Ana içeriğe atla

Kur’an ve Samiler -IX-


Kuranda insanın yaradılışına ilişkin dile getirilen “topraktan yaradılışa dair altı ayet, çamur safhası hakkında altı ayet, çamurun nitelikleri ve safhalarını anlatan yine altı ayet” bulunduğu, devamla “bebeğin, doğuncaya kadar anne karnında altı safha geçirmesi, kâinatın oluşum safhalarının da altı merhalede gerçekleşmesi” (C. Yeniçeri, Uzay ayetleri) yönünde hikmet ve mucizeler çıkaran çocuksu yorumlar bir yana bırakacak olursak, tıpkı Sami kozmogonisinde olduğu gibi Kur’an’da insanın yaradılışı da büyük oranda Sami yaradılış modellerinden izler taşımaktadır. İlk insanın yaradılışı ve dünyaya gelişi Mezopotamya anlatıları üzerinden İbrani kutsal metinlerine, ardından Hristiyanlığa intikal etmiş ve nihayet İslam tarafından da benimsenmiş, Kuran ayetlerine yansımıştır.

Kuranda ilk insanın yaradılışı; Hz. Adem anlatısı ile başlamış, ondan eşi Hz. Havva’nın yaratılması, Adem’in yaratılmasına melekler ve Şeytan tarafından verilen tepki, sonrasında cennette “hayat ağacına” yaklaşmamaları ve bir ceza olarak cennetten çıkarılmaları (hübut) ile birlikte çoğalmaları ve oğulları Habil ve Kabil’in mücadelesi bağlamında anlatılmaktadır. Bu anlatılanların neredeyse tamamı Sami geleneği içinde özellikle İbraniler üzerinden Kuran’da da görülmektedir.

Kur’ân’da ilk yaradılış, Allah’ın yaratmaya “ol” demekle başladığı, üzerinden anılmaya değer herhangi bir şey olmadığı uzun bir süre geçtikten sonra insanın yerden bitirildiği, su, toprak, çamur vs. aşamalardan geçtiği, tek nefis haline geldikten sonra eşinin de var edildiği ve her ikisinden anne rahminde, üç katman karanlığın içinde, art arda yaratılış aşamalarından geçirilerek insanların çoğaltıldığı ifade edilmektedir. İnsanın yaratılışının Kur’an’da, embriyolojik ve biyolojik gelişim süreci bağlamında işlendiği ve tüm bu aşamaların toprak ve su olmak üzere iki asli unsura delalet ettikleri, Âdem ve tüm insanların orijininin toprak olduğu, Âdem’in çamurdan, soyunun ise nutfeden yaratıldığı ifade edilmiştir.

Kur'an, Kitab-ı Mukaddes ve çok daha önce yaşayan Sami topluluklardan özellikle Asur ve Babilonyalıların insanın yaradılışını ele almadan önce bir hususu belirtmek yerinde olacaktır. Mensuplarının çoğu ya arkeoloji ya da çivi yazısı uzmanı olan Pan-Babilonya okulu temsilcileri, yaradılış destanı Enuma Eliş'in Tevrat'taki yaradılış anlatımı üzerine çok ciddi etkide bulunduğunu iddia ediyorlardı. Onlara göre Enuma Eliş, Amurru denilen kuzeybatı Mezopotamya civarından gelen göçebe Samilere ait mitoslar ve Sümer geleneklerinin birleşiminden oluşuyordu. Hem önceki Samilerden Asur ve Babilonyalılar hem de daha sonra gelen İbrani Samiler bu fikirleri bu bölgeden almışlardı.

Kuran’da ilk yaradılışın Sami toplumlarıyla büyük benzerlikler taşımasının en ilginç örneklerden biri “Allah’ın insanı kendi suretinde yaratmasıdır.” İslam felsefesi ve İslam tasavvuf anlayışında çok merkezi bir konuma sahip olan teşebbüh-billah/teellüh-billah gibi Allaha benzeme meselesi doğrudan Kuran tarafından dile getirilmese de özellikle peygamberin hadislerinde Allah’ın insanı kendi suretinde yarattığı çok açık biçimde ifade edilmektedir. Buhari ve Müslim başta olmak üzere tüm hadis kaynaklarında yer alan meşhur hadis şöyledir:

  •  “Allah Adem’i kendi suretinde yaratmıştır.” (خلق الله ادم علي صورته). (Buhari, “İsti’zan”, 1; Müslim, “Birr”, 115).

Bu ifadelerin aynısı Tevrat’ın İbranice metninde şöyledir:

  • “Vayyivra Elohim et-ha'adam be-tsalmo” (וַיִּבְרָא אֱלֹהִים אֶת־הָאָדָם בְּצַלְמוֹ).
  • "Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece insan Tanrı suretinde yaratılmış oldu." (Yaratılış", 1/27).

Şimdi de aynı ifadelerin çok daha erken bir dönemde nasıl kullanıldığına bakalım: Samilerin yaradılış destanı Enuma Eliş’te gök tanrısı Anu, tatlı suların tanrısı Ea (Nudimmud)’u kendi suretinde yaratmıştır.

  • Ansar, oğlu Anu'yu kendisiyle eşit kıldı.
  • Ve Anu kendi suretinde yarattı Nudimmud'u. (Enuma Eliş, s. 3)

 Tarih Sümerle Başlar isimli baş yapıtın sahibi olan ünlü sümerolog Kramer’e göre Sümerlerin meydana getirdiği edebi ürünler İbraniler (Samiler) üzerinde derin etkiler bırakmış ve Sümer gökçeyazınının (tanrısal metinler) meydana getirilmesi ve çevrilmesinde, bunlarla Kitabı Mukaddes motifleri arasındaki çağrışımlar ve benzerliklerin izin sürmek heyecan verici olmuştur. Aslında işin doğrusu Sümerlerin İbraniler üzerindeki etkisi doğrudan olmamıştır. Çünkü İbranîler tarih sahnesine çıktıklarında Sümerler çoktan yok olmuşlardı. Ancak İbranilerin de içinde yer aldıkları ve sonradan gelip yerleştikleri Filistin civarında daha önce ikamet eden Kenanlılar, Asurlular, Babilliler, Aramiler hep Sami topluluklarındandı. Dolayısıyla Sümerlerin bıraktığı mirası devralmışlar, onlardan da çok etkilenmişlerdi. Sümerlerle İbranîlerdeki edebiyat arasındaki paralelliğe ilişkin en güzel örneklerden biri, baş kahramanları tanrılardan oluşan “Cennet” ya da özgün adıyla “Enki ve Ninhursag” mitolojisidir. (Tarih Sümerle Başlar, s. 179).

Bu nedenle insanın yaratılışı konusunda bilinen Mezopotamya merkezli en eski görüşler bölgenin sakini olan Sümerlere dayansa da temelde Babillilerin ve İbranilerin görüşleridir; Birincisi Babillilerin Yaratılış Destanı’nında ikincisi ise İbranilerin görüşleri Tekvin kitabında anlatılmaktadır. Kitab-ı Mukaddes’teki öykülere göre ya da en azından bunun yorumlarından birine göre, insan, bütün hayvanları yönetmesi amacıyla kilden biçimlenmiştir. Babil mitolojisinde, insan, en baş belası tanrılardan birinin bu amaçla öldürülmesiyle onun kanından yapılmıştı; yaratılış nedeni temelde tanrılara hizmet etmesi ve ekmekleri için onların yerine çalışmasıydı. İbrani ve Babil yorumundan bin yıl önceye tarihlenen Sümer şiirine göre, Babil yorumunda olduğu gibi kilden biçimlenen insanın yaratılış amacı, yine, tanrıların geçimleri için emek harcamak zorundan kurtarmaktı. (Kramer, Sümer mitolojisi, 132).

Bu benzerliği kronolojik olarak en temelden, Hz. Adem’in adından başlayarak görmeye çalışalım:  Kuranda geçen Hz. Adem ismi en temelde Tevrat üzerinden, önce Samilerin diğer büyük kollarından Asur ve Babilliler sonra Sümerlere kadar geri götürülebilmektedir: Örneğin, adamu kelimesi, Sümerce'de 'babam, atam', Asur- Babil dilinde ise adamu sözcüğü, 'yapılmış, meydana getirilmiş' anlamına gelmektedir. Yine Sami topluluklarından biri olan Sabiilerin dilindeki adam kelimesi 'kul'; İbranca'daki adham kelimesi 'insan' demektir. Ugarit metinlerindeki el ab adam şeklinde geçen ifadenin ilk anlamı (kil toprak) ile, çamur (yatzar) anlamına işaret eden İbranca adamah terimi; hep aynı toprakla ilgili kökene dikkat çekerler. Muhtemelen buradan hareketle Mezopotamya bölgesine oldukça uzak bir coğrafyada kullanılan Latincede homos ve humus sözcükleri de tamı tamına toprak anlamına gelmektedir.

Adem’in topraktan yaratılması meselesinde aynı çizgiyi takiple nasıl ele alındığına bakalım: Öncelikle Kuran’da Adem’in topraktan yaratıldığı pek çok ayette farklı kelimeler ile dile getirilmektedir.

  • “Sizi topraktan (turab) yaratması O’nun varlığının delillerindendir. Sonrasında ise (çoğalıp yeryüzüne) yayılan insanlar oluverdiniz.” (Rûm, 30/20.)
  • “Şüphesiz, biz onları yapışkan bir çamurdan (Tîn-i Lâzib) yarattık.” (Sâffât, 37/11).
  • “Andolsun, biz insanı, çamurdan süzülmüş bir özden (Sülâle min Tîn) yarattık.” (Mü’minûn, 23/12).
  • “Andolsun, biz insanı kuru ve değişime uğramış kara bir çamurdan (Hame-i Mesnûn) yarattık.” (Hicr, 15/26).
  • “(Allah), insanı ateşte pişmiş gibi kuru (olan) bir çamurdan (Salsâl) yarattı” (Rahmân, 55/14).

Şimdi Tevrat’ta yer alan topraktan yaratılmayla ilgili ayetlere bakalım:

  • "Rab Tanrı Âdem`i topraktan yarattı ve burnuna yaşam soluğunu üfledi. Böylece Âdem yaşayan varlık oldu. Rab Tanrı doğuda, Aden’de bir bahçe dikti. Yarattığı Âdem`i oraya koydu.(Yaratılış 2/4-8).
  • "Ve Rab Allah yerin toprağından adamı yarattı ve onun burnuna hayat nefesini üfledi; ve adam yaşayan can oldu." (Yaratılış 2:7).
  •  "Terinin yüzünden ekmeği yiyeceksin; toprağa dönünceye kadar… Çünkü topraktan alındın; zira topraksın ve toprağa döneceksin." (Yaratılış 3:19)
  •  "İbrahim cevap verip dedi: İşte şimdi Rabb’e söylemeye cesaret ettim, ben toprak ve külüm." (Yaratılış 18:27).
  •  "Beni balçık gibi yoğurduğunu hatırlat bana; ve toprağa dönmem gerektiğini mi hatırlatacaksın?" (Eyüp 10:9).
  •  "Çünkü O, bizim neyden yaratıldığımızı bilir; hatırlar ki biz toprağız." (Mezmurlar 103:14).

Enüma Eliş’in Babil versiyonunda, altıncı tablette, baş tanrı Marduk, isyan eden Tiamat’ın eşi Kingu’yu öldürür ve onun kanıyla toprağı karıştırarak insanı yaratır:

  • "Kingu’nun damarlarından kanını aldılar,
  • Onunla toprağı karıştırdılar…
  • İnsanı yarattılar, tanrılara hizmet etsin diye." (Enüma Eliş, s. 48)

Bir başka Babil destanı Atrahasis Destanı’nda ise:

  • "Tanrılar bir tanrıyı öldürdü,
  • Onun etini ve kanını kille karıştırdılar.
  • Böylece insan doğdu." (M. İ. Çığ, Sümerli Ludingirra, s. 45)

Sümer metinlerinde Tanrı Ninmah ve Enki, "Apsu" (yeraltı suları) üzerindeki kili karıştırarak insanı şekillendirir:

  •  “Ninmah denizin dibinden bir parça kil alır ve altı değişik tipte anormal bireyler şekillendirir, Enki de onların yazgılarını belirler ve onlara yiyecek ekmek verir.” (Kramer, Tarih Sümerle Başlar, 141)

Gılgamış destanında ise Tanrıça Aruru, Gılgamış ile başa çıkması için, Enkıdu’yu kilden yoğurur:

  • “Aruru bunu duyunca tasarladı Anu'nun istediğini,
  • ellerini yıkadı, bir tutam kil alıp çölün ortasına bıraktı,
  • orada yarattı yiğit Enkidu'yu”. (Gılgamış Destanı, s. 5)

İlk insan Adem’in yaratılması sonrasında ikinci olarak kadının yaradılışı gerçekleşir. Kur’an’da Havva’nın yaratılması Adem’in yaratılması ile ilişkili olarak ele alınır ve fakat Kuran’da Havva’nın adı geçmez. İlgili tek ayet Nisa suresinin baş tarafında, ilk ayette geçmektedir:

  •   (يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالًا كَث۪يرًا وَنِسَٓاءًۚ
  • “Ey insanlar, sizi bir tek nefisten (nefes alan candan) yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun!” (Nisa 4/1).
  • "O, sizi bir tek nefisten yarattı; ondan da eşini var etti…" (Araf 7/189).
  • "Sizi bir tek nefisten yarattı, sonra ondan eşini var etti…" (Zümer 39/6).
  • "Ey Adem! Eşinle birlikte cennete yerleşin… Şeytan sizi oradan çıkarır…" (Bakara 2/35-36).
  • "Ey Adem! Bu (şeytan) senin ve eşinin düşmanıdır…" (Taha 20/117-123).

Görüldüğü üzere Kuran’da Havva’nın adı geçmemektedir. Adem’in eşi olarak sunulmaktadır. İkinci önemli farklılık ise Nisa suresi ilk ayette geçen Havva’nın “nefs-i vahide”den yaratılmasıdır. Oysa Tevrat’ta Havva’nın yaratılmasının Adem’in kaburga kemiğinden olduğu söylenmektedir:

  •  "Rab Tanrı Adem'e derin bir uyku verdi. Adem uyurken, Rab Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı. Adem'den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Adem'e getirdi. Adem, 'İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik, etimden alınmış ettir' dedi" (Yaratılış, 2:21-23)
  • "Rab Tanrı, ‘Adem’in yalnız kalması iyi değil, ona uygun bir yardımcı yaratacağım’ dedi." (Yaratılış 2:18)
  • "Bu nedenle adam annesini babasını bırakıp karısına bağlanacak, ikisi tek beden olacak. (Yaratılış 2:24)
  • "Adem karısına ‘Havva’ (İbranice: Havva, hayat veren) adını verdi. Çünkü o bütün insanların annesiydi." (Yaratılış 3:20)

Samilerin ve Sümerlerin inancında meselenin nasıl ele alındığını görmeden önce konu ile ilgili önemli gördüğümüz bir noktaya işaret etmek isteriz: İsraili rivayetleri çok acımasız bir şekilde eleştiren modern dönem Kuran ve hadis yorumcuları, ne yazık ki doğruyu söylemiyorlar. İslam’da modern dönem insanına ters gelen ne varsa tüm suçu İsraili rivayetlere yükleyerek kolaycılığa kaçmaktadırlar. Oysa Hz. Peygamberin çağdaşı olan Hristiyan ve Yahudiler, Arap coğrafyasında yaşayan idrak ve anlayış seviyesi en düşük topluluklardı. Bunlar en azından Kudüs ve Şam bölgesinde ya da Mezopotamya’nın gelişmiş şehirlerinde yaşayanlar gibi yüksek eğitimli, kutsal metinlerle doğrudan temas eden kimseler değillerdi. Dolayısıyla Hicaz coğrafyasında egemen olan sözlü kültürün temsilcileriydi. Kuran ve hadislerde geçen yığınla malzemenin anlaşılmasına İsraili rivayetler olmasaydı Araplar ne Kuranı anlayabilirlerdi ne de Hz. Peygamberin hadislerini.

İsraili rivayetlerin önemine ilişkin en dikkat çekici örneklerden biri ele aldığımız insanın yaradılışı konusuyla ilgili olan Havva’nın kaburga kemiğinden yaratılmasıdır. Zira buna göre Kuran’da kadının kaburga kemiğinden yaratılmasına yönelik bir ima bulunmazken, Hz. Peygamberin hadislerinde bu konuda oldukça fazla sayıda malzeme bulunmaktadır.  Kütübü sitte kaynaklarının ve diğer hadis külliyatının hepsinde nakledilen meşhur hadisin metni şöyledir:

  • “Kadınlara hayırhah olun, zira kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri yeri yukarı kısmıdır. Onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Kendi hâline bırakırsan eğri halde kalır. Öyleyse kadınlara hayırhah olun." (واستوصوا بالنساء خيرا فانهن خلقن من ضلع اعوج وان اعوج شئ في الضلع اعلاه فان ذهبت تقيمه كسرته وان تركته لم يزل اعوج فاستوصوا بالنساء خيرا). (Buhârî, Nikâh”, 79 (5184), 80, (5186),Enbiya, 1; Müslim, Radâ, 65 (1468); Tirmizî, “Talâk, 12 (1188); İbn Mâce, Tahâret, 77; Ahmed, Müsned, 15: 321 (9524); Dârimî, Müsned, 3: 1426 (2268); İbn Ebî Şeybe, Musannef, 4: 197 (19272)

Şimdi de Samilerin kutsal metinlerinden biri olan Enüma Eliş’te ve ondan önce Sümer mitolojisinde meselenin nasıl ele alındığına bakalım:

Kadının yaratılma şekli ve ona verilen havva ismiyle Sümer mitolojisindeki tanrıca Ninti’nin (Nin: kadın, ti: kaburga/yaşam) yaratılması arasında büyük benzerlikler bulunmaktadır. Tevrat'taki, ilk kadının ilk insanın kaburgasından yaratıldığı anlayışı ile, Sümer Mitolojisinde anlatılanlar arasındaki benzerlikler, belki de ilk kaynağın Sümer Mitolojisi olduğunu düşündürmektedir.

Temeli Sümerlerden gelen ve daha sonra Samilerin devraldığı bu büyük mirasın intikal ettiği Enüma Eliş’te ve yaklaşık 300 dizelik Enki ve Ninhursag adındaki bir metinde detaylıca anlatılmaktadır. Bu mitosta geçen ve Sümer edebiyatında “kaburganın hanımı” demek olan Ninhursag, bir kelime oyunu ile Tevrat’ın cennet kıssasında Havva olarak “yaşatan hanım” anlamına dönüşmüştür. (Kramer, Tarih Sümerle Başlar, 179-180). Ayrıca Bottero, Enki ve Ninhursag mitosunun tüm dünyaya buradan hareketle yaygınlaştığına dikkat çekmektedir:

  • “Enki ve Ninhursag'da olduğundan daha geniş bir şekilde, Sümer ülkesinde, dolayısıyla bütün dünyada, tanrı kültünün ve yaşam kalitesinin başındadır.” (Bottero, Mezopotamya, s. 263).

Enki ile Ninhursag mitosunda, ana-tanrıça Ninhursag'ın, tanrıların bahçesinde sekiz bitkinin yetişmesini sağladığı anlatılır. Enki bu bitkileri yemek ister ve ulağı İsimud'u bunları alıp getirmesi için gönderir. Sonra da bu bitkileri birer birer yer; buna öfkelenen Ninhursag Enki'nin üzerine ölüm laneti okur. Bu lanetin bir sonucu olarak, Enki'nin bedeninin sekiz organı hastalığa yakalanır ve kendisi ölme noktasına yaklaşır. Büyük tanrılar keder içindedir ve Enlil'in ona yardım edebilecek gücü yoktur. Ninhursag geri dönüp duruma el koyması yolunda ikna edilir. Tanrıça, her biri Enki'nin bedeninin hastalıklı ayrı bir bölümünü iyileştirmek üzere işe başlayan sekiz sağaltıcı tanrıça yaratır. Söz konusu hastalıklı bölümlerden birisi Tanrının kaburgasıdır ve kaburga ile uğraşması için yaratılan tanrıçanın adı, "kaburgaların tanrıçası" (eserin mütercimi burada İngilizcesi "kaburgaların hanımefendisi" olarak da çevrilebilecek "the lady of the rib" tanımını eklemektedir.) anlamına gelen "Ninti"dir. Ne var ki Sümerce "ti" sözcüğü, kaburga kadar "yaşam" anlamına da gelen çift anlamlı bir sözcüktür; böylece Ninti aynı zamanda "Yaşamın Tanrıçası" demektir. İbrani inancındaki Adem'in kaburgasından alınıp biçim verilen kadına, Adem tarafından, "Yaşam"' "anlamına gelen bir sözcükle Havva denilmiştir. Bu durumda, İbrani Cennet mitosunun en ilginç özelliklerinden birisini, kökeninde açıkça bu kabaca işlenmiş Sümer mitosunun bulunmasının oluşturduğunu söylenebilir. (Bk., Hooke, Ortadoğu Mitolojisi, s. 136-137).

Enki, önce tanrıça Ninhursag’ı ya da daha önceki devirlerde toprak ana Ki ile özdeşleştirilebilecek Sümer tanrıçası, bir başka adıyla Nintu’yu, döller. Bunu dokuz gün süren bir gebelik dönemi izler… Bu ilginç pasaj şöyledir:

  • “Ninhursag’a “yürek suyu”nu akıttı,
  • O da “yürek suyu’nu, Enki’nin tohumunu aldı.
  • Bir gün ona bir aydır”. (Kramer, Sümer Mitolojisi, 108).

Ninsar daha sonra, babası Enki tarafından gebe bırakılır ve gebeliğinin üstünden dokuz gün geçtikten sonra tanrıça Ninkur’u doğurur. Ninkur da Enki tarafından gebe bırakılır ve böylece bitki tanrıçası Uttu doğar. Sonra bu bitki-tanrıçasına, Enki ile ilişkisi kurması için öğüt veren büyük büyükannesi Ninhursag görünür. Sonuçta o da Enki tarafından döllenir ve sekiz farklı bitki sürgün verir. Ama Enki bitkileri yiyip bitirir; bundan sonra;

  • Enki, bataklıklarda, bataklıklarda çevresine bakınır,
  • Ulağı İsimud’a şöyle der:
  • “Bu (bitki) nedir, bu (bitki) nedir?”
  • Ulağı İsimud yanıt verir;
  • “Kralım, bu “ağac-bitkisi”dir, der ona.
  • Onu Enki icin keser, o da yer.

  •  Enki: “Bu nedir, bu nedir?”
  • İsimud: “Kralım, bu bal-bitkisidir.”
  • Onu Enki icin keser, o da yer. (Kramer, Sümer Mitolojisi, 110)

Enki böylece sekiz bitkinin hepsini yer. Bunun üzerine, anımsanacağı gibi, gerçekte bu bitkilerin yaratılmasından sorumlu olan Ninhursag Enki’yi lanetler:

  • “Sen ölünceye değin, sana ‘yaşamın gözüyle' bakmayacağım."(Kramer, Sümer Mitolojisi, 112)

Enki’yi lanetleyen Ninhursag gözden kaybolur. Tanrılar allak bullak olurlar; “aşağılanırlar.” Bunun üzerine tilki Enlil’e şöyle der:

  • Sana Ninhursag’ı getirirsem, ödülüm olacak?”
  • (Kramer, Sümer Mitolojisi, 112).

İnsanlığın yaradılışında dönüm noktalarından biri olarak sunulan Hâbil-Kâbil kıssası Kur’an’da sadece bir yerde zikredilmiş, kıssanın oldukça kısa ve özlü bir şekilde aktarıldığı Mâide 5/27-31’de şöyle denilmiştir:

  • "Onlara iki Adem oğlunun haberini gerçek olarak oku: Hani her biri birer kurban sunmuşlardı, (kurban) birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen, kabul edilene): "Seni öldüreceğim" demişti. (O da); "Allah, sadece korunanlardan kabul eder" dedi. Andolsun, eğer sen beni öldürmek için bana elini uzatırsan, ben seni öldürmek için sana elimi uzatmam. Çünkü ben alemlerin Rabbinden korkarım! Ben isterim ki sen, benim günahımı da, senin günahını da yüklenip ateş halkından olasın! zalimlerin cezası budur. Nefsi, onu kardeşini öldürmeye çağırdı, (o da nefsine uyarak) onu öldürdü, ziyana uğrayanlardan oldu. Derken Allah, ona kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (Karganın yaptığını görünce); "Yazık bana, şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten aciz miyin (ben?)" dedi ve pişman olanlardan oldu!”

Bu ifadelerin benzeri harfi harfine Tevrat’ın Yaratılış 4:9-15. pasajında daha ayrıntılı olarak geçmektedir.

  • “(9) Ve Rab Kaine dedi: Kardeşin Hâbil nerede? Ve dedi: Bilmiyorum; kardeşimin bekçisi miyim ben? (10) Ve dedi: Ne yaptın? Kardeşinin kanının sesi topraktan bana bağırıyor. (11) Ve şimdi sen toprak tarafından lanet edildin, o toprak ki kardeşinin kanını senin elinden almak için ağzını açtı; (12) Toprağı işlediğin zaman artık sana kuvvetini vermeyecektir; yeryüzünde kaçak ve serseri olacaksın. (13) Ve Kâin Rabbe dedi: Cezam taşınamayacak derecede büyüktür. (14) İşte, bugün toprağın üzerinden beni kovdun; ve senin yüzünden gizli kalacağım; ve yeryüzünde kaçak ve serseri olacağım; ve vaki olacak ki, her kim beni bulursa, beni öldürecektir. (15) Ve Rab ona dedi: Bunun için Kâin’i her kim öldürürse, ondan yedi kere öç alınacaktır. Ve Rab, her kim onu bulursa kendisini vurmasın diye Kâin üzerine bir nişane koydu.

Hâbil-Kâbil kıssası, esas itibariyle, çoban-tanrı Dumuzi ile çiftçi-tanrı Enkimdu’nun tanrıça İnanna’nın sevgisini kazanabilmek için yarışa girdiklerini, armağanlar sunduklarını anlatan Sümer mitolojisine dayansa da daha erken Sami topluluklar üzerinden İbraniler üzerindeki etkisini çok açık biçimde göstermektedir.

Ünlü Sümerologlar Kramer ve Hooke’e göre Tekvin’deki Habil-Kâbil kıssası, aslî bünyesinde bu mitosa ait unsurlar barındıran ve fakat tarihsel süreçte başka kaynaklardan tedarik edilen malzemeyle zenginleştirilen mitolojik bir öyküdür. Tekvin’deki kıssada ziraatla meşgul olan Kâbil’le hayvancılık yapan Hâbil’in çatışması söz konusudur. Haddizatında çiftçilik ve hayvancılık, diğer bir deyişle, yerleşik yaşam tarzı ile göçebe yaşam tarzı arasındaki kadim rekabeti yansıtan bu çatışma teması aynıyla Dumuzi ile Enkimdu mitosunda mevcuttur. Tek fark, bu mitos Tekvin’deki kıssanın aksine trajik bir cinayet olayıyla sona ermez.

Kramer’e göre, mit Kutsal Kitap’taki Habil-Kabil öyküsünün bugüne ulaşmış en yakın Sümer karşılığıdır ve öykünün özeti şöyledir; lnanna bir eş seçmek üzeredir. Kardeşi Utu, çoban-tanrı Dumuzi ile evlenmesi için ısrar eder, ama o çiftçi-tanrı Enkimdu’yu yeğler. Bunun üzerine Dumuzi ortaya çıkar ve Inanna’nın neden çiftçiyi yeğlediğini öğrenmek ister; Dumuzi, çiftçinin sahip olduğundan fazlasına sahiptir. İnanna ona yanıt vermez, ama sakin, sakıngan bir tip gibi görünen çiftçi Enkimdu, kavgacı Dumuzi’yi yatıştırmaya çalışır. Dumuzi, çiftçi ona her türden armağanlar hatta Inanna’yı bile vereceğine sçz verene değin bir türlü sakinleşmez. (Kramer, Sümer Mitolojisi, 178-179)

Hooke, Kabil-Habil kıssasının Sami topluluklardaki önemini tamamen tarımsal bir amaç taşıyan Babil yeni yıl şenliklerinde icra edilen ayinler ve özellikle kurban ritüeliyle ilişkilendirmektedir. (Hooke, Ortadoğu Mitolojisi, s. 148).

Hülasa Kuran’da insanın ilk yaradılışına yönelik kullanılan betimlemelerin büyük bir kısmının Sami geleneğinin ardılı olarak yorumlamak mümkün. Yukarıdaki anlatımlara ek olarak diğer benzeşimlerden bir kısmı da şunlardır:

Allah'ın Adem'i kendi suretinde yaratması

"ve Allah dedi: Suretimizde, benzeyişimize göre insan yapalım... Ve Allah insanı kendi suretinde yarattı, onu Allah'ın suretinde yarattı." (Yaradılış 1: 26-27)

"Sonra ona (insana) şekil verdi, ruh üfürdü kendi ruhundan üfledi. ve kulaklar, gözler ve gönüller yarattı." (Secde 32/9).

İnsanın Tanrıya benzetilerek yaratılması gerek Gılgamış'da gerekse Enuma Eliş'te benzer temalarla işlenmektedir. Gılgamış'ta; Tanrıça Aruru, Enkidu'yu Anu'ya benzer biçimde, topraktan yoğuran Tanrıça olarak betimlenir:

  • Aruru bunu duyunca tasarladı Anu'nun istediğini,
  • ellerini yıkadı, bir tutam kil alıp çölün ortasına bıraktı,
  • orada yarattı yiğit Enkidu'yu, o kaya parçasını. (Gılgamış s. 5)
Enuma Eliş'te ise Tanrı Kingu'nun kanından insanın yaratıldığı şöyle dile getirilmektedir:

  • "Savaşı başlatan Kingu,
  • Tiamat'ı o kışkırttı, savaş yapmak için (tanrıları) örgütledi."
  • Onu zapt ettiler, Ea'nın huzuruna getirdiler,
  • Cezasını verdiler ve damarlarını kestiler,
  • Onun kanından [Marduk ve Ea] insanı yarattılar, (Enuma Eliş, s. 48)

Erkek ve dişi olarak yaratılması:  Onları erkek ve dişi olarak yarattı….” (Yaratılış 5/1-2).

·       Başlangıçta Tanrı insanı erkek ve dişi olarak yarattı (Matta 19:4-5).

·       “Sizi erkek ve dişi olarak yaratan o’dur.” (Necm, 53/45).

·       Adem’e isimlerin öğretilmesi: “Adem bütün evcil ve yabanıl hayvanlara, gökteki kuşlara ad koydu.”  (Yaratılış 2:20).

·       Tanrı, hepsini topraktan yarattığı bütün hayvanları, kuşları isim vermesi için Âdem’e getirir. Âdem onlara isim verir ama içlerinden hiçbiri ona uygun bir yardımcı olamaz (Yaratılış 2/9-20).

·       “Allah Adem’e bütün isimleri öğretti….” (Bakara 2/33).

·       Cennetteki ebedilik ağacı:   Ve ona, "Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin" diye buyurdu, "Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.” (Yaradılış 2: 16-17).

·        “Nihayet şeytan ona fısıldayıp: "Ey Adem, sana ebedilik ağacını ve yok olmayacak bir hükümranlığı göstereyim mi? dedi”. (Taha 20/120)

·       Adem ve Havva’nın çıplak olmaları:  "Adem de karısı da çıplaktılar, henüz utanç nedir bilmiyorlardı.” (Yaradılış 2: 25).

·       “Derken o ağacın meyvesinden tadınca avret yerlerini gördüler ve cennetteki ağaçların yapraklarıyla avret yerlerini örtmeye koyuldular. …” (Araf 7/22).

·       Ademe Ruh üfürülmesi:  “Ademe hayat nefesinin üfürülmesi, ona ruhun verilmesi…” (Yaradılış.2:7).

·       “Onu (Adem’i) düzenle(yip insan şekline koydu)ğum ve ona ruhumdan üflediğim zaman hemen ona secdeye kapanın!” (Hıcr 15/29).

***

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hz. Hatice’nin evi üzerine

Bir önceki yüzyılda, Suudiler iki büyük kötülük yaptılar. Birincisi büyük bir kültür mirasının tarihi izlerini tamamen yok edip ortadan kaldırdılar, ikinci ve daha önemlisi, özellikle 19. Ve 20. Yüzyılda ortaya çıkan arkeolojinin imkanlarından yararlanmayı tümden yasaklayıp güya kutsalı koruma bahanesinin arkasına sığınarak hem kutsal şehri mahvettiler hem de ceplerini doldurdular. Son dönemde büyük bir şamatayla duyurulan bir kitabın yayınlanması bağlamında bu kötü izlenimi ortadan kaldırmaya çalıştıkları anlaşılıyor. Söz konusu kitap, Hz. Hatice’nin ve dolayısıyla nübüvvetin en önemli tanıklıklarından biri olan evin hikayesi. Kitabın yayınlanma gerekçesi ve içeriği ise Mekke’de yapılan bir arkeolojik kazının ürünü olması. 2014 yılında yayınlanan kitabın adı The House of Khadijah bint Huwaylid. İngilizce ve Arapça olarak iki dilde basılan ve piyasaya sürülen kitabın üzerinde yazar olarak görünen isim A. Zeki Yamani imzasını taşıyor. Önce kitabın yazarından başlayalım. Kimdir Ze...

Kuran’da “zenim” kelimesinin anlamı üzerine

Kur’an’da 23 sene Velid bin Mugire aşağı As bin Vail yukarı deyip bütün kadrajını Hicaz-Taif-Medine’ye sıkıştırmış ve insanlığa son söyleyeceği sözün çapı oradaki 3-5 lavuk müşrik. Ve o müşrike Kur’an’da öyle küfürler var ki. Bir tanesini okuyayım mı size Kalem Suresi… Hem kel hem fodul ve üstüne üstük piç… Ama tabii meale öyle yazamazsınız. ‘Soysuz’ yazacaksınız. Aç. Adres de vereyim. Ferrâ’nın ‘Meâni’l-Kur’ân’ını aç, İbn-i Kuteybe’yi aç, nereyi açarsan aç. Nesebi bilinmeyen, onun bunun çocuğuna ‘zenîm’ denir Arapça‘da. İlahiyatçı yazar, Prof. Dr. Mustafa Öztürk tarafından ilk kez 2020 yılında bir konuşmada dile getirilen bu ifadeler geçtiğimiz günlerde bir kısım farklı muhatapların konuya dahil olmasıyla tartışmayı daha da alevlendirmiş ve bu tartışmalar boyunca Kuran sadece bir dolgu malzemesi olarak kullanılmaktan başka bir işe yaramamıştır. Tartışmanın odak noktası, Kalem suresi 13. Ayette geçen zenim ifadesinin piç anlamına gelip gelmemesidir. Öncelikle Öztürk gibi velut b...

Mekke'nin karanlık yılları

İslam ve Kuran’ın Mekke dönemi hem dinin ve kutsal metnin oluşum ve inşa evresinin hem de her ikisini tebliğ eden Hz. Peygamberin yaşamının çok büyük bir bölümünün geçtiği en uzun dönem olmasına rağmen hala bilinmeyenlerinin bilinenlerden çok olduğu bir  dönemdir. Bunu anlamanın en kestirme iki yolu vardır: biri Mekke kronolojisine bakmak, diğeri de Medine dönemi ile karşılaştırmaktadır.  Önce Mekke kronolojisini yansıtan şu tabloya bakalım: Sene MEKKE DÖNEMI KRONOLOJİSİ 570 Hz. Peygamberin doğumu ve Süt anneye verilmesi 571   572   573   574 Annesi Amine’ye iade edilmesi 575 Amine’nin ölümü ve Dedesinin himayesine verilmesi 576   577 Dedesinin ölümü 578 Ebu Talib ile Şama gidiş 579   580 ...

Büyük İskender’in Kuran’da ne işi var?

Başlıktaki ifadeden, meseleyi egzajere etmek ya da kutsal kitabımızı sorgulamak için kullanılmadığı sadece onu anlamak ve açıklamak gibi bir halis niyet taşıdığından emin olunmalı ve konuya yaklaşımımız belli bir müsamaha ile hoş görülmelidir. Aslında başlıktaki sorunun cevabı hiç de zor değildir. Zira Kuran’ın zamansal olarak tarihi şahsiyetlerden bahsetmesine ilişkin yakın ve uzak pek çok örnek bulunmaktadır. Örneğin Kuran’dan 30 yıl önce yaşamış Ebrehe’den bahsedilmesi, daha önce ashab-ı uhdut ’tan ya da 6 asır önce Hz. İsa’dan bahsetmesi nasıl mümkünse 9 asır önce MÖ. 356-325 yılları arasında yaşamış dünya tarihinin en istisnai isimlerinden İskender’den bahsetmesi de ilkesel olarak pekâlâ mümkündür. Ancak konumuz tarihi bir şahsiyet olarak Büyük İskender’in bizatihi kendisi olmadığından, özellikle Kuran’da anlatılan Zülkarneyn’in kimliği bağlamında ondan dolayısıyla bahsedilecektir. Kehf suresinde 83-98 ayetleri arasında adı üç defa geçen Zülkarneyn’den doğuya ve batıya seferle...

Kur'an ve İranlılar -VIII-

Kur’an’a özgü yalın ifadelerden biri olan esatirü’l-evvelin  ilginç bir kullanım olduğu kadar aynı zamanda bir izlek olarak Kuran ve İranlılar ilişkisini kısmen de olsa deşifre edici özellikler taşımaktadır. Usture kelimesinin kökeni Yunanca, Aramice ve Süryanice dillerine dayanıyor. “Tarih” anlamına gelen  historia  ya da  storia ’ dan Arapça geçmiş ve Kur’an’da da kullanılmıştır. Evvelin ifadesi ise “geçmiş milletler”, “ilkel topluluklar” anlamıyla bir terkip halinde daha çok “eskilere ait efsane ve masallar" anlamında olumsuz bir çağrışıma sahiptir. Bu ifadenin geçtiği 9 farklı yerde ikili bir anlam konseptinde kullanılmıştır: Biri öldükten sonra tekrar dirilmeye inanmayan Mekkeli paganların bunu eskilerin masalları olarak nitelemeleri (Mü’minun 23/81-89; el-Furkan 25/5), diğeri ise Kuran’da büyük bir yer tutan kıssaların benzerlerini kendilerinin de uydurabileceklerini söyleyenlere karşı bir meydan okuma bağlamında geçmektedir: ·     ...