Ana içeriğe atla

Kur'an ve Samiler -VI-

Kur’an’da adı geçen peygamberler arasında Milattan sonra gelen tek bir isim vardır: Hz. Muhammed. Miladi döngünün hemen başında üç isim zikredilebilir: Hz. Zekeriyya, Hz. Yahya ve Hz. İsa. Geri kalan peygamberlerin tamamı milattan öncedir. Zamanı tam olarak kestirilemeyen Hz. Adem dışında kalan üç isimden Hz. Nuh, Şit ve İdris peygamberlerin yaşadığı dönem muhtemelen uygarlığın başladığı MÖ. beş binler civarında olmalıdır. Bunun dışındakilerin tamamı milattan önceki son iki bin yıla tarihlendirilmektedirler. Söz konusu bu dönem kabaca tasnif edilecek olursa şöyle bir tablo ortaya çıkar:

Yaklaşık olarak Milattan önce 2000’ler ile 1500 arasında adı geçen peygamberler Hz. İbrahim, İshak, İsmail, Yakup, Yusuf, Lut’tur.

Milattan önce 1300 ve sonrası için adı geçen peygamberler: Hz. Musa, Hz. Harun, Hz. Şuayb ve Hz. Eyüp peygamberlerdir.

Miladi 1000’lerde iki büyük peygamberin adı zikredilmektedir: Hz. Davut ve Süleyman.

Miladi 1000 ile 300 arasında ise Zülkifl, Zülkarneyn, Elyesa, Yunus, İlyas, Üzeyir 

Münhasıran Arap yarımadasına gönderildiği anlaşılan ve Samilerin Arap koluna gönderildiği anlaşılan Hz. Hud, Salih, Lokman peygamberlerin ise yaşadıkları zaman milattan önce olmakla beraber tam olarak belirlenememektedirler. Lokman için sadece Hz. İsa ile Hz. Muhammed arası bir dönemde yaşadığı yönünde bazı rivayetler geçmekteyse de bu bilgi kesin olmamalıdır.

Genel olarak verilen bu tabloda bir kısım sorunlar olduğu açıktır. Tüm peygamberlerin belli bir bölgede ve belli bir zaman aralığında gelmiş olmaları tek sorun değildir. Özellikle İslam dini söz konusu olduğunda kelam ve akait kitaplarının başlıca meselelerinden biri olan fetret kavramının da ciddi bir başka soruna neden olduğu söylenebilir. Ancak biz burada özellikle milattan önce son milenyumda ortaya çıkan Sami peygamberleri, özellikle Babil sürgünü dolayımında ele alacağımız için bu teknik konulara girmeyeceğiz.

Babil sürgünü öncesi ve sonrasına denk gelen zaman dilimi peygamberlik kurumunun müesses hale gelmesinde çok belirleyici olmuştur. Bu nedenle kısaca Babil sürgünü ve önemine işaret edelim.

Babil sürgünü milattan önce 8. Yüzyılda başlamış ancak asıl felaketin yaşandığı 6. Yüzyılın sonu çok daha büyük bir kırılmanın başlangıcı olmuştur. Önce Sami topluluklardan olan Asurlular kuzeydeki İsrail krallığını yıkarak buradaki on kabileyi sürgüne gönderdiler. (MÖ. 722). Yahudi tarihinde kayıp on kabile olarak adı geçen bu felaketten sonra Yahudiler çok daha büyük bir yıkım yaşadılar.  Asurlulardan iki asır sonra, MÖ. 6. Yüzyılda meydana gelen, adına Babil sürgünü denilen ve sonuçları itibariyle sadece Yahudileri değil bölgedeki tüm toplulukları derinden etkileyen çok daha büyük bir felakete maruz kaldılar. (MÖ. 587). Babil sürgünü aslında yekpare tek bir sürgün değildi; yaklaşık on yıl arayla üç farklı sürgün gerçekleşmişti. Babil Kralı II. Nebukadnezar (MÖ. 605-562), Hz. Davut ve oğlu Süleyman’ın kurdukları ve inşa ettikleri kutsal kent Kudüs’ü yakıp yıktıktan sonra, Süleyman mabedini ortadan kaldırmış ve on binlerce Yahudi’yi Babil’e sürgüne göndermişti. Burada yaklaşık 70 sene boyunca köle olarak yaşayan Yahudiler, İranlı Ahameniş imparatorluğu (Özellikle kral Koreş/Cyrus) sayesinde ülkelerine tekrar geri dönebilmiş, Kudüs ve Süleyman Mabedini tekrar inşa etmişlerdir.

Bu felaketin Yahudiler açısından pek çok büyük sonuçları oldu. Siyasal çıktısı Yahudilerin, 1948 yılında İsrail devletini kuracakları ana kadar sadece bir devlet yapılanmasından mahrum olmaları değildi elbette. Sosyal ve kültürel olarak da büyük mahrumiyetler yaşadılar. Sürgünün sarsıcı sonuçları en fazla din alanında kendini gösterdi. Kendisi etkilendiği gibi kendinden sonra ortaya çıkan monoteist karakterli dinleri de etkiledi. Hristiyanlık ve İslam çok büyük oranda Yahudilerin Babil sürgünü dolayımında şekillenen din anlayışından etkilendiler.

Babil sürgünü dolayımında ortaya çıkan Sami peygamberlerden, Yahudi kutsal metinlerinde özel bölümlere konu olan Ezekiel (Hezekiel) ve Daniel gibi peygamberler, sürgündeki Yahudilere önderlik ettiler. Ezra peygamber sürgün sonrasının Yahudi kutsal metinleri başta olmak üzere dinin de kurucu peygamberlerinden biri oldu.

Babil sürgününü tetikleyen unsurlardan biri Hz. Süleyman’dan sonra iki parçalı bir devlet yapılanmasının ortaya çıkmasıydı. Yahudilerin tarihinde bir dönüm noktası olan bu bölünme büyük oranda din ve siyasetin uzlaşmazlığı üzerinden şekillendi. Kuran açısından olmasa da Yahudi kutsal metinlerinde geçen pek çok peygamberin bu dönemde ortaya çıkması da tesadüf değildi.

Babil sürgünü öncesi ve sonrasında İsrailoğulları ve Yahudiler arasından çıkan peygamberlerin sayısı sanılandan çok daha fazladır. Ancak Kuran bunların hepsine temas etmez. Hz. Peygamberin hadislerinde 120 bin peygamberden bahsedilse de bu rakam hakiki anlamında değildir, kesretten kinayedir.

Kuran’ın aksine Yahudilikte peygamberlerin sayısı, onların kutsal metinlerine göre 50’den fazladır. Bu rakamın içine kutsal kabul edilen büyük şahsiyetler dahil edildiğinde sayı çok daha büyümektedir. Mesela Yahudi kutsal metinlerinde (Tanah) geçen "Onikiler", peygamberler olarak bilinen 12 küçük peygamberin kitaplarını ifade eder. Bu peygamberler kısaca şunlardır:

·        1. Hoşea (Hosea). MÖ. 8. yy, kuzey İsrail Krallığı.

·        2. Yoel (Joe). Muhtemelen MÖ 9-6. Yy.

·        3. Amos. MÖ 8. Yy, kuzey İsrail Krallığı

·        4. Ovadya (Obadiah). MÖ 6. Yy, Babil sürgünü sırasında)

·        5. Yunus (Jonah). MÖ 8. Yy, Ninova.

·        6. Mika (Micah).MÖ 8. Yy, Yahuda Krallığı.

·        7. Nahum. MÖ 7. Yy, Asurluların yıkılacağını bildirdi.

·        8. Habakkuk. MÖ 7. Yy, Yahuda’nın Babil tehdidi dönemi.

·        9. Tsefanya (Zephaniah). MÖ 7. Yy, Yahuda Kralı Yoşiyahu dönemi.

·        10. Hagay (Haggai). MÖ 6. Yy, Babil sürgünü sonrası.

·        11. Zekeriya (Zechariah). MÖ 6. Yy, Haggay ile çağdaş

·        12. Malaki (Malachi). MÖ 5. Yy, Pers dönemi

Kuran açısından peygamberlerin sayısı Yahudilerin kutsal metinlerde adı geçenlerin yarısı kadardır. Kuran söz konusu Yahudilerin bu peygamberlerinden sadece bir kısmından bahsetmekte diğerlerinden bahsetmemektedir.

Babil sürgünü öncesinden itibaren ortaya çıkan peygamberlerden Kuran’ın referansta bulunduğu isimlerden biri Hz. Üzeyir peygamberdir. Bu konuda bir önceki yazıda ayrıntılı olarak bilgi verildiğinden üzerinde ayrıca durulmayacaktır. (bk.https://faruktuncerr.blogspot.com/2025/06/kuran-ve-samiler-v.html).

Bir diğer Peygamber Hz. Yunus’tur. O, Hz. Süleyman’dan sonra ikiye bölünen Yahudi devletlerinden kuzeydeki İsrâil Krallığı’na mensup bir peygamberdir. Onun peygamber olarak gönderildiği meşhur Ninova şehri ise İsrail krallığını yıkan Asurlulara aittir. Gerek askeri gerekse ekonomik ve ticari yönden gelişen Asur Devleti ile Yahudi ve İsrail Krallıkları birbirine düşmandırlar. Kitab-ı Mukaddes başta olmak üzere diğer kaynakların verdiği bilgilerden hareketle yaşadığı dönemin İsrail devletinin başındaki II. Yeroboam (MÖ. 793-753) dönemi olduğu varsayılabilir. Ninova, Asurluların önemli bir merkezi olmakla birlikte daha önceki saldırılar ve göçler nedeniyle orada da önemli bir Yahudi ve İbrani nüfus barındırmaktaydı. Hz. Yunus’un Ninova kenti nedeniyle Asurlulara peygamber olarak gönderildiği de söylenmektedir. Ninova şehri ve bu şehirde yaşayanlar Kuran’da helak olmamaları için kendilerini uyaran peygambere itiraz eden kavimler içinde azab gelmeden iman eden istisnai bir topluluktur. Hz. Yunus’un kendi ülkesine olan düşkünlüğü nedeniyle Ninova’ya peygamber olmak istemediği, dahası buranın helak olacağına ilişkin yaptığı duanın kabul edilmemesine de kızdığı ve öfkelendiği söylenmektedir. Şehrin yıkılmasının kendi ülkesi İsrail krallığının aleyhine olması nedeniyle büyük bir hayal kırıklığına neden olduğu için Kuran Yunusu öfkeli olarak niteler. Bu öfkenin sebebi olarak onların önceleri iman etmemesi ve Yunus’un da onların başına bela geleceğini haber vermesine rağmen böyle bir azabın gelmemesine öfkelenmesi ve başından türlü hadiselerin geçmesi dönemin çetin şartlarıyla ilgilidir.

Yunusun denize atılması ve bir balık tarafından yutulması hadisesinin Kızıl deniz civarında gerçekleştiği anlaşılmaktadır.

Kur’an’da bahsedilen Hz. Zülkifl, Elyesa ve İlyas’ın zamansal olarak birbirinin ardılı olduğu ve Babil sürgünü dolayımında isimleri geçmektedir. Halef selef olmaları yönüyle dikkat çeken bu üç isim İslam alimleri tarafından peygamber olup olmadıkları yönünde bazı tartışmalar bulunsa da en azından Allah’ın Samiler için seçtiği özel kullardan olduklarında pek bir kuşku yoktur. Bu üç ismin ne zaman doğdukları ve ne zaman öldükleri bilinmese de sürgünü önceleyen veya en azından ona götüren zeminde ortaya çıkan peygamberlerden olmaları büyük ihtimaldir.

Kuran’da haklarında fazla bilgi verilmeyen bu üç isim hakkında hadis kaynaklarında da detaylı bilgiler bulunmamaktadır. Bu isimlerden zamansal olarak ilki Hz. İlyas’tır. Kuranda geçmese de popüler kültürde Hıdırellez olarak bilinen ve Hızır ile ilişkilendirilen Hz. İlyas’ın Kuranda az sayıdaki ayette (üç kez) daha çok Bal putu inancıyla mücadele bağlamında geçmektedir. Klasik İslam kaynakları, Hz. İsa’nın bir nevi öncüsü gibi onun da göğe yükseltildiğini söylemekte fakat bu konuda Kuran’da herhangi bir bilgi yer almamaktadır. Bu iddianın temeli Ahd-i Atik ve Ahd-i Cedit’te yer alan bilgilerdir. Hz. İlyas’ın yaşadığı dönem milâttan önceki milenyumun başlangıcına tekabül ettiği anlaşılmaktadır. Bu dönem Babil sürgününü hazırlayan şartların oluştuğu ve özellikle Hz. Süleyman sonrasında meydana gelen karışıklıklar ve kargaşa neticesinde kuzeyde İsrail krallığı ile güneyde Yahuda krallığı şeklinde ikiye bölündüğü döneme denk düşmektedir. Kuzeydeki İsrail Krallığı'nda siyasi otoritenin temsilcisi olan krallar ile dini otoriteyi temsil eden peygamber ve din adamları arasındaki gerilimler yukarıda adı geçen Yeroboam ve ailesiyle sınırlı kalmamış, hemen her kralın iktidar döneminde benzer  sorunlardan yaşanmış ve bunu neticesinde özellikle milattan önceki milenyumun en görünen çatışmalarından biri olan din ve siyaset karşı karşıya gelmiştir. Bunun en dikkat çekici olanı, Baallere ve Aşeralara tapınma geleneğini yaygın hale getirdiği iddia edilen İsrail kralı Ahab (MÖ. 871-852) ve karısı İzebel ile Hz. İlyas Peygamber arasında meydana gelmiştir. Söz konusu çatışmanın ana nedenlerinin başında tüm bölgeyi etkileyen Baal kültü oluşturmaktadır. Söz konusu İsrail Kralı Ahab’ın Samiriye’de bir Baal evi (tapınak) yaparak Baal putuna tapmaya başlaması üzerine Hz. İlyas birdenbire ortaya çıkarak tabiatın gerçek efendisinin Yahve olduğunu ve Baal putunun değersizliğini vurgulamak için kuraklık doğuran güçlü ve etkili bir mucize göstermiştir. (Yakub’un Mektubu, 5/17-18). Sonrasında olaylar daha da gelişmiştir. Ahd-i Atîk’in son iki cümlesinde yer alan Hz. İlyas peygamberin tekrar dünyaya geleceğini bildirmesi aslında Yahudilerin yaşadığı coğrafya ve zaman diliminin ne denli zor şartlara sahip olduğunu ve Hz. İsa’nın geleceği ana yegâne kurtarıcı Mesih’in Hz. İlyas olduğunu göstermektedir.

Kuranda birkaç ayette kendisine atıf yapılan Elyesa peygamber, Yahudi kutsal kitaplarında Elişa olarak geçen peygamberdir. İbrânîce’de “Tanrı benim kurtuluşumdur” anlamına gelen Elyesa, Kitabı Mukaddeste (II. Krallar bölümünde 13/14, 20) geçen bilgiye göre İsrâil Kralı Yoaş (MÖ. 798 – 782) zamanında hastalanıp ölmüştür. Kitab-ı Mukaddese göre Babil sürgününden biraz önce, yani milâttan önce 8. yüzyılda İsrâil Krallığı’nda yaşayan Şafat’ın oğludur. Tanrı’nın emri üzerine peygamber İlya (İlyâs) tarafından kendisine halef olarak seçilmiştir. Peygamber İlya onu on iki çift öküzle çift sürerken bulmuş, cübbesini üzerine atarak peygamber olarak seçildiğini bildirmiştir. Bu sembolik hareketin ne ifade ettiğini bilen Elişa da çiftçiliği bırakmış, İlya’nın yanından hiç ayrılmayarak ona hizmet etmiştir. Ahd-i Atik Hz. İsa’nın peygamberliğini kabul etmese de Hz. İlyas’ın mucizelerini küpürtmeye oldukça meyyaldir. Buna göre Rab İlya (İlyas)’yı kasırga ile göklere çıkaracağı zaman İlya ondan artık kendisini takip etmemesini istemişse de Elişa bunu kabul etmemiştir. Beraberce Beyt-El’e ve Erîhâ’ya, oradan Erden ırmağına varmışlar, burada İlya cübbesini ırmağa vurarak sularını ikiye ayırmış ve karşı tarafa geçmişlerdir. İlya, rab tarafından semaya alınmadan önce Elişa’ya bir isteği olup olmadığını sormuş, Elişa da, “Senin ruhundan iki payım olsun” demiş, İlya ise, “Eğer yanından alındığımda beni görürsen isteğin yerine getirilecektir” demiştir. Bu esnada ateşten araba ve ateşten atlar gelerek İlya’yı semaya çıkarmışlardır. İlya’nın semaya çıkarılışını gören Elişa, daha sonra onun cübbesiyle suları tekrar ikiye ayırıp nehri geçmiş ve Erîhâ’ya dönmüştür. (II. Krallar, 2/1-18). Kitab-ı Mukaddes anlatımlarında Elişa’nın İsrail ve Yahuda krallıkları, Edom ve Moab krallıkları arasındaki mücadelelerde adı sıklıkla geçmektedir.

Zülkifl’in bir isim mi yoksa bir sıfat mı olduğu açık değildir. “Zü” ifadesinin Arapçada iyelik anlamına geldiği düşünülürse Kuran’da Hz. Davut için kullanılan “zül-eyd” (38/17) ya da Hz. Yunus için kullanılan “zün-nun” (21/87) gibi bir lakap olduğu söylenebilir. Hz. Zülkifl, Elyesa peygamberin halefidir. İslam kaynaklarının verdiği bilgiye göre, Elyesa yaşlanınca kendisine bir halef arar ve sonunda Zülkifl’i seçer. Tefsir kaynaklarında Zülkifl peygamberin Babil sürgününde Yahudilere önderlik eden Hezekiel peygamber olduğu yönünde görüşler dile getirilmekte ayrıca onun Buda olabileceği de söylenmektedir. Kuran’ın ilk muhataplarının Hint kıtasına dair bir bilgilerinin bulunmaması nedeniyle ikinci görüşün doğru olma ihtimali pek mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla Zülkifl’in Ari ırkından olma ihtimali son derece düşük olup, Sami ırkından olduğundan dair şüpheye mahal yoktur. Müfessir Alusi, Yahudilerin Zülkifl’i Ahd-i Atîk’te adı geçen ve İsrâiloğulları’na gönderilen Hezekiel ile aynı kişi kabul ettiklerini (u’l-meʿânî, 10/122) söylemektedir. Benzer görüşe Mevdudi de iştirak etmektedir. Dolayısıyla Babil sürgününün en sıkıntılı döneminde yaşamış, esir olarak Babil’e götürülmüş, pek çok eziyete katlanmış, esaretinin beşinci yılında peygamber olarak görevlendirilmiş ve yirmi iki yıl peygamberlik yapmış biri olarak Hezekiel’in Kuran’da geçen Zülkifl olma ihtimali çok daha yüksek görünmektedir.

****


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hz. Hatice’nin evi üzerine

Bir önceki yüzyılda, Suudiler iki büyük kötülük yaptılar. Birincisi büyük bir kültür mirasının tarihi izlerini tamamen yok edip ortadan kaldırdılar, ikinci ve daha önemlisi, özellikle 19. Ve 20. Yüzyılda ortaya çıkan arkeolojinin imkanlarından yararlanmayı tümden yasaklayıp güya kutsalı koruma bahanesinin arkasına sığınarak hem kutsal şehri mahvettiler hem de ceplerini doldurdular. Son dönemde büyük bir şamatayla duyurulan bir kitabın yayınlanması bağlamında bu kötü izlenimi ortadan kaldırmaya çalıştıkları anlaşılıyor. Söz konusu kitap, Hz. Hatice’nin ve dolayısıyla nübüvvetin en önemli tanıklıklarından biri olan evin hikayesi. Kitabın yayınlanma gerekçesi ve içeriği ise Mekke’de yapılan bir arkeolojik kazının ürünü olması. 2014 yılında yayınlanan kitabın adı The House of Khadijah bint Huwaylid. İngilizce ve Arapça olarak iki dilde basılan ve piyasaya sürülen kitabın üzerinde yazar olarak görünen isim A. Zeki Yamani imzasını taşıyor. Önce kitabın yazarından başlayalım. Kimdir Ze...

Kuran’da “zenim” kelimesinin anlamı üzerine

Kur’an’da 23 sene Velid bin Mugire aşağı As bin Vail yukarı deyip bütün kadrajını Hicaz-Taif-Medine’ye sıkıştırmış ve insanlığa son söyleyeceği sözün çapı oradaki 3-5 lavuk müşrik. Ve o müşrike Kur’an’da öyle küfürler var ki. Bir tanesini okuyayım mı size Kalem Suresi… Hem kel hem fodul ve üstüne üstük piç… Ama tabii meale öyle yazamazsınız. ‘Soysuz’ yazacaksınız. Aç. Adres de vereyim. Ferrâ’nın ‘Meâni’l-Kur’ân’ını aç, İbn-i Kuteybe’yi aç, nereyi açarsan aç. Nesebi bilinmeyen, onun bunun çocuğuna ‘zenîm’ denir Arapça‘da. İlahiyatçı yazar, Prof. Dr. Mustafa Öztürk tarafından ilk kez 2020 yılında bir konuşmada dile getirilen bu ifadeler geçtiğimiz günlerde bir kısım farklı muhatapların konuya dahil olmasıyla tartışmayı daha da alevlendirmiş ve bu tartışmalar boyunca Kuran sadece bir dolgu malzemesi olarak kullanılmaktan başka bir işe yaramamıştır. Tartışmanın odak noktası, Kalem suresi 13. Ayette geçen zenim ifadesinin piç anlamına gelip gelmemesidir. Öncelikle Öztürk gibi velut b...

Mekke'nin karanlık yılları

İslam ve Kuran’ın Mekke dönemi hem dinin ve kutsal metnin oluşum ve inşa evresinin hem de her ikisini tebliğ eden Hz. Peygamberin yaşamının çok büyük bir bölümünün geçtiği en uzun dönem olmasına rağmen hala bilinmeyenlerinin bilinenlerden çok olduğu bir  dönemdir. Bunu anlamanın en kestirme iki yolu vardır: biri Mekke kronolojisine bakmak, diğeri de Medine dönemi ile karşılaştırmaktadır.  Önce Mekke kronolojisini yansıtan şu tabloya bakalım: Sene MEKKE DÖNEMI KRONOLOJİSİ 570 Hz. Peygamberin doğumu ve Süt anneye verilmesi 571   572   573   574 Annesi Amine’ye iade edilmesi 575 Amine’nin ölümü ve Dedesinin himayesine verilmesi 576   577 Dedesinin ölümü 578 Ebu Talib ile Şama gidiş 579   580 ...

Büyük İskender’in Kuran’da ne işi var?

Başlıktaki ifadeden, meseleyi egzajere etmek ya da kutsal kitabımızı sorgulamak için kullanılmadığı sadece onu anlamak ve açıklamak gibi bir halis niyet taşıdığından emin olunmalı ve konuya yaklaşımımız belli bir müsamaha ile hoş görülmelidir. Aslında başlıktaki sorunun cevabı hiç de zor değildir. Zira Kuran’ın zamansal olarak tarihi şahsiyetlerden bahsetmesine ilişkin yakın ve uzak pek çok örnek bulunmaktadır. Örneğin Kuran’dan 30 yıl önce yaşamış Ebrehe’den bahsedilmesi, daha önce ashab-ı uhdut ’tan ya da 6 asır önce Hz. İsa’dan bahsetmesi nasıl mümkünse 9 asır önce MÖ. 356-325 yılları arasında yaşamış dünya tarihinin en istisnai isimlerinden İskender’den bahsetmesi de ilkesel olarak pekâlâ mümkündür. Ancak konumuz tarihi bir şahsiyet olarak Büyük İskender’in bizatihi kendisi olmadığından, özellikle Kuran’da anlatılan Zülkarneyn’in kimliği bağlamında ondan dolayısıyla bahsedilecektir. Kehf suresinde 83-98 ayetleri arasında adı üç defa geçen Zülkarneyn’den doğuya ve batıya seferle...

Kur'an ve İranlılar -VIII-

Kur’an’a özgü yalın ifadelerden biri olan esatirü’l-evvelin  ilginç bir kullanım olduğu kadar aynı zamanda bir izlek olarak Kuran ve İranlılar ilişkisini kısmen de olsa deşifre edici özellikler taşımaktadır. Usture kelimesinin kökeni Yunanca, Aramice ve Süryanice dillerine dayanıyor. “Tarih” anlamına gelen  historia  ya da  storia ’ dan Arapça geçmiş ve Kur’an’da da kullanılmıştır. Evvelin ifadesi ise “geçmiş milletler”, “ilkel topluluklar” anlamıyla bir terkip halinde daha çok “eskilere ait efsane ve masallar" anlamında olumsuz bir çağrışıma sahiptir. Bu ifadenin geçtiği 9 farklı yerde ikili bir anlam konseptinde kullanılmıştır: Biri öldükten sonra tekrar dirilmeye inanmayan Mekkeli paganların bunu eskilerin masalları olarak nitelemeleri (Mü’minun 23/81-89; el-Furkan 25/5), diğeri ise Kuran’da büyük bir yer tutan kıssaların benzerlerini kendilerinin de uydurabileceklerini söyleyenlere karşı bir meydan okuma bağlamında geçmektedir: ·     ...