanlar

·       Müslümanlar

Samilerin bir diğer kolu olan Hristiyanlar ve onlarla ilişkilendirilebilecek peygamberlerin Kuran açısından Hz. İsa ve annesi Meryem başta olmak üzere Zekeriya ve Yahya peygamberlerin özel bir yeri vardır.

Müslümanlar açısından ise kadim dönem Araplara gönderilen Hud ve Salih peygamberler aynı zamanda Arapların hem ilk ataları (arab-ı arîbe) hem de peygamberdirler. Son peygamber Hz. Muhammed de Sami peygamberlerden biridir.

Sami peygamberlerinin en görünür özelliklerinden biri, ister veraset isterse miras yoluyla olsun babadan oğula geçme gibi bir geleneğe sahip olmalarıdır. Bunun en bilinen örneği Hz. Davud ve Süleyman peygamberlerdir. Baba-oğul ilişkisine sahip bu peygamberler tekil örnekler değildir. Hz. İbrahim peygamber olduğu gibi onun iki oğlu da peygamberdir. Üstelik torunu ve torunun oğlu da peygamberdir. Buna göre dört kuşak peygamberdir. Hz. İshak’ın oğlu Hz. Yakup peygamber olduğu gibi oğlu Yusuf da peygamberdir. Hz. Zekeriya peygamber olduğu gibi oğlu Yahya da peygamberdir. Birinci dereceden akrabalık olan bu peygamberlere eşlik eden ikinci dereceden akrabalık ilişkisi olan peygamberler de vardır. Mesela Hz. Musa’nın kardeşi Harun da peygamberdir. Hz. Lut peygamber, aynı zamanda Hz. İbrahim’in yeğenidir. Hz. Şuayb peygamber aynı zamanda Hz. Musa’nın kayınpederidir. Hz. Zekeriya Hz. İsa’nın annesi Meryem’i himaye etmesi yönüyle de belli bir akrabalık ilişkisine sahiptir.

Peki bu ne anlama geliyor?  Sami geleneğin büyük oranda yaşadığı Mezopotamya coğrafyasının en karakteristik özelliklerinden biri olarak din ve siyasetin ayrılmaz bir bütün olduğunu göstermektedir ki Sami peygamberlerin çoğu hem peygamber hem de kraldır. Her ne kadar Yahudi kaynaklarında peygamber ve kral ayırımı yapılsa da bu ayırım Kuran tarafından pek onaylanıyor görünmemektedir. Yahudilere göre Davud ve Süleyman sadece kraldır ancak Kuran onlara hem nübüvvet hem de mülk (krallık) verildiğini söylemektedir. (Bakara 2/251; Neml 27/15; Sad 38/26). Kuran da peygamber olmayıp sadece kral olarak adı geçen Talut gibi isimler de vardır. (Bakara 2/247).

Samilerin kadın peygamberlerinden de söz edilmekte ancak bu durum Kuran tarafından pek olumlanmamaktadır. Özellikle Samilerin Yahudi ve Hristiyan kolları kadın peygamberi olumlarken bir diğer kolu olan Araplar tarafında kadın peygambere pek sıcak bakılmamaktadır. Hz. Meryem’in Hristiyanlıktaki konumu bir peygamberden daha öte bir anlam taşırken, Yahudiler için Hz. İbrahim’in eşi Sara, Musa’nın kız kardeşi Meryem (Çıkış, 15/20)’in dışında başka kadın peygamberlerden söz edilmektedir. Mesela Debora (Hâkimler, 4/4), Hulda (II. Krallar, 22/14), Noadya (Nehemya, 6/14) ve Peygamber İşaya’nın hanımı (İşaya, 8/3) birer peygamberdir.

Büyük Sami geleneğin kolları olan Yahudi, Hristiyan ve Müslümanlıkta peygamberler ve peygamberlik hakkında daha başka ayırımlarda vardır: Bunlardan biri en büyük ve son peygamberin kim olduğudur. Yahudilere göre peygamberlerin en büyüğü ve en üstünü tartışmasız bir şekilde Hz. Musa’dır. Özellikle Babil sürgünü sonrasında Yahudileri toparlayan, kaybolmaya yüz tutan kutsal kitap Tevrat’ı yeniden ortaya çıkaran ve yazan (sofer), Süleyman Mabedini yeniden inşa eden (Kuran müfessirleri tarafından Üzeyir olarak yorumlanan) Ezra, en az Hz. Musa kadar büyük bir peygamberdir. Hatta Yahudi bazı din adamlarına göre Hz. Musa önce gelmeseydi Tevrat Ezra’ya verilecekti. Yahudiler için peygamberlerin sonuncusu milattan önce beşinci yüzyılda yaşadığı söylenen Malaki’dir. Onunla peygamberlik müessesesi son bulmuştur. Bu dönemden itibaren yol gösterici ve tebliğci nebi yerine dini bilen ve yorumlayan din adamı (rabbi) figürü öne çıkmış, aynı zamanda kurtarıcı Mesih beklentisi yerleşmiştir. Yahudilere göre Hz. İsa ve Hz. Muhammed peygamber değildirler.

Oysa Hristiyanlar için en büyük peygamber hiç kuşkusuz Hz. İsa’dır. Aslında o Tanrının oğlu mertebesine yerleştirilmekle peygamberden çok daha fazlasıdır. Hristiyanlar için İsa son elçidir ve onlar da Hz. Muhammed’i kabul etmemektedirler. Müslümanlar için ise her ne kadar en büyük peygamberler (ülü’l-azm) arasında Nuh, İbrahim, Musa, İsa olsa da tartışmasız en büyük ve son peygamber Hz. Muhammed’dir.

Şimdi bu genel bilgilerden sonra Tevrat, Kuran ve İncil açısından tamamı Sami peygamberler olan bu silsileyi gözden geçirelim.

Üç kutsal metin açısından da ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem ve Nuh’dan sonra gelen en önemli isim kuşkusuz Hz. İbrahim’dir. Tek Tanrı inancının daha çok onunla anılması bir rastlantı olmadığı gibi onun ortak ata olarak tesadüf olmamalıdır. Çünkü Hz. İbrahim, Sümerlerin tarih sahnesinden çekildiği, yerlerini Akadlar ve Asurlular gibi Sami toplulukların aldığı bir dönemde tarih denk noktasında ortaya çıkmıştı.

Hz. İbrahim'in yaşı ilerlemiş olmasına rağmen eşi Sara'nın, kısırlığı sebebiyle çocuğu olmamıştır. Bu durumdan rahatsız olan eşi Sara, Hz. İbrahim'e cariyesi Hacer'le evlenmesini teklif etmiştir. Hz. İbrahim, Hacer'le evlenmiş ve bu evlilikten Hz. İsmail dünyaya gelmiştir. Hacer'in Hz. İbrahim'e bir oğul vermesi Sara'nın kıskançlığına yol açmış, bunun üzerine Tanrı, meleklerini misafir kılığında Hz. İbrahim'e göndererek Sara'nın bir erkek çocuk doğuracağını müjdelemiştir.

Yahudilik açısından Hz. İsmail, İbrahim’in “hayırsız evladı”dır. Asıl evlat İshak’dır ve Allah’ın onu kurban olarak adadığı oğlu da İshak’tır.  İbrahim’den sonra Yahudilerin soyunu deva ettiren İshak’tır. İshak’ın da iki oğlu vardır. Bunlardan birinin adı Esav, diğerinin adı Yakub' dur. Esav ile Hz. Yakub arasında doğdukları günden beri çekişme vardı. Hz. İshak, yaşlanıp gözleri görmez olunca, ilk doğan Esav'a bereket duası etmek ister fakat Hz. Yakub, annesinin de yardımını alarak babasına kendisini Esav olarak tanıtır ve onun bereket duasını alır. Böylece, Esav'ın hakkı olan ilk oğulluğun imtiyazını ele geçirmiş olur. Bu durum, Esav'ın Yakub'a kin beslemesine yol açar. Esav'ın intikamından korkan Hz. Yakub, Harran'a, dayısı Laban'ın yanına gider ve onun iki kızından ve cariyelerinden on iki oğlu olur. İsrailoğullarının on iki kabilesinin kökeni, Hz. Yakub'un bu on iki oğluna dayanmaktadır.

Hz. Yakub, Harran' da uzun bir süre kaldıktan sonra tekrar atalarının yurdu Kenan'a döner. Tevrat'ın anlatımına göre Hz. Yakub, dönüş yolunda önemli bir tecrübe yaşar ve bu tecrübe sonucunda İsrail adını alır. Onun soyu bu olaydan sonra atalarının adıyla anılmaya başlar.

Hz. Yakub'un, oğlu Hz. Yusuf'a karşı derin bir sevgisi vardı. Kardeşleri, Hz. Yusuf'u kıskanır ve onu bir kuyuya atarlar. Mısır'a giden bir ticaret kervanı Hz. Yusuf'u kuyudan çıkarır ve Mısır'da firavunun memuru Potifar'a satar. Daha sonra Hz. Yusuf, Tanrı'nın yardımıyla firavunun sarayına maliye nazırı olur ve Mısır'ın bütün ekonomisi ona verilir.

Hz. İbrahim zamanında olduğu gibi Kenan'da tekrar kıtlık baş gösterir. Mısır'da erzak bulunduğunu haber alan Hz. Yakub, oğullarını Mısır'a gönderir. Bunlar, Mısır'da Hz. Yusuf'la karşılaşırlar. Hz. Yusuf, Mısır'a gelmesi için babasına haber gönderir. Bunun üzerine Hz. Yakub, kabilesini de yanına alarak Mısır'a gidip yerleşir. Fakat Hz. Yusuf’un ölümünden sonra Mısır'da durum değişir. Tahta geçen yeni firavun İsrailoğullarını köleleştirir ve İsrailoğulları, dört yüz sene Mısır' da köle olarak kalır.

İsrailoğulları Mısır' da köle olarak yaşarken, dönemin Mısır firavunu bir rüya görür. Rüyayı yorumlayan kahinler yakında İsrailoğulları arasından bir erkek çocuğun dünyaya geleceğini ve bu çocuğun firavunun tahtını elinden alacağını söyler. Bu haber, firavunu telaşlandırır. Firavun, İsrailoğullarından o yıl doğacak olan bütün erkek çocukların öldürülmesini emreder. Hz. Musa o yıl dünyaya gelir. Onu gizlice dünyaya getiren annesi, Tanrı'nın vahyi üzerine onu bir sepetin içine koyup Nil nehrine bırakır; firavunun adamları sepeti alıp saraya götürdüler. Firavun, çocuğu evlat edinir.

Sarayda büyüyen Hz. Musa, bir gün şehre iner. Şehirde dolaşırken bir İsrailli ile bir Mısırlının kavga ettiğini görür. Hz. Musa, İsrailliye yardım etmek amacıyla kavgaya müdahale eder ve Mısırlıyı bir tokat ile öldürür. Firavunun kendisini cezalandırmasından korkan Musa, Mısır'ı terk edip Medyen'e gider. Orada, Medyen kahini (din adamı) Yetro'nun (Şuayb) yanında çalışmaya başlar. Bir süre sonra onun kızı ile evlenir.

Şuayb’ın koyunlarını otlatırken Tanrı, Horeb dağında yanan bir çalılığın içinden Hz. Musa'ya hitap eder ve ona, İsrailoğullarını Mısır esaretinden kurtarma görevini verir. Kardeşi Harun'u da ona yardımcı yapar. Bu, aynı zamanda Hz. Musa'nın peygamberlik görevinin de başlangıcıdır.

Hz. Musa bu görevi aldıktan sonra Mısır'a gider ve firavundan kavmi İsrailoğullarını serbest bırakmasını ister. Kur'an'a göre onu tek bir Allah'a inanmaya da davet eder. Fakat firavun, İsrailoğullarını serbest bırakmama konusunda inatçıdır. Bunun üzerine Mısır'ın başına birçok felaket gelir.

Hz. Musa, İsrailoğullarıyla birlikte Mısır' dan çıkar ve üç ay sonra Sina'ya varır. Orada Tanrı, Yahudiliğin temel ilkelerini oluşturan On Emir'i iki levhaya yazılmış şekilde ona verir. Bu On Emir, Yahudi inancına göre Hz. Musa'nın dininin temel ilkeleridir.

Sina'daki vahiy olayından sonra Hz. Musa, ataları Hz. İbrahim'e, Hz. İshak'a ve Hz. Yakub'a vadedilmiş olan kutsal topraklara, yani Arz-ı Mevud'a gitmek için İsrailoğullarıyla birlikte yola çıkar. İsrailoğulları bu göç esnasında sık sık isyan edip, Hz. Musa'ya zorluk çıkarır. Tanrı, isyanları sebebiyle birçok kez onları cezalandırır. En büyük ceza ise kırk yıl çölde dolaşmalarıdır. Mısır' dan çıkan ilk nesil çölde telef olur.

Hz. Musa'dan sonra onun yerine Nun oğlu Yeşu geçer. Yeşu, kutsal topraklara göç yolunda İsrailoğullarına hem liderlik hem peygamberlik yapar. Ona da Tanrı tarafından yeni hükümler gönderilir. Yeşu'dan sonra İsrailoğulları bir süre lidersiz kalır. Kabileler 'şoftim' denilen hakimler tarafından idare edilir.

Daha sonra İsrailoğullarına peygamber olarak Samuel gönderilir. Samuel, İsrailoğullarının ısrarı üzerine onlara Saul'ü (Kur'an'daki adıyla Talut) kral tayin eder. Saul zamanında İsrailoğulları Filistilerle savaşır. Hz. Davud, bu savaşta büyük başarılar gösterir ve İsrailoğullarının zafer kazanmasını sağlar.

Saul'un ölümünden sonra Hz. Davud, bir kral olarak İsrailoğullarının başına ggeçer. Yahudi kutsal metinlerine göre peygamberlik görevi bulunmayan Hz. Davud zamanında Natan gibi peygamberler de görevlendirilir.

Hz. Davud, Kudüs'ü fethedip orasını başkent yapar. Böylece İsrailoğulları kutsal toprakları ele geçirmiş olur. Hz. Davud, Kudüs'te büyük bir mabet inşa etmek ister fakat Tanrı bu işin oğlu Süleyman'a nasip olacağını söyler.

Hz. Davud'un ölümünden sonra yerine oğul Süleyman geçer. Tanrı'nın vaat ettiği gibi Hz. Süleyman, Kudüs'teki Moriah dağında büyük mabedi inşa eder. Bu mabedin inşasıyla Yahudi tarihinde 1. Mabet Dönemi başlamış olur. Adı Bet-Hamikdaş (Kutsal Ev) olan bu mabet bugünkü Mescid-i Aksa’dır.

Hz. Süleyman'ın vefatından sonra İsrailoğulları arasında huzursuzluk meydana gelir. Bunun nedeni, Hz. Davud'un işlemiş olduğu bir günahdır. Tevrat'ta (ve Kuran’da kinayeli olarak) anlatıldığına göre Hz. Davud, askerlerinden Uriya'nın karısına haksız yere el koymuştur. Bu nedenle İsrailoğulları, Hz. Süleyman'dan sonra bölünmekle cezalandırılır. Biri kuzeyde İsrail, diğeri de güneyde Yahuda olmak üzere iki ayrı krallık ortaya çıkar. Bunlardan İsrail krallığı putperestliğe yönelir. Bu krallık, MS. 722'de Asurlular tarafından ortadan kaldırılır. Asurlular, bölgedeki kontrollerini sağlamak için Asur'dan bir grup insanı buraya getirip yerleştirir. Bu grup, oradaki mevcut halkla zamanla kaynaşır ve Yahudi inançlarını benimser.  

Yahuda krallığı bir süre varlığını devam ettirdikten sonra o da MÖ. 587'de Babil kralı Nabukadnezzar tarafından yıkılır. İsrailoğulları Babil'de yaklaşık yetmiş yıl kalır. Babil'deki sürgün hayatları, Perslilerin Babillileri yenmesinden sonra sona erer. Pers kralı Koreş (Cyrus) Yahudilerin Kudüs'e dönmelerine ve mabedi yeniden inşa etmelerine izin verir. Ezra'nın önderliğinde mabet yeniden inşa edilir ve Yahudiliğin kurum ve kuralları hayata geçirilir. Böylece, Yahudi tarihinde 2. Mabet Dönemi başlamış olur.

Yahudilik tarihinde ve geleneğinde önemli bir isim olan Ezra, bir peygamber değildir; fakat peygamberden de öte bir konuma sahiptir. Yahudi din bilginleri olan rabbiler onu Hz. Musa ile mukayese etmiş ve onun da Hz. Musa gibi Tevrat'ı almaya layık olduğunu ileri sürmüşlerdir. Rabbilere göre Hz. Musa önce gelmeseydi, Tevrat Ezra'ya verilmiş olacaktı. Ezra'nın Yahudi tarihinde ön plana çıkışı, Babil sürgününden dönüşünden sonra olmuştur. Hikmet sahibi, bilgili bir kimse ve "Tevrat'ın usta yazıcısı" (sofer) olarak tanınan Ezra, mabedin yeniden yapımına öncülük etmiştir. Ezra'nın yaptığı reform niteliğindeki faaliyetler Yahudiliğin sistematize edilişinde önemli bir işlev görür. Bunlar arasında Tevrat'ın yeniden yazılması ve Yahudi hayatındaki yerini alması oldukça önemlidir. Ezra Babil'den geldikten sonra, İsrail topraklarında yaşayan Yahudiler arasında sözlü yorumu ile birlikte tamamen unutulan Tevrat'ı yeniden yazar.

Kuran ve Tevrat açısından en tartışmalı peygamber işbu Ezra’dır. O nedenle üzerinde biraz duralım. Ezra’nın Kur’an’da geçen Üzeyir peygamber olduğu pek çok Kuran müfessiri tarafından dile getirilmektedir. Tefsirlerde Üzeyir hakkında nakledilen kıssalar, Yahudi tarihinde önemli bir yere sahip olan Ezra'ya işaret etse de bu konuda Kuranda geçen onun Allahın oğlu olduğu yönündeki bilgiler Yahudi kutsal metinleri tarafından doğrulanmamaktadır. Yahudiler arasında Ezra'nın Allah'ın oğlu olarak yüceltildiğine ilişkin Yahudi kaynaklarında herhangi bir bilgi yoktur. Geleneksel Yahudi inancında da böyle bir inancın işareti görülmez. Bu yüzden, ünlü Yahudi bilgini Musa b. Meymun (Maimonides), Kur'an'daki bu bilgiyi Yahudilere karşı bir iftira olarak nitelemektedir.

Diğer taraftan, Kur'an' da geçen bu ifade, tarihte iz bırakmamış bir Yahudi grubuna yönelik olabilir. Kur'an'ın geçmişteki İsrail peygamberleri döneminde yaşayan Yahudilerden başka Hz. Muhammed zamanındaki Hicaz bölgesi Yahudilerini de muhatap aldığı bilinmektedir. Hicaz Yahudileri ise dini kültür bakımından oldukça ileri seviyede olan Irak (Babil) ve Filistin Yahudileriyle mukayese edildiği zaman Yahudi tarihinde yok sayılacak kadar önemsizdir. Yahudi tarihinde pek fazla önemi olmayan Hicaz Yahudileri, Yahudi kaynaklarında hiç yer almamaktadır.

Sonuç olarak, Kur'an'da sözü edilen Üzeyir, Ezra değil Enoh'tur. Tevbe suresindeki "Üzeyir" kelimesi "Mesih" kelimesi gibi bir unvan olup özel şahıs adı değildir. Muhtemelen bu unvan, Metatron Enoh'un Merkabah metinlerinden III. Enoh'ta sayılan yetmiş unvanından biri olan İbranice "Azaryahu" (veya Aramca "Adaryahu") kelimesinin Arapçalaşmış şeklidir. Hicaz Yahudileri, "Tanrı'nın Yardımcısı" anlamında Enoh'un bu unvanını kullanmış ve Enoh'u, Hıristiyanların Hz. İsa'yı niteledikleri gibi, Tanrı'nın oğlu olarak nitelemişlerdir.

Hz. İsa’nın dünyaya gelmesiyle Samilerin bir başka kolu olarak Hristiyanlık dünyanın dört bir yanına yayılan evrensel bir din haline gelir. Hıristiyanlığın ortaya çıktığı dönemde Filistin karışıktır. Romalıların idaresi altında yaşayan Yahudiler, çeşitli dini ve siyasi baskılar altında olduğundan bir süre sonra Yahudi isyanları patlak verince MS. 70 yılında Romalılar Kudüs'ü tamamen işgal eder ve Babil sürgünü dönüşünde inşa edilen II. Mabedi bir kez daha yıkılır. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hz. Hatice’nin evi üzerine

Bir önceki yüzyılda, Suudiler iki büyük kötülük yaptılar. Birincisi büyük bir kültür mirasının tarihi izlerini tamamen yok edip ortadan kaldırdılar, ikinci ve daha önemlisi, özellikle 19. Ve 20. Yüzyılda ortaya çıkan arkeolojinin imkanlarından yararlanmayı tümden yasaklayıp güya kutsalı koruma bahanesinin arkasına sığınarak hem kutsal şehri mahvettiler hem de ceplerini doldurdular. Son dönemde büyük bir şamatayla duyurulan bir kitabın yayınlanması bağlamında bu kötü izlenimi ortadan kaldırmaya çalıştıkları anlaşılıyor. Söz konusu kitap, Hz. Hatice’nin ve dolayısıyla nübüvvetin en önemli tanıklıklarından biri olan evin hikayesi. Kitabın yayınlanma gerekçesi ve içeriği ise Mekke’de yapılan bir arkeolojik kazının ürünü olması. 2014 yılında yayınlanan kitabın adı The House of Khadijah bint Huwaylid. İngilizce ve Arapça olarak iki dilde basılan ve piyasaya sürülen kitabın üzerinde yazar olarak görünen isim A. Zeki Yamani imzasını taşıyor. Önce kitabın yazarından başlayalım. Kimdir Ze...

Kuran’da “zenim” kelimesinin anlamı üzerine

Kur’an’da 23 sene Velid bin Mugire aşağı As bin Vail yukarı deyip bütün kadrajını Hicaz-Taif-Medine’ye sıkıştırmış ve insanlığa son söyleyeceği sözün çapı oradaki 3-5 lavuk müşrik. Ve o müşrike Kur’an’da öyle küfürler var ki. Bir tanesini okuyayım mı size Kalem Suresi… Hem kel hem fodul ve üstüne üstük piç… Ama tabii meale öyle yazamazsınız. ‘Soysuz’ yazacaksınız. Aç. Adres de vereyim. Ferrâ’nın ‘Meâni’l-Kur’ân’ını aç, İbn-i Kuteybe’yi aç, nereyi açarsan aç. Nesebi bilinmeyen, onun bunun çocuğuna ‘zenîm’ denir Arapça‘da. İlahiyatçı yazar, Prof. Dr. Mustafa Öztürk tarafından ilk kez 2020 yılında bir konuşmada dile getirilen bu ifadeler geçtiğimiz günlerde bir kısım farklı muhatapların konuya dahil olmasıyla tartışmayı daha da alevlendirmiş ve bu tartışmalar boyunca Kuran sadece bir dolgu malzemesi olarak kullanılmaktan başka bir işe yaramamıştır. Tartışmanın odak noktası, Kalem suresi 13. Ayette geçen zenim ifadesinin piç anlamına gelip gelmemesidir. Öncelikle Öztürk gibi velut b...

Mekke'nin karanlık yılları

İslam ve Kuran’ın Mekke dönemi hem dinin ve kutsal metnin oluşum ve inşa evresinin hem de her ikisini tebliğ eden Hz. Peygamberin yaşamının çok büyük bir bölümünün geçtiği en uzun dönem olmasına rağmen hala bilinmeyenlerinin bilinenlerden çok olduğu bir  dönemdir. Bunu anlamanın en kestirme iki yolu vardır: biri Mekke kronolojisine bakmak, diğeri de Medine dönemi ile karşılaştırmaktadır.  Önce Mekke kronolojisini yansıtan şu tabloya bakalım: Sene MEKKE DÖNEMI KRONOLOJİSİ 570 Hz. Peygamberin doğumu ve Süt anneye verilmesi 571   572   573   574 Annesi Amine’ye iade edilmesi 575 Amine’nin ölümü ve Dedesinin himayesine verilmesi 576   577 Dedesinin ölümü 578 Ebu Talib ile Şama gidiş 579   580 ...

Büyük İskender’in Kuran’da ne işi var?

Başlıktaki ifadeden, meseleyi egzajere etmek ya da kutsal kitabımızı sorgulamak için kullanılmadığı sadece onu anlamak ve açıklamak gibi bir halis niyet taşıdığından emin olunmalı ve konuya yaklaşımımız belli bir müsamaha ile hoş görülmelidir. Aslında başlıktaki sorunun cevabı hiç de zor değildir. Zira Kuran’ın zamansal olarak tarihi şahsiyetlerden bahsetmesine ilişkin yakın ve uzak pek çok örnek bulunmaktadır. Örneğin Kuran’dan 30 yıl önce yaşamış Ebrehe’den bahsedilmesi, daha önce ashab-ı uhdut ’tan ya da 6 asır önce Hz. İsa’dan bahsetmesi nasıl mümkünse 9 asır önce MÖ. 356-325 yılları arasında yaşamış dünya tarihinin en istisnai isimlerinden İskender’den bahsetmesi de ilkesel olarak pekâlâ mümkündür. Ancak konumuz tarihi bir şahsiyet olarak Büyük İskender’in bizatihi kendisi olmadığından, özellikle Kuran’da anlatılan Zülkarneyn’in kimliği bağlamında ondan dolayısıyla bahsedilecektir. Kehf suresinde 83-98 ayetleri arasında adı üç defa geçen Zülkarneyn’den doğuya ve batıya seferle...

Kur'an ve İranlılar -VIII-

Kur’an’a özgü yalın ifadelerden biri olan esatirü’l-evvelin  ilginç bir kullanım olduğu kadar aynı zamanda bir izlek olarak Kuran ve İranlılar ilişkisini kısmen de olsa deşifre edici özellikler taşımaktadır. Usture kelimesinin kökeni Yunanca, Aramice ve Süryanice dillerine dayanıyor. “Tarih” anlamına gelen  historia  ya da  storia ’ dan Arapça geçmiş ve Kur’an’da da kullanılmıştır. Evvelin ifadesi ise “geçmiş milletler”, “ilkel topluluklar” anlamıyla bir terkip halinde daha çok “eskilere ait efsane ve masallar" anlamında olumsuz bir çağrışıma sahiptir. Bu ifadenin geçtiği 9 farklı yerde ikili bir anlam konseptinde kullanılmıştır: Biri öldükten sonra tekrar dirilmeye inanmayan Mekkeli paganların bunu eskilerin masalları olarak nitelemeleri (Mü’minun 23/81-89; el-Furkan 25/5), diğeri ise Kuran’da büyük bir yer tutan kıssaların benzerlerini kendilerinin de uydurabileceklerini söyleyenlere karşı bir meydan okuma bağlamında geçmektedir: ·     ...