Ana içeriğe atla

Kur'an ve Samiler -V-

Kuran’da Üzeyir’in kimliği Samilerin izlerini takip etmek bakımından ilginç bir örnektir. Tevbe suresinde (9/30) Yahudilerin, Üzeyir peygamber hakkında şöyle dediği zikredilmektedir:

·       “Yahudiler: "Üzeyir, Allah'ın oğludur." dediler. (وَقَالَتِ الْيَهُودُ عُزَيْرٌۨ ابْنُ اللّٰهِ) Hıristiyanlar da: "Mesih Allah'ın oğludur." dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözleridir..”

Ayette Hz. İsa’nın Hristiyanlar tarafından “Allah’ın oğlu” olarak nitelenmesinde hiçbir kuşku yoktur. Ancak Üzeyr için dile getirilen aynı niteleme en azından Yahudilerin kutsal metinleri Eski Ahit, Mişna, Talmud ve otorite kabul edilen diğer kaynaklar tarafından doğrulanmamaktadır. Bilinen hiçbir Yahudi mezhebinde de Hıristiyanlıkta olduğu gibi Allah'a oğul isnat etme inancı bulunmamaktadır.

Her şeyden önce, Yahudi teolojisi böyle bir inanca izin vermemektedir. Zira geleneksel Yahudi inancına göre, Tanrı mutlak olarak birdir. Onun bir şekli olmadığı gibi o hiçbir şeye de benzemez ve tanrısal sıfat kazanamaz. Peygamberler de buna dahildir. Peygamberler, sadece Tanrı'nın sözünü tebliğ eden kişilerdir. Onlar, diğer insanlar gibi zaman zaman günah işleyebilirler ve peygamberlik dışındaki hayatlarında günahsızlıkları yoktur. Peygamberlerin en büyüğü ve en üstünü olan Hz. Musa bile günah işlemiş ve bu günahı nedeniyle İsrailoğullarına vaat edilen kutsal topraklara girmekten mahrum bırakılmıştır.

Öte yandan Yahudilikte “Allah’ın oğlu” inancı olsaydı Yahudi ruhbanlar Hz. İsa'nın Tanrı'nın oğlu olduğuna inanan Hıristiyanları eleştirmezlerdi. Nitekim Yuhanna İncili'nde, Yahudilerin İsa'nın bu yöndeki sözlerine şiddetle karşı çıktıkları belirtilir. (Bk. Yuhanna, 10: 23-34).

Peki durum bu iken, Kur'an’ın Hıristiyanlar gibi Yahudileri de Allah'a oğul isnat etmekle suçlamalarını nasıl anlamak ve yorumlamak gerekir? Kur'an'ın verdiği bilgiye göre Yahudilerin Allah'ın oğlu olarak kabul ettikleri kişi Üzeyir'dir. Ancak Kur'an, Üzeyir'in kimliği hakkında açıklayıcı bilgiler vermemektedir. Dolayısıyla, Üzeyir'in kimliği Kur'an'dan anlaşılamamaktadır. Tefsirler başta olmak üzere diğer kaynakların ortaya koyduğu karşılaştırmalı bilgilerden hareketle yaklaşık bir kimlik ortaya çıkarmak mümkündür:

Buna göre Üzeyr’in yaşadığı dönemde İsrailoğulları, Tevrat'ı terk etmiş, doğru yoldan sapmış bunu cezası olarak da Allah, Tevrat'ı ve Ahit sandığını ortadan kaldırmış, hafızalarındaki Tevrat'la ilgili bilgileri silmiştir. İsrailoğulları musibetler içinde sefih bir hayat sürerken  hikmet sahibi, salih bir kul olan Üzeyir bundan derin üzüntü duymuş, Tevrat'ı yeniden göndermesi için Allah'a dua ve niyaz etmeye başlamış, nihayet bir gün gökten bir nur inmiş ve Üzeyir'in kalbine nüfuz etmiştir. Bu nur, Tevrat'ın nuru olup, Üzeyir'in kalbine girmesi ile Tevrat onun belleğinde canlanmış ve Üzeyir Tevrat bilgisini yeniden kazanmıştır. Bu olay neticesinde halkına Tevrat'ın kendilerine yeniden verildiğini müjdeleyen Üzeyir, Yahudilere Tevrat’ı yeniden öğretmiştir. Onun ölümünden sonra sandığın da bulunmasıyla, İsrailoğulları, Üzeyir'in kendilerine öğrettiği Tevrat ile Ahit sandığının içinden çıkan Tevrat nüshasını karşılaştırmış ve ikisi arasındaki uygunluk karşısında hayrete düşmüşlerdir. Bunun üzerine İsrailoğulları, "Üzeyir'e bu bilgi ancak Allah'ın oğlu olduğu için verildiğini söylemişlerdir.

Kaynaklarda anlatılanlar yaklaşık olarak böyledir. Bu bilgilere göre adı Üzeyir olarak geçen kişi Yahudilerin özellikle Babil sürgünü nedeniyle, Babil Kralı Buhtunnasr’ın mabedi tahrip edip, ahit sandığını kendi ülkesine götürmesi ve Tevrat alimlerini öldürdüğü için de kutsal kitabın ortadan kalkması sonucunu doğurmuş ve sürgün sırasında daha çok küçük bir çocuk olan Üzeyr, sürgünden dönüşten sonra Tevratı tekrar su yüzüne çıkarmıştır.

Farklı anlatımlar olsa da yaklaşık olarak dile getirilen söz konusu bu bilgilerin, Yahudilerin tarihinde çok önemli yeri olan Ezra peygamberi işaret ettiği çok açıktır.  Bu kişi, Yahudilik tarihinde sadece bir peygamber değil, ondan çok daha fazlasıdır. Yahudi rabbiler onu Hz. Musa ile mukayese etmiş ve onun da Musa gibi Tevrat'ı almaya layık olduğunu ileri sürmüşlerdir. Yahudi din adamlarına göre, Musa önce gelmeseydi, Tevrat Ezra'ya verilirdi.

Ezra'nın Yahudi tarihinde ön plana çıkışı, Babil sürgününden dönüşünden sonra olmuştur. Hikmet sahibi bilgili bir kimse ve Tevrat'ın usta yazıcısı (sofer) olarak tanınan Ezra, sürgünden dönen ilk kafile arasında yer almamış (Ezra kitabı 7:6) sonraki kafile ile gelmiştir. İkinci Mabedin yapımına katkıda bulunan Ezra'nın yaptığı en önemli iş, Tevrat'ın yeniden oluşması ve Yahudi hayatında yerini almasıdır. Ezra Babil'den geldikten sonra, İsrail topraklarında yaşayan Yahudiler arasında sözlü yorumu ile birlikte tamamen unutulan Tevrat'ı yeniden inşa etmiştir. Talmud'a göre Ezra, yeni Tevrat'ta birtakım değişiklikler yapmış, özellikle Hz.  Musa'ya İbranice verilen Tevrat'ı Asurice’ye çevirmiş ve İbranice Tevrat’ı, Samirilere bırakmıştır. Talmud'da, Tevrat'ın yazı karakterinin değişmesi, Ezra'nın faziletlerinden sayılmıştır. (Bkz., George F. Moore, Judaisın in the First Centuires of tlıe Christian Era, Harvard University Press, Cmnbridge 1950, 1/29-30.)

Bu kadar önemli olmasına karşın Yahudiler arasında Ezra'nın Allah'ın oğlu olarak yüceltildiğine ilişkin Yahudi kaynaklarında herhangi bir bilgi yoktur. Yukarıda belirtildiği üzere geleneksel Yahudi inancında da böyle bir inancın işareti görülmemektedir. Bu yüzden, ünlü Yahudi bilgini Musa b. Meymun, Kur'an'daki bu bilgiyi Yahudilere karşı bir iftira olarak değerlendirmektedir. (Ayrıntılı bilgi için bkz. B. Adam, Yahudilik ve Hıristiyanlık Açısından Diğer Dinler, s. 48.).

Peki Kuran gerçekten iftira mı atmakta yoksa meselenin başka bir açıklaması var mıdır? Aslında Kuran Arap yarımadasında yaygın olan bir inancı dile getirmekte ve Yahudilere asla iftira atmamaktadır. Zira kaynakların verdiği bilgilerden hareketle bu bilginin Arap yarımadasında yaşayan Yahudiler arasında yaygın olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle İbn Hazm’ın, Yemen civarında yaşadıklarını söylediği Saduki Yahudilerinin bu inanca sahip olduklarını belirtmesi gibi (İbn Hazın, el-Fasl fi'l-milel ve'n-nihal, 1/99) daha başka göstergeler de Hicaz Araplarının Üzeyr için “Allah’ın oğlu” ifadesini kullandıklarını göstermektedir.

Bu arada bazı araştırmacılar, özellikle Sadukilerin Filistin bölgesinde yaşadıkları, M.S. 70 yılındaki yıkımdan sonra tarihten silinip gittikleri dahası onların son derece radikal görüşlere sahip oldukları, Tevrat'ın dışında otorite tanımadıkları ve onda bulunmayan hiçbir inancı kabul etmedikleri, hatta bu nedenle öldükten sonra dirilmeye ve ahirete inanmadıkları yönündeki bilgiler nasılsın İbn Hazm'ın Sadukiler hakkında söyledikleri üzerinden konuya kuşkulu yaklaşmaktadırlar. Konuya ihtiyatlı yaklaşan bu müelliflerin bir itirazı da Ezra ile Yemen Yahudileri arasındaki ihtilaftır. Ancak hemen ifade edilmelidir ki bu ihtiyata rağmen Ezra’nın, Babil sürgünü dönüşünde Kudüs'te Yahudiliği yeniden canlandırma çalışmalarına başlayınca, sürgündeki Yahudi cemaatlerine çağrıda bulunduğu ve onları kutsal topraklara davet ettiği, bu amaçla, Yemen Yahudilerine de bir mektup gönderdiği bilinmektedir. Tartışma götürmeyen konulardan biri Yemen Yahudileri ile Ezra arasında bir kısım gelişmelerin yaşandığını gösteren bilgilerdir. Doğrusu Yahudilerin en seçkinlerinin yaşadığı Filistin bölgesine nazaran Yemen Yahudileri nasıl ki daha ikincil önemde ise, özellikle Medine ve çevresinde yaşayan Yahudiler de Yemen Yahudilerine nazaran daha az öneme sahiptiler. Bu nedenle Yemen’de Ezra ile ilgili inanışların Hicaz Yahudilerine intikalinde bir kısım bilgilerin değişmiş olma ihtimali yüksek olmalıdır.

Yine bilindiği üzere Kur'an, indiği çevredeki dini grupların inanç ve davranışlarından söz eder ve onları eleştirir. Kur'an'ın geçmişteki İsrail peygamberleri döneminde yaşayan Yahudilerden söz eden ayetlerinin dışındaki ayetler Hz. Peygamber zamanındaki Hicaz bölgesi Yahudilerini muhatap almıştır.  Yahudilerin Kuran'da geçen Cebrail'e düşman olmaları benzer şekilde Hicaz Yahudilerine münhasır olup evrensel Yahudi anlayışını temsil etmemektedir. (Bkz. N. Gökkır, "Kuran'da Medine Yahudilerinin Kimliği", s. 211).  Bu yönüyle Hicaz Yahudileri, dini kültür bakımından oldukça ileri seviyede olan Babil ve Filistin Yahudileriyle mukayese edildiği zaman Yahudi tarihinde yok sayılacak kadar önemsizdirler. Bernard Lewis, Yahudi tarihinde pek fazla önemi olmayan Hicaz Yahudilerinin Yahudi kaynaklarında hiç yer almadığına ve ayrıca İslam kaynaklarının dışında onlardan bahseden başka kaynak olmadığına dikkat çekmektedir. (B. Lewis, İslam Dünyasında Yahudiler, s. 90). Hicaz Yahudilerinin bu bölgeye ne zaman, nereden geldikleri bilinmemektedir.

Arap kaynaklarına göre Medine ve çevresinde yirmi civarında Yahudi kabilesi bulunuyordu. Bu kabilelerin pek çoğu sonradan Yahudi olan müşrik Araplardı.  Daha önce gelip yerleşen Yahudiler ise yarımadanın kültürel hayatına tamamen adapte olmuştu. Putperest Arap komşuları gibi Arapça konuşuyorlardı. Bununla birlikte onlar da Arap kültürünü etkilemişlerdi.  Babil ve Filistin'deki büyük Yahudi gruplarla irtibatları olduğu söyleniyorsa da sürgünde kendilerine göre farklı dini inanç ve uygulama şekilleri geliştirmiş olmakla birlikte daha çok mistisizmle ilgilenmişlerdi. Newby'nin işaret ettiği gibi, Merkabah mistisizminde belli bir yeri olan Enohiyan literatür, Hicaz Yahudilerinin inancının belirlenmesinde önemli bir paya sahiptir. (Gordon D. Newby, A History of the jews of Arabia, University of South Carolina, Colombia 1988, s. 59).

Özetle, Kuran’da sözü edilen Üzeyir’in “Allah’ın oğlu” olduğu iddiası Yemen üzerinden Hicaz bölgesine intikal etmiş olması yüksek ihtimaldir. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hz. Hatice’nin evi üzerine

Bir önceki yüzyılda, Suudiler iki büyük kötülük yaptılar. Birincisi büyük bir kültür mirasının tarihi izlerini tamamen yok edip ortadan kaldırdılar, ikinci ve daha önemlisi, özellikle 19. Ve 20. Yüzyılda ortaya çıkan arkeolojinin imkanlarından yararlanmayı tümden yasaklayıp güya kutsalı koruma bahanesinin arkasına sığınarak hem kutsal şehri mahvettiler hem de ceplerini doldurdular. Son dönemde büyük bir şamatayla duyurulan bir kitabın yayınlanması bağlamında bu kötü izlenimi ortadan kaldırmaya çalıştıkları anlaşılıyor. Söz konusu kitap, Hz. Hatice’nin ve dolayısıyla nübüvvetin en önemli tanıklıklarından biri olan evin hikayesi. Kitabın yayınlanma gerekçesi ve içeriği ise Mekke’de yapılan bir arkeolojik kazının ürünü olması. 2014 yılında yayınlanan kitabın adı The House of Khadijah bint Huwaylid. İngilizce ve Arapça olarak iki dilde basılan ve piyasaya sürülen kitabın üzerinde yazar olarak görünen isim A. Zeki Yamani imzasını taşıyor. Önce kitabın yazarından başlayalım. Kimdir Ze...

Kuran’da “zenim” kelimesinin anlamı üzerine

Kur’an’da 23 sene Velid bin Mugire aşağı As bin Vail yukarı deyip bütün kadrajını Hicaz-Taif-Medine’ye sıkıştırmış ve insanlığa son söyleyeceği sözün çapı oradaki 3-5 lavuk müşrik. Ve o müşrike Kur’an’da öyle küfürler var ki. Bir tanesini okuyayım mı size Kalem Suresi… Hem kel hem fodul ve üstüne üstük piç… Ama tabii meale öyle yazamazsınız. ‘Soysuz’ yazacaksınız. Aç. Adres de vereyim. Ferrâ’nın ‘Meâni’l-Kur’ân’ını aç, İbn-i Kuteybe’yi aç, nereyi açarsan aç. Nesebi bilinmeyen, onun bunun çocuğuna ‘zenîm’ denir Arapça‘da. İlahiyatçı yazar, Prof. Dr. Mustafa Öztürk tarafından ilk kez 2020 yılında bir konuşmada dile getirilen bu ifadeler geçtiğimiz günlerde bir kısım farklı muhatapların konuya dahil olmasıyla tartışmayı daha da alevlendirmiş ve bu tartışmalar boyunca Kuran sadece bir dolgu malzemesi olarak kullanılmaktan başka bir işe yaramamıştır. Tartışmanın odak noktası, Kalem suresi 13. Ayette geçen zenim ifadesinin piç anlamına gelip gelmemesidir. Öncelikle Öztürk gibi velut b...

Mekke'nin karanlık yılları

İslam ve Kuran’ın Mekke dönemi hem dinin ve kutsal metnin oluşum ve inşa evresinin hem de her ikisini tebliğ eden Hz. Peygamberin yaşamının çok büyük bir bölümünün geçtiği en uzun dönem olmasına rağmen hala bilinmeyenlerinin bilinenlerden çok olduğu bir  dönemdir. Bunu anlamanın en kestirme iki yolu vardır: biri Mekke kronolojisine bakmak, diğeri de Medine dönemi ile karşılaştırmaktadır.  Önce Mekke kronolojisini yansıtan şu tabloya bakalım: Sene MEKKE DÖNEMI KRONOLOJİSİ 570 Hz. Peygamberin doğumu ve Süt anneye verilmesi 571   572   573   574 Annesi Amine’ye iade edilmesi 575 Amine’nin ölümü ve Dedesinin himayesine verilmesi 576   577 Dedesinin ölümü 578 Ebu Talib ile Şama gidiş 579   580 ...

Büyük İskender’in Kuran’da ne işi var?

Başlıktaki ifadeden, meseleyi egzajere etmek ya da kutsal kitabımızı sorgulamak için kullanılmadığı sadece onu anlamak ve açıklamak gibi bir halis niyet taşıdığından emin olunmalı ve konuya yaklaşımımız belli bir müsamaha ile hoş görülmelidir. Aslında başlıktaki sorunun cevabı hiç de zor değildir. Zira Kuran’ın zamansal olarak tarihi şahsiyetlerden bahsetmesine ilişkin yakın ve uzak pek çok örnek bulunmaktadır. Örneğin Kuran’dan 30 yıl önce yaşamış Ebrehe’den bahsedilmesi, daha önce ashab-ı uhdut ’tan ya da 6 asır önce Hz. İsa’dan bahsetmesi nasıl mümkünse 9 asır önce MÖ. 356-325 yılları arasında yaşamış dünya tarihinin en istisnai isimlerinden İskender’den bahsetmesi de ilkesel olarak pekâlâ mümkündür. Ancak konumuz tarihi bir şahsiyet olarak Büyük İskender’in bizatihi kendisi olmadığından, özellikle Kuran’da anlatılan Zülkarneyn’in kimliği bağlamında ondan dolayısıyla bahsedilecektir. Kehf suresinde 83-98 ayetleri arasında adı üç defa geçen Zülkarneyn’den doğuya ve batıya seferle...

Kur'an ve İranlılar -VIII-

Kur’an’a özgü yalın ifadelerden biri olan esatirü’l-evvelin  ilginç bir kullanım olduğu kadar aynı zamanda bir izlek olarak Kuran ve İranlılar ilişkisini kısmen de olsa deşifre edici özellikler taşımaktadır. Usture kelimesinin kökeni Yunanca, Aramice ve Süryanice dillerine dayanıyor. “Tarih” anlamına gelen  historia  ya da  storia ’ dan Arapça geçmiş ve Kur’an’da da kullanılmıştır. Evvelin ifadesi ise “geçmiş milletler”, “ilkel topluluklar” anlamıyla bir terkip halinde daha çok “eskilere ait efsane ve masallar" anlamında olumsuz bir çağrışıma sahiptir. Bu ifadenin geçtiği 9 farklı yerde ikili bir anlam konseptinde kullanılmıştır: Biri öldükten sonra tekrar dirilmeye inanmayan Mekkeli paganların bunu eskilerin masalları olarak nitelemeleri (Mü’minun 23/81-89; el-Furkan 25/5), diğeri ise Kuran’da büyük bir yer tutan kıssaların benzerlerini kendilerinin de uydurabileceklerini söyleyenlere karşı bir meydan okuma bağlamında geçmektedir: ·     ...