Kur’an’da adı geçen peygamberler arasında Milattan sonra gelen tek bir isim vardır: Hz. Muhammed. Miladi döngünün hemen başında üç isim zikredilebilir: Hz. Zekeriyya, Hz. Yahya ve Hz. İsa. Geri kalan peygamberlerin tamamı milattan öncedir. Zamanı tam olarak kestirilemeyen Hz. Adem dışında kalan üç isimden Hz. Nuh, Şit ve İdris peygamberlerin yaşadığı dönem muhtemelen uygarlığın başladığı MÖ. beş binler civarında olmalıdır. Bunun dışındakilerin tamamı milattan önceki son iki bin yıla tarihlendirilmektedirler. Söz konusu bu dönem kabaca tasnif edilecek olursa şöyle bir tablo ortaya çıkar:
Yaklaşık olarak Milattan önce
2000’ler ile 1500 arasında adı geçen peygamberler Hz. İbrahim, İshak, İsmail,
Yakup, Yusuf, Lut’tur.
Milattan önce 1300 ve sonrası için adı
geçen peygamberler: Hz. Musa, Hz. Harun, Hz. Şuayb ve Hz. Eyüp peygamberlerdir.
Miladi 1000’lerde iki büyük peygamberin
adı zikredilmektedir: Hz. Davut ve Süleyman.
Miladi 1000 ile 300 arasında ise Zülkifl,
Zülkarneyn, Elyesa, Yunus, İlyas, Üzeyir
Münhasıran Arap yarımadasına
gönderildiği anlaşılan ve Samilerin Arap koluna gönderildiği anlaşılan Hz. Hud,
Salih, Lokman peygamberlerin ise yaşadıkları zaman milattan önce olmakla
beraber tam olarak belirlenememektedirler. Lokman için sadece Hz. İsa ile Hz.
Muhammed arası bir dönemde yaşadığı yönünde bazı rivayetler geçmekteyse de bu
bilgi kesin olmamalıdır.
Genel olarak verilen bu tabloda bir
kısım sorunlar olduğu açıktır. Tüm peygamberlerin belli bir bölgede ve belli
bir zaman aralığında gelmiş olmaları tek sorun değildir. Özellikle İslam dini
söz konusu olduğunda kelam ve akait kitaplarının başlıca meselelerinden biri
olan fetret kavramının da ciddi bir başka soruna neden olduğu söylenebilir.
Ancak biz burada özellikle milattan önce son milenyumda ortaya çıkan Sami
peygamberleri, özellikle Babil sürgünü dolayımında ele alacağımız için bu
teknik konulara girmeyeceğiz.
Babil sürgünü öncesi ve sonrasına
denk gelen zaman dilimi peygamberlik kurumunun müesses hale gelmesinde çok
belirleyici olmuştur. Bu nedenle kısaca Babil sürgünü ve önemine işaret edelim.
Babil sürgünü milattan önce 8.
Yüzyılda başlamış ancak asıl felaketin yaşandığı 6. Yüzyılın sonu çok daha büyük
bir kırılmanın başlangıcı olmuştur. Önce Sami topluluklardan olan Asurlular
kuzeydeki İsrail krallığını yıkarak buradaki on kabileyi sürgüne gönderdiler.
(MÖ. 722). Yahudi tarihinde kayıp on kabile olarak adı geçen bu felaketten
sonra Yahudiler çok daha büyük bir yıkım yaşadılar. Asurlulardan iki asır sonra, MÖ. 6. Yüzyılda
meydana gelen, adına Babil sürgünü denilen ve sonuçları itibariyle sadece
Yahudileri değil bölgedeki tüm toplulukları derinden etkileyen çok daha büyük
bir felakete maruz kaldılar. (MÖ. 587). Babil sürgünü aslında yekpare tek bir
sürgün değildi; yaklaşık on yıl arayla üç farklı sürgün gerçekleşmişti. Babil
Kralı II. Nebukadnezar (MÖ. 605-562), Hz. Davut ve oğlu Süleyman’ın kurdukları
ve inşa ettikleri kutsal kent Kudüs’ü yakıp yıktıktan sonra, Süleyman mabedini
ortadan kaldırmış ve on binlerce Yahudi’yi Babil’e sürgüne göndermişti. Burada
yaklaşık 70 sene boyunca köle olarak yaşayan Yahudiler, İranlı Ahameniş
imparatorluğu (Özellikle kral Koreş/Cyrus) sayesinde ülkelerine tekrar geri
dönebilmiş, Kudüs ve Süleyman Mabedini tekrar inşa etmişlerdir.
Bu felaketin Yahudiler açısından pek
çok büyük sonuçları oldu. Siyasal çıktısı Yahudilerin, 1948 yılında İsrail
devletini kuracakları ana kadar sadece bir devlet yapılanmasından mahrum
olmaları değildi elbette. Sosyal ve kültürel olarak da büyük mahrumiyetler
yaşadılar. Sürgünün sarsıcı sonuçları en fazla din alanında kendini gösterdi.
Kendisi etkilendiği gibi kendinden sonra ortaya çıkan monoteist karakterli
dinleri de etkiledi. Hristiyanlık ve İslam çok büyük oranda Yahudilerin Babil
sürgünü dolayımında şekillenen din anlayışından etkilendiler.
Babil sürgünü dolayımında ortaya
çıkan Sami peygamberlerden, Yahudi kutsal metinlerinde özel bölümlere konu olan
Ezekiel (Hezekiel) ve Daniel gibi peygamberler, sürgündeki Yahudilere
önderlik ettiler. Ezra peygamber sürgün sonrasının Yahudi kutsal metinleri
başta olmak üzere dinin de kurucu peygamberlerinden biri oldu.
Babil sürgününü tetikleyen
unsurlardan biri Hz. Süleyman’dan sonra iki parçalı bir devlet yapılanmasının
ortaya çıkmasıydı. Yahudilerin tarihinde bir dönüm noktası olan bu bölünme büyük
oranda din ve siyasetin uzlaşmazlığı üzerinden şekillendi. Kuran açısından
olmasa da Yahudi kutsal metinlerinde geçen pek çok peygamberin bu dönemde ortaya
çıkması da tesadüf değildi.
Babil sürgünü öncesi ve sonrasında
İsrailoğulları ve Yahudiler arasından çıkan peygamberlerin sayısı sanılandan
çok daha fazladır. Ancak Kuran bunların hepsine temas etmez. Hz. Peygamberin
hadislerinde 120 bin peygamberden bahsedilse de bu rakam hakiki anlamında
değildir, kesretten kinayedir.
Kuran’ın aksine Yahudilikte
peygamberlerin sayısı, onların kutsal metinlerine göre 50’den fazladır. Bu
rakamın içine kutsal kabul edilen büyük şahsiyetler dahil edildiğinde sayı çok
daha büyümektedir. Mesela Yahudi kutsal metinlerinde (Tanah)
geçen "Onikiler", peygamberler olarak bilinen 12 küçük
peygamberin kitaplarını ifade eder. Bu peygamberler kısaca şunlardır:
·
1. Hoşea (Hosea). MÖ. 8. yy,
kuzey İsrail Krallığı.
·
2. Yoel (Joe). Muhtemelen
MÖ 9-6. Yy.
·
3. Amos. MÖ 8. Yy, kuzey
İsrail Krallığı
·
4. Ovadya (Obadiah). MÖ 6. Yy,
Babil sürgünü sırasında)
·
5. Yunus (Jonah). MÖ 8. Yy,
Ninova.
·
6. Mika (Micah).MÖ 8. Yy, Yahuda
Krallığı.
·
7. Nahum. MÖ 7. Yy, Asurluların
yıkılacağını bildirdi.
·
8. Habakkuk. MÖ 7. Yy, Yahuda’nın
Babil tehdidi dönemi.
·
9. Tsefanya (Zephaniah). MÖ
7. Yy, Yahuda Kralı Yoşiyahu dönemi.
·
10. Hagay (Haggai). MÖ 6. Yy,
Babil sürgünü sonrası.
·
11. Zekeriya (Zechariah). MÖ
6. Yy, Haggay ile çağdaş
·
12. Malaki (Malachi). MÖ 5.
Yy, Pers dönemi
Kuran açısından peygamberlerin
sayısı Yahudilerin kutsal metinlerde adı geçenlerin yarısı kadardır. Kuran söz
konusu Yahudilerin bu peygamberlerinden sadece bir kısmından bahsetmekte
diğerlerinden bahsetmemektedir.
Babil sürgünü öncesinden itibaren
ortaya çıkan peygamberlerden Kuran’ın referansta bulunduğu isimlerden biri Hz. Üzeyir
peygamberdir. Bu konuda bir önceki yazıda ayrıntılı olarak bilgi verildiğinden
üzerinde ayrıca durulmayacaktır. (bk.https://faruktuncerr.blogspot.com/2025/06/kuran-ve-samiler-v.html).
Bir diğer Peygamber Hz. Yunus’tur.
O, Hz. Süleyman’dan sonra ikiye bölünen Yahudi devletlerinden kuzeydeki İsrâil
Krallığı’na mensup bir peygamberdir. Onun peygamber olarak gönderildiği meşhur
Ninova şehri ise İsrail krallığını yıkan Asurlulara aittir. Gerek askeri
gerekse ekonomik ve ticari yönden gelişen Asur Devleti ile Yahudi ve İsrail
Krallıkları birbirine düşmandırlar. Kitab-ı Mukaddes başta olmak üzere diğer
kaynakların verdiği bilgilerden hareketle yaşadığı dönemin İsrail devletinin
başındaki II. Yeroboam (MÖ. 793-753) dönemi olduğu varsayılabilir. Ninova,
Asurluların önemli bir merkezi olmakla birlikte daha önceki saldırılar ve
göçler nedeniyle orada da önemli bir Yahudi ve İbrani nüfus barındırmaktaydı. Hz.
Yunus’un Ninova kenti nedeniyle Asurlulara peygamber olarak gönderildiği de söylenmektedir.
Ninova şehri ve bu şehirde yaşayanlar Kuran’da helak olmamaları için
kendilerini uyaran peygambere itiraz eden kavimler içinde azab gelmeden iman
eden istisnai bir topluluktur. Hz. Yunus’un kendi ülkesine olan düşkünlüğü
nedeniyle Ninova’ya peygamber olmak istemediği, dahası buranın helak olacağına
ilişkin yaptığı duanın kabul edilmemesine de kızdığı ve öfkelendiği
söylenmektedir. Şehrin yıkılmasının kendi ülkesi İsrail krallığının aleyhine
olması nedeniyle büyük bir hayal kırıklığına neden olduğu için Kuran Yunusu
öfkeli olarak niteler. Bu öfkenin sebebi olarak onların önceleri iman etmemesi
ve Yunus’un da onların başına bela geleceğini haber vermesine rağmen böyle bir
azabın gelmemesine öfkelenmesi ve başından türlü hadiselerin geçmesi dönemin çetin
şartlarıyla ilgilidir.
Yunusun denize atılması ve bir balık
tarafından yutulması hadisesinin Kızıl deniz civarında gerçekleştiği
anlaşılmaktadır.
Kur’an’da bahsedilen Hz. Zülkifl,
Elyesa ve İlyas’ın zamansal olarak birbirinin ardılı olduğu ve Babil sürgünü dolayımında
isimleri geçmektedir. Halef selef olmaları yönüyle dikkat çeken bu üç isim İslam
alimleri tarafından peygamber olup olmadıkları yönünde bazı tartışmalar bulunsa
da en azından Allah’ın Samiler için seçtiği özel kullardan olduklarında pek bir
kuşku yoktur. Bu üç ismin ne zaman doğdukları ve ne zaman öldükleri bilinmese
de sürgünü önceleyen veya en azından ona götüren zeminde ortaya çıkan
peygamberlerden olmaları büyük ihtimaldir.
Kuran’da haklarında fazla bilgi
verilmeyen bu üç isim hakkında hadis kaynaklarında da detaylı bilgiler
bulunmamaktadır. Bu isimlerden zamansal olarak ilki Hz. İlyas’tır. Kuranda
geçmese de popüler kültürde Hıdırellez olarak bilinen ve Hızır ile
ilişkilendirilen Hz. İlyas’ın Kuranda az sayıdaki ayette (üç kez) daha çok Bal
putu inancıyla mücadele bağlamında geçmektedir. Klasik İslam kaynakları, Hz.
İsa’nın bir nevi öncüsü gibi onun da göğe yükseltildiğini söylemekte fakat bu
konuda Kuran’da herhangi bir bilgi yer almamaktadır. Bu iddianın temeli Ahd-i
Atik ve Ahd-i Cedit’te yer alan bilgilerdir. Hz. İlyas’ın yaşadığı dönem milâttan
önceki milenyumun başlangıcına tekabül ettiği anlaşılmaktadır. Bu dönem Babil
sürgününü hazırlayan şartların oluştuğu ve özellikle Hz. Süleyman sonrasında
meydana gelen karışıklıklar ve kargaşa neticesinde kuzeyde İsrail krallığı ile
güneyde Yahuda krallığı şeklinde ikiye bölündüğü döneme denk düşmektedir. Kuzeydeki
İsrail Krallığı'nda siyasi otoritenin temsilcisi olan krallar ile dini
otoriteyi temsil eden peygamber ve din adamları arasındaki gerilimler yukarıda adı
geçen Yeroboam ve ailesiyle sınırlı kalmamış, hemen her kralın iktidar
döneminde benzer sorunlardan yaşanmış ve
bunu neticesinde özellikle milattan önceki milenyumun en görünen
çatışmalarından biri olan din ve siyaset karşı karşıya gelmiştir. Bunun en
dikkat çekici olanı, Baallere ve Aşeralara tapınma geleneğini yaygın hale
getirdiği iddia edilen İsrail kralı Ahab (MÖ. 871-852) ve karısı İzebel ile Hz.
İlyas Peygamber arasında meydana gelmiştir. Söz konusu çatışmanın ana nedenlerinin
başında tüm bölgeyi etkileyen Baal kültü oluşturmaktadır. Söz konusu İsrail
Kralı Ahab’ın Samiriye’de bir Baal evi (tapınak) yaparak Baal putuna tapmaya
başlaması üzerine Hz. İlyas birdenbire ortaya çıkarak tabiatın gerçek
efendisinin Yahve olduğunu ve Baal putunun değersizliğini vurgulamak için
kuraklık doğuran güçlü ve etkili bir mucize göstermiştir. (Yakub’un Mektubu,
5/17-18). Sonrasında olaylar daha da gelişmiştir. Ahd-i Atîk’in son iki cümlesinde
yer alan Hz. İlyas peygamberin tekrar dünyaya geleceğini bildirmesi aslında Yahudilerin
yaşadığı coğrafya ve zaman diliminin ne denli zor şartlara sahip olduğunu ve Hz.
İsa’nın geleceği ana yegâne kurtarıcı Mesih’in Hz. İlyas olduğunu göstermektedir.
Kuranda birkaç ayette
kendisine atıf yapılan Elyesa peygamber, Yahudi kutsal kitaplarında Elişa
olarak geçen peygamberdir. İbrânîce’de “Tanrı benim kurtuluşumdur” anlamına
gelen Elyesa, Kitabı Mukaddeste (II. Krallar bölümünde 13/14, 20) geçen bilgiye
göre İsrâil Kralı Yoaş (MÖ. 798 – 782) zamanında hastalanıp ölmüştür. Kitab-ı
Mukaddese göre Babil sürgününden biraz önce, yani milâttan önce 8. yüzyılda
İsrâil Krallığı’nda yaşayan Şafat’ın oğludur. Tanrı’nın emri üzerine peygamber
İlya (İlyâs) tarafından kendisine halef olarak seçilmiştir. Peygamber İlya onu
on iki çift öküzle çift sürerken bulmuş, cübbesini üzerine atarak peygamber
olarak seçildiğini bildirmiştir. Bu sembolik hareketin ne ifade ettiğini bilen
Elişa da çiftçiliği bırakmış, İlya’nın yanından hiç ayrılmayarak ona hizmet
etmiştir. Ahd-i Atik Hz. İsa’nın peygamberliğini kabul etmese de Hz. İlyas’ın
mucizelerini küpürtmeye oldukça meyyaldir. Buna göre Rab İlya (İlyas)’yı
kasırga ile göklere çıkaracağı zaman İlya ondan artık kendisini takip
etmemesini istemişse de Elişa bunu kabul etmemiştir. Beraberce Beyt-El’e ve
Erîhâ’ya, oradan Erden ırmağına varmışlar, burada İlya cübbesini ırmağa vurarak
sularını ikiye ayırmış ve karşı tarafa geçmişlerdir. İlya, rab tarafından
semaya alınmadan önce Elişa’ya bir isteği olup olmadığını sormuş, Elişa da,
“Senin ruhundan iki payım olsun” demiş, İlya ise, “Eğer yanından alındığımda
beni görürsen isteğin yerine getirilecektir” demiştir. Bu esnada ateşten araba
ve ateşten atlar gelerek İlya’yı semaya çıkarmışlardır. İlya’nın semaya
çıkarılışını gören Elişa, daha sonra onun cübbesiyle suları tekrar ikiye ayırıp
nehri geçmiş ve Erîhâ’ya dönmüştür. (II. Krallar, 2/1-18). Kitab-ı Mukaddes
anlatımlarında Elişa’nın İsrail ve Yahuda krallıkları, Edom ve Moab krallıkları
arasındaki mücadelelerde adı sıklıkla geçmektedir.
Zülkifl’in bir isim mi yoksa bir
sıfat mı olduğu açık değildir. “Zü” ifadesinin Arapçada iyelik anlamına geldiği
düşünülürse Kuran’da Hz. Davut için kullanılan “zül-eyd” (38/17) ya da Hz.
Yunus için kullanılan “zün-nun” (21/87) gibi bir lakap olduğu söylenebilir. Hz.
Zülkifl, Elyesa peygamberin halefidir. İslam kaynaklarının verdiği bilgiye
göre, Elyesa yaşlanınca kendisine bir halef arar ve sonunda Zülkifl’i seçer. Tefsir
kaynaklarında Zülkifl peygamberin Babil sürgününde Yahudilere önderlik eden Hezekiel
peygamber olduğu yönünde görüşler dile getirilmekte ayrıca onun Buda olabileceği
de söylenmektedir. Kuran’ın ilk muhataplarının Hint kıtasına dair bir bilgilerinin
bulunmaması nedeniyle ikinci görüşün doğru olma ihtimali pek mümkün
görünmemektedir. Dolayısıyla Zülkifl’in Ari ırkından olma ihtimali son derece
düşük olup, Sami ırkından olduğundan dair şüpheye mahal yoktur. Müfessir Alusi,
Yahudilerin Zülkifl’i Ahd-i Atîk’te adı geçen ve İsrâiloğulları’na gönderilen
Hezekiel ile aynı kişi kabul ettiklerini (Rûḥu’l-meʿânî, 10/122)
söylemektedir. Benzer görüşe Mevdudi de iştirak etmektedir. Dolayısıyla Babil
sürgününün en sıkıntılı döneminde yaşamış, esir olarak Babil’e götürülmüş, pek
çok eziyete katlanmış, esaretinin beşinci yılında peygamber olarak
görevlendirilmiş ve yirmi iki yıl peygamberlik yapmış biri olarak Hezekiel’in
Kuran’da geçen Zülkifl olma ihtimali çok daha yüksek görünmektedir.
****
Yorumlar
Yorum Gönder