Ana içeriğe atla

Kur’an ve Samiler -XII-

Dinler tarihinin en önemli şahsiyetlerin başında gelen Hz. Musa, Kuran’da tüm kıssalar içinde kendisine en fazla yer verilen peygamberdir. Nübüvvet görevi yanında yaşamına dair de oldukça fazla bilgi bulunmaktadır. Daha doğduğu andan itibaren başından geçenler tafsilatlı denecek kadar ayrıntılı anlatılmaktadır. Ancak bu anlatılar içinde özellikle Hz. Musa’nın doğumu hakkında anlatılanlar ilginçt detaylar içermektedir. Buna göre Hz. Musa’nın dünyaya geldiği dönemde Mısır’ın ve İsrailoğulları’nın durumunu naklederken Firavun’un halkını çeşitli zümrelere böldüğü, bir kısmını güçsüz bulup baskı ve zulüm yaptığını, erkek çocuklarını öldürüp kız çocuklarını sağ bıraktığını bildirmektedir (Bakara 2/49; A‘râf 7/141; İbrâhîm 14/6; Kasas 28/4). Ancak onun doğumundan hemen sonra bizzat annesi tarafından bir beşiğe konup denize bırakılması mucizevi bir tarzda anlatılmaktadır ki bu anlatılar Taha (20/38-40) ve Kasas (28/7-13) surelerinde dile getirilmektedir. Taha 20/38-40’da ki anlatı şöyledir:

  •  Hani annene bir zaman vahiy etmiştik.”
  • Onu sandığa koy, suya at; su onu sahile bıraksın, onu benim de düşmanım onun da düşmanı olan biri alacaktır. (فَاقْذِف۪يهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ ل۪ي وَعَدُوٌّ لَهُۜ ) "Gözümün önünde yetiştirilmen için senin üzerine benden bir sevgi koydum (görenler senin üzerine koyduğum bu sevgiden ötürü sana meftun oldular.”
  • “Kız kardeşin ona bakacak birini size göstereyim mi? diyordu. Böylece seni annene geri verdik ki gözü aydın olsun, üzülmesin. Sen bir de adam öldürmüştün. O zaman da seni tasadan kurtarmış ve seni iyice denemiştik. Meyden halkı arasında yıllarca kaldın. Sonra belirlediğimiz bir vakitte bize geldin ey Musa!”.

Kasas suresinde geçen kısmı ilave birkaç bilgi ile tekrar etmektedir:

  •  “Musa'nın annesine, "O(çocuğu)nu emzir, başına bir şey gelmesinden korkuyorsan (bir sandık içinde) onu suya bırak, (اَنْ اَرْضِع۪يهِۚ فَاِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَاَلْق۪يهِ فِي الْيَمّ) korkma, üzülme biz onu tekrar sana geri vereceğiz ve onu elçilerden yapacağız." diye vahyettik.”
  • “Nihayet onu Fir'avn ailesi aldı ki, kendilerine bir düşman ve başlarına derd olsun. Gerçekten Fir'avn, Haman ve askerleri yanılıyorlardı.”
  • “Fir'avn'ın karısı (çocuğu sandıktan çıkarınca): "Bana da, sana da göz bebeği (olacak, çok sevimli bir çocuk). Onu öldürmeyin, belki bize yararı dokunur, ya da onu evlad ediniriz." dedi. (Onu almakla hata ettiklerini) anlamıyorlardı.”
  • “Musa'nın annesinin gönlü bomboş sabahladı (meraktan çıldıracak oldu). Eğer biz, (va'dimize) inananlardan olması için onun kalbini iyice pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse işi açığa vuracaktı.”
  • “(Musa'nın) kız kardeşine "Onun izini takip et," dedi. O da onlar farkına varmadan onu uzaktan gözetledi.”
  • “Biz daha önce ona, süt verenler(in sütünü emmey)i haram etmiştik. (Hiçbir kadının sütünü emmiyordu. Firavun ve ailesi, çocuğun emeceği bir dadı bulma telaşı içinde idiler. Kız kardeşi uzaktan durumu görünce sokuldu): "Sizin için onun bakımını üstlenecek ve ona öğüt ver(ip onu güzelce eğit)ecek bir aileyi göstereyim mi?" dedi.”
  •  “Böylece biz onu, annesine geri verdik ki gözü aydın olsun, üzülmesin ve Allah'ın va'dinin gerçek olduğunu bilsin. Fakat çokları bilmezler.” (Kasas (28/7-13)

Gerek Taha gerekse Kasas süresinde anlatılan bu kıssaya göre Firavun, Mısır topraklarında gerçekten azmış ve halkı çeşitli zümrelere bölmüş, baskı altında tuttuğu İsrailoğulları'nın kızlarını sağ bırakıp oğullarını ise öldürüyordu. Tam da böyle bir ortamda annesi, bebek Musa'yı dünyaya getirdi. Hz. Musa'nın annesine "onu emzir kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu denize bırakıver, hiç korkup kaygılanma çünkü biz onu sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız" diye bildirildi. Allah'ın vaadine güvenen anne, oğlunu bir sandık içerisine yerleştirir ve suya bırakır. Öyle ki Allah, Hz. Musa'yı kendi gözetiminde yetiştirecektir. Her şey O'nun kontrolünde olacaktır. O'nu bulanlar evlatlık edinsinler, onu sevsinler diye de Hz. Musa'nın üzerine kendi sevgisinden bırakır. Nihayet Firavun'un karısı Musa'yı bulur ve böylece Musa bebek ölümden kurtulur ve saraya evlatlık olarak yerleştirilir. Daha sonra, Hz. Musa'yı takip eden kız kardeşi saraya gider ve bu İbrani bebek için sütanne bulabileceğini söyleyerek Musa bebeği, annesine kavuşturur. Bu sırada, Hz. Musa'nın annesi oğlundan ayrıldığı için oldukça üzgündür. Fakat Allah'ın vaadiyle ona gelen vahye sarılıp olan biteni ortaya çıkarmaz.

Kuran’da genel hatları ile anlatılan bu olay aynıyla, neredeyse birebir Tevrat’ta da tekrar etmektedir. Gelin şimdi de Hz. Musa’nın doğumu ve sonrasındaki gelişmeleri Kitab-ı Mukaddes’in “Mısır’dan Çıkış” bölümünden okuyalım:

  •  Levili bir adam kendi oymağından bir kızla evlendi. Kadın gebe kaldı ve bir erkek çocuk doğurdu. Güzel bir çocuk olduğunu görünce, onu üç ay gizledi. Daha fazla gizleyemeyeceğini anlayınca, hasır bir sepet alıp katran ve ziftle sıvadı. İçine çocuğu yerleştirip Nil kıyısındaki sazlığa bıraktı. Çocuğun ablası kardeşine ne olacağını görmek için uzaktan gözlüyordu.”
  • O sırada Firavunun kızı yıkanmak için ırmağa indi. Hizmetçileri ırmak kıyısında yürüyorlardı. Sazların arasındaki sepeti görünce, Firavunun kızı onu getirmesi için hizmetçisini gönderdi. Sepeti açınca ağlayan çocuğu gördü. Ona acıyarak, “Bu bir İbrani çocuğu” dedi.”
  • Çocuğun ablası firavunun kızına, “Gidip bir İbrani sütnine çağırayım mı?” diye sordu, “Senin için bebeği emzirsin.”
  • Firavunun kızı, “Olur” diye yanıtladı. Kız gidip bebeğin annesini çağırdı. Firavunun kızı kadına, “Bu bebeği al, benim için emzir, ücretin neyse veririm” dedi. Kadın bebeği alıp emzirdi. Çocuk büyüyünce, onu geri getirdi. Firavunun kızı çocuğu evlat edindi. “Onu sudan çıkardım” diyerek adını Musa koydu.” (Çıkış, 2: 1-10).

Görüldüğü üzere Hz. Musa’nın bebekken başından geçenler Kuran ve Tevrat tarafından ortak bir anlatıya sahip olup ana tema üzerinde bir farklılık yoktur; neredeyse birebir örtüşmektedir. Tek farklılık birinde Musa’yı sudan çıkaran kadının Firavun’un kızı (Tevrat’a göre) olduğu diğerinde ise Firavun’un hanımı (Kuran’a göre) olduğu söylenmektedir.

 Aslında annesiyle birlikte sandık içinde suya atılan ama kurtularak daha sonra bir kahraman haline dönüşen bir sepet/sandıkçaya konan ve ırmağa/denize bırakılan bebek miti sadece kutsal kitaplarda değil kadim kültürlerin çoğunda bulunan bir temadır. Yunan mitolojisi başta olmak üzere İranlıların ünlü kralı Kiros hikayesi başta olmak üzere pek çok mitolojik anlatının konusu olmuştur. Ancak bunlar arasında en bilineni hiç kuşkusuz Akad kralı Sargon’un “doğum efsanesidir”.

Gerek Kuran’ın gerekse Tevrat’ın anlattığı “sepete konan bebek efsanesi” aynıyla çok daha önceleri yaşayan Akad kralı Sargon için de anlatılmaktadır.

Peki kimdir Akadlar? Niçin başkası değil de Sargon? Akadlar, Mezopotamya’da Samilerin kurduğu ilk büyük imparatorluktur. Tarih sahnesine Sümerlerden hemen sonra, MÖ. 3. binyılın son çeyreğinde ortaya çıkmış ve yaklaşık 200 yıl tarih sahnesinde kalmayı başarmıştır. Kral Sargon da Akad tarihine damga vurmuş iki kraldan biri ve aynı zamanda devletin kurucusudur. Agade şehrini kurarak başkenti buraya taşıyan Sargon’un 56 yıllık saltanatı boyunca pek çok savaş yapmış, uzun seferler için oluşturduğu düzenli orduyla büyük fetihlerde bulunmuş, imparatorluğun sınırlarını batıda Akdeniz’den doğuda Karum Nehri’ne, güney de Basra Körfezi’nden, kuzey de Orta Anadolu’ya kadar genişletmiştir. Tarihte ilk imparatorluğun kurucusu olarak pek çok konuda derin izler bırakan Sargon aynı zamanda “tanrı kral” anlayışının da müessisidir. Aşağıda vereceğimiz “Sargon’un doğum efsanesi” olarak bilinen ve doğumu ile ilgili bilgilerin yer aldığı tablet de kurucu hükümdar mitleri ve bu mitlerdeki klasik kahraman tipolojilerinin en yaygın ve bilinen örneğidir.

19. yüzyılın sonunda arkeoloji biliminin hız kazanmasıyla Mezopotamya’da bulunan çivi yazılı tabletlerin çözülmeye başlanması ve okunması ile Kitab-ı Mukaddes de dahil pek çok konuda anlatıların büyük bir kısmının Mezopotamya’ya dayandığı ortaya çıktı. Daha yakın zamanda ülkemizde, Kültepe’de çıkarılan tabletlerde Kral Sargon’a ait çok önemli bilgiler bulundu. Ancak “Sargon’un doğum efsanesi” (Legend of Sargon) ilk olarak 19. Yüzyılın yarısında (1850), Austen H. Layard ve George Smith tarafından Musul yakınlarında bulunan Ninova'daki kazı çalışmaları esnasında bulunmuştur. Arkeolojik bu kazıda Assurbanipal'in kütüphanesi ortaya çıkınca burada bulunan iki farklı kopyaya ait dört parça bugün hala British Museum'da olup bu dört parçadan biri G. Lambert tarafından neşredilmiştir.

İşte Kral Sargon’un doğum efsanesinin anlatıldığı tablette orijinal ifadelerle transkripte edilen metnin İngilizce ve Türkçesi aşağıdadır. Tablette yer alan ifadelerin Kuran ile Tevrat’ı önceleyen kısımları aynen şöyledir:

İngilizce Metin:

  • Sargon, the mighty king, king of Akkade, am I.
  • My mother was an en-priestess(?), my father I never knew.
  • My father’s brother inhabits the highlands.
  • My city is Azupiranu, which lies on the bank of the Euphrates.
  • She conceived me, my en-priestess mother, in concealment she gave me birth,
  • She set me in a wicker basket, with bitumen she made my opening watertight,
  • She cast me down into the river from which I could not ascend.
  • The river bore me, to Aqqi the water-drawer, it brought me.
  • Aqqi the water-drawer, when lowering his bucket, did lift me up
  • Aqqi the water-drawer did raise me as his adopted son,
  • Aqqi the water-drawer did set me to his gardening.
  • While I was (still) a gardener, Istar did grow fond of me,
  • And so for [. . .] years I did reign as king,  
  • (Bk.., Brian Lewis, The Legend of Sargon, s. 14-15; J. G. Westenholz, Legends of the Kings of Akkade, s. 39, 41; Pritchard, Ancient Near Eastern Texts, 119).

Türkçe Metin:

  • "Ben Sargon’um, güçlü kral, Akad kralı.
  • Annem bir rahibeydi(?), babamı hiç tanımadım.
  • Babamın kardeşi dağlık bölgelerde yaşar.
  • Benim şehrim Azupiranu, Fırat'ın kıyısında kuruludur.
  • Rahibe annem beni gizlice doğurdu, karanlıkta dünyaya getirdi.
  • Beni sazdan bir sepete koydu, kapaklarını ziftle su geçirmez yaptı.
  • Beni yükselmem imkânsız bir nehrin sularına bıraktı.
  • Nehir beni taşıdı, su çekici Aqqi'ye ulaştırdı.
  • Aqqi, kovasını indirirken beni sudan çıkardı. 
  • Su çekici Aqqi beni evlat edinerek büyüttü.
  • Aqqi beni bahçesine koydu.
  • Ben hala bir bahçıvanken, İştar bana sevgisini verdi.
  • Ve böylece (...) yıl boyunca kral olarak hüküm sürdüm.

Sargon’un doğum efsanesinin anlatıldığı bu pasajlarda yer alan bilgiler birçok kahraman mitinde karşılaştığımız ortak tipolojilerle aynıdır. Buradaki ifadeler de dikkat çekici bir şekilde Kutsal kitaplarla aynıdır: 1. Babamı hiç bilmedim ifadesinden bir “gizli doğum” olduğu, 2. Annesinin mabede adanmış bir rahibe olmasından hareketle bir masume olduğu, 3. Ziftle sıvanmış bir sepette nehre atıldığı, 4. Aqqi’nin onu nehirden kurtarıp, sarıp sarmaladığı, 5. Ve nihayet Tanrı İştar’ın himayesi ile kral olduğu dile getirilmektedir. Dikkat edilirse gerek Tevrat anlatısında gerek Kuran anlatısında bu dört tema neredeyse birebir eşleşmektedir.

Sargon’un hayat hikâyesindeki kahraman tipolojileri arasında en belirgin olanları, “Annenin soylu bir aileye mensup olması (Rahibe), babasız doğumu, doğaya emanet edilmesi, ilahi bir güç ya da güçler tarafından korunması ve bir kahramana dönüşmesidir. Annenin çocuğa olan düşkünlüğü ve babanın belirsizliği yanında bir sepete konulması ve nehre bırakılması aynen Tevrat ve Kuran’da anlatıldığı gibidir. Aqqi’nin nehirden kurtarması Firavun’un kızı ya da karısı ile, Tanrı İştar’ın sevgisi ise Allah’ın himaye ve koruması ile eşleşmektedir.

Mitler içindeki bu ortak temalar kültürel etkileşimin bir ürünü olarak görülebileceği gibi, farklı toplumların benzer pratiklere ve algılara sahip olabileceği şeklinde de yorumlanabilir. Ancak burada asıl önemli olan, bu anlatımın farklı coğrafyalara ve zamana rağmen ortak bir kültürün ürünü olarak korunarak gelmesidir. Şüphesiz Sargon’un doğum efsanesi hikâyesi de bu ortak temalı mitlerin yazılı kaynaklardaki ilk örneklerinden biridir. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hz. Hatice’nin evi üzerine

Bir önceki yüzyılda, Suudiler iki büyük kötülük yaptılar. Birincisi büyük bir kültür mirasının tarihi izlerini tamamen yok edip ortadan kaldırdılar, ikinci ve daha önemlisi, özellikle 19. Ve 20. Yüzyılda ortaya çıkan arkeolojinin imkanlarından yararlanmayı tümden yasaklayıp güya kutsalı koruma bahanesinin arkasına sığınarak hem kutsal şehri mahvettiler hem de ceplerini doldurdular. Son dönemde büyük bir şamatayla duyurulan bir kitabın yayınlanması bağlamında bu kötü izlenimi ortadan kaldırmaya çalıştıkları anlaşılıyor. Söz konusu kitap, Hz. Hatice’nin ve dolayısıyla nübüvvetin en önemli tanıklıklarından biri olan evin hikayesi. Kitabın yayınlanma gerekçesi ve içeriği ise Mekke’de yapılan bir arkeolojik kazının ürünü olması. 2014 yılında yayınlanan kitabın adı The House of Khadijah bint Huwaylid. İngilizce ve Arapça olarak iki dilde basılan ve piyasaya sürülen kitabın üzerinde yazar olarak görünen isim A. Zeki Yamani imzasını taşıyor. Önce kitabın yazarından başlayalım. Kimdir Ze...

Kuran’da “zenim” kelimesinin anlamı üzerine

Kur’an’da 23 sene Velid bin Mugire aşağı As bin Vail yukarı deyip bütün kadrajını Hicaz-Taif-Medine’ye sıkıştırmış ve insanlığa son söyleyeceği sözün çapı oradaki 3-5 lavuk müşrik. Ve o müşrike Kur’an’da öyle küfürler var ki. Bir tanesini okuyayım mı size Kalem Suresi… Hem kel hem fodul ve üstüne üstük piç… Ama tabii meale öyle yazamazsınız. ‘Soysuz’ yazacaksınız. Aç. Adres de vereyim. Ferrâ’nın ‘Meâni’l-Kur’ân’ını aç, İbn-i Kuteybe’yi aç, nereyi açarsan aç. Nesebi bilinmeyen, onun bunun çocuğuna ‘zenîm’ denir Arapça‘da. İlahiyatçı yazar, Prof. Dr. Mustafa Öztürk tarafından ilk kez 2020 yılında bir konuşmada dile getirilen bu ifadeler geçtiğimiz günlerde bir kısım farklı muhatapların konuya dahil olmasıyla tartışmayı daha da alevlendirmiş ve bu tartışmalar boyunca Kuran sadece bir dolgu malzemesi olarak kullanılmaktan başka bir işe yaramamıştır. Tartışmanın odak noktası, Kalem suresi 13. Ayette geçen zenim ifadesinin piç anlamına gelip gelmemesidir. Öncelikle Öztürk gibi velut b...

Mekke'nin karanlık yılları

İslam ve Kuran’ın Mekke dönemi hem dinin ve kutsal metnin oluşum ve inşa evresinin hem de her ikisini tebliğ eden Hz. Peygamberin yaşamının çok büyük bir bölümünün geçtiği en uzun dönem olmasına rağmen hala bilinmeyenlerinin bilinenlerden çok olduğu bir  dönemdir. Bunu anlamanın en kestirme iki yolu vardır: biri Mekke kronolojisine bakmak, diğeri de Medine dönemi ile karşılaştırmaktadır.  Önce Mekke kronolojisini yansıtan şu tabloya bakalım: Sene MEKKE DÖNEMI KRONOLOJİSİ 570 Hz. Peygamberin doğumu ve Süt anneye verilmesi 571   572   573   574 Annesi Amine’ye iade edilmesi 575 Amine’nin ölümü ve Dedesinin himayesine verilmesi 576   577 Dedesinin ölümü 578 Ebu Talib ile Şama gidiş 579   580 ...

Büyük İskender’in Kuran’da ne işi var?

Başlıktaki ifadeden, meseleyi egzajere etmek ya da kutsal kitabımızı sorgulamak için kullanılmadığı sadece onu anlamak ve açıklamak gibi bir halis niyet taşıdığından emin olunmalı ve konuya yaklaşımımız belli bir müsamaha ile hoş görülmelidir. Aslında başlıktaki sorunun cevabı hiç de zor değildir. Zira Kuran’ın zamansal olarak tarihi şahsiyetlerden bahsetmesine ilişkin yakın ve uzak pek çok örnek bulunmaktadır. Örneğin Kuran’dan 30 yıl önce yaşamış Ebrehe’den bahsedilmesi, daha önce ashab-ı uhdut ’tan ya da 6 asır önce Hz. İsa’dan bahsetmesi nasıl mümkünse 9 asır önce MÖ. 356-325 yılları arasında yaşamış dünya tarihinin en istisnai isimlerinden İskender’den bahsetmesi de ilkesel olarak pekâlâ mümkündür. Ancak konumuz tarihi bir şahsiyet olarak Büyük İskender’in bizatihi kendisi olmadığından, özellikle Kuran’da anlatılan Zülkarneyn’in kimliği bağlamında ondan dolayısıyla bahsedilecektir. Kehf suresinde 83-98 ayetleri arasında adı üç defa geçen Zülkarneyn’den doğuya ve batıya seferle...

Kur'an ve İranlılar -VIII-

Kur’an’a özgü yalın ifadelerden biri olan esatirü’l-evvelin  ilginç bir kullanım olduğu kadar aynı zamanda bir izlek olarak Kuran ve İranlılar ilişkisini kısmen de olsa deşifre edici özellikler taşımaktadır. Usture kelimesinin kökeni Yunanca, Aramice ve Süryanice dillerine dayanıyor. “Tarih” anlamına gelen  historia  ya da  storia ’ dan Arapça geçmiş ve Kur’an’da da kullanılmıştır. Evvelin ifadesi ise “geçmiş milletler”, “ilkel topluluklar” anlamıyla bir terkip halinde daha çok “eskilere ait efsane ve masallar" anlamında olumsuz bir çağrışıma sahiptir. Bu ifadenin geçtiği 9 farklı yerde ikili bir anlam konseptinde kullanılmıştır: Biri öldükten sonra tekrar dirilmeye inanmayan Mekkeli paganların bunu eskilerin masalları olarak nitelemeleri (Mü’minun 23/81-89; el-Furkan 25/5), diğeri ise Kuran’da büyük bir yer tutan kıssaların benzerlerini kendilerinin de uydurabileceklerini söyleyenlere karşı bir meydan okuma bağlamında geçmektedir: ·     ...